Anasayfa Atlas Rotaları DATÇA: İKİ DENİZ ARASI

DATÇA: İKİ DENİZ ARASI

Harika Pelin Şengül

Gökova Körfezi’yle, kendi adıyla bilinen körfez arasında ince uzun bir yarımadadır Datça… Ege ve Akdeniz’i buluşturan kıyılarında sonsuz kıvrımlarla örülmüş bir dantel gibi irili ufaklı 52 koy vardır. Türkiye’nin en temiz deniz dokusunu sunan yerleşimlerden biridir. Bir zamanlar karadan ulaşılamayan Datça, karayolunun gelişmesinden sonra turizmin ve büyük kentlerin bunaltıcı atmosferinden kaçanların gözde yerleşimlerinden biri oldu.

YAZI: BÜLENT KALE / FOTOĞRAFLAR: UMUT KAÇAR

Datça Yarımadası, Türkiye’nin güneybatı ucunda, iki yanında, iki kadim denizle bir dal gibi uzanır içlere. Ege ve Akdeniz yarımadanın en batı ucunda Türkiye’nin en güzel antik kentlerinden Knidos’ta birleşirler. Batıdan kuzeye uzanan Ege kıyıları daha sarp, daha sık ormanlıdır. Güneyindeki Akdeniz kıyıları daha yumuşak bir eğimdedir. Batıda geniş ovalar, küçük büklerle bezelidir. Doğudan dağlık ve ormanlık ince uzun bir şeritle anakaraya bağlanır yarımada. Fakat bu şerit aşılması güç bir coğrafyadır, onu Anadolu’dan koparan bir engeldir daha çok. Datça yüzyıllarca denizden kurar ilişkilerini. Denizden gidilip gelinir Datça’ya. Bu, bir ada havası katar ona, hem korur Datça’yı hem mahrum bırakır pek çok şeyden. Yarımadayı anakaraya bağlayan ilk şose yol 1938’de açılır.

Datça Yarımadası anakarayla birleştiği kısımda iyice daralır ve bir kıstağı andırır. Bazı noktalarda iki yanındaki Ege ve Akdeniz’i aynı anda görmek mümkün olur. Datçalılar iki denizin birbirine en çok yaklaştığı bu noktaya “Balıkaşıran” diyor. Bu daralmayla çarpılan coğrafya büklüm büklüm bir yolla aşılabiliyor ancak. Yola da “66 bük” deniyor.

Marmaris’ten gelip Knidos’a devam eden yolla, ilçe merkezinden Körmen Limanı’na giden yol yarımadanın iki ana aksını oluşturuyor. Bu iki ana aksın kesiştiği çatıda eskiden yarımadanın idari merkezi olan Reşadiye yer alıyor. Konağı, meydanı, çınarı, camisi ve taş evleriyle eski, güzel bir mahalle Reşadiye. Eskiden Alaki’ymiş adı, 1908’de Sultan Reşad’ın tahta çıkışından sonra Reşadiye olarak değiştirilmiş. Cumhuriyetle beraber 1928’de Dadya adıyla ilçe yapılmış. 1933’te Datça olarak düzeltilmiş bu isim. 1947’de ilçe merkezi kıyıda birkaç depodan ibaret olan İskele’ye taşınmış ve Datça iskeledeki o birkaç yapıdan zamanla bugünün Datça’sına dönüşmüş. 

Muğla’ya bağlı ilçenin tarihiyle ilgilenenler sıkça Knidos adıyla karşılaşır. Zira, Lakedaimonyalılar diye anılan yerel bir topluluk, kurmuştur kenti ve Knidos demiştir adına. İÖ VII. yüzyılda Yunanistan ve Ege adalarından gelen Dorlar, Knidos’u, Heksapolis’in merkezi yapmıştır. Kasaba havasını hala koruyan Reşadiye’nin eski ismi ve idaresi hakkında Ali Cevad şunları yazıyor: “Aydın Vilayeti, Menteşe Sancağı, Marmaris İlçesi’ne bağlı nahiyedir. 10 köyü olan nahiyenin merkezi Alaki Köyü’dür.” Alaki adı halk dilinde Elaki veya Elee olarak da söylenmektedir Alaki / Elaki adının Ali Agaki isminden dönüştüğünü söylüyor kimi kaynaklar. Girit’in fethinden (1669) sonra 1700’lü yılların başında Datça Yarımadası’nın fethinde yararlılıklar gösteren Giritli Ali Agaki isminde birine “armağan” olarak verildiği, bu yüzden de bu şahsın ailesine Tuhfezadeler dendiği, yazılı aynı kaynaklarda. “Tuhfe” Osmanlıcada armağan demektir. O dönemde Girit’ten Datça’ya gönderilmek ne kadar armağandır, bilmek zor elbette. Datça’ya Giritli Ali Agaki’den 200 yıl kadar önce gelen Piri Reis 1521 tarihli eseri Kitabı Bahriye’de Dadya ismini anar ama yarımadada yaşayan insanlardan bahsetmez. Ondan yüz elli yıl sonra 1670’de Evliya Çelebi’nin de yolu düşer yarımadaya. Evliya Çelebi, Daçça olarak bahseder yarımadanın doğu kısmından. Güney kıyılarında korsanların saldırısına uğrarlar ama Daççalılar “bir su bile vermezler” onlara. Kıyıdan kıyıdan giderek güç bela kendilerini Kirvasili’ye (Orhaniye-Marmaris) atarlar.

Kano turu Datça ilçe merkezindeki plajlar da neredeyse büklerindeki kadar temiz. Datça’dan Kargı Koyu’na giderken yol üzerinde merdivenlerle inilen küçük plajlarda Datçalılar hafta sonları denizin keyfini çıkarıyor. İki kardeş denizde kanolarıyla açılmış, karşıda ise Simi Adası görünüyor.

Reşadiye’deki tek kubbeli küçük cami Ali Agaki’nin torunlarından Tuhfezade Mehmet Halil Ağa tarafından 1856 yılında yaptırılmış. 

Tuhfezadeler 1801’de küçük bir saraya benzeyen büyük bir konak yaptırıyorlar Reşadiye’de. Datçalılar Goca Ev diyor bu konağa, metinlerde Mehmet Ali Ağa Konağı olarak geçiyor. U biçimli konağın alt katında taş, üst katında ahşap malzeme kullanılmış. Avluya bakan kısım her iki katta da baştan sona revaklı bir sofayla çevrelenmiş. Bu revaklı avlu alt katta taş haliyle bir İtalyan havası veriyor yapıya, üst kattaki ahşap hali daha bir Osmanlı duruyor. Çok hafif kuzeybatıya bakan binanın batıdaki kolu daha uzun, rüzgârı kesiyor, özellikle de doğudaki kısa kolun ucunda üst katta yer alan başodanın rüzgârını.

Başodadaki çizimlere bakarken, seki altında kapının hemen karşısında yer alan Topkapı Sarayı ve Ayasofya tasvirlerini ya da üçlü panelin ortasında yer alan Boğaz tasvirini kolayca tanıyoruz. Fakat Boğaz tasvirinin iki yanında kalan çizimleri çözmek o kadar kolay değil. Birisi bir Avrupa kasabasını andırıyor, diğeri bir çöl yerleşimini. 

Datça Yarımadası’nın anakarayla birleştiği kısımda, kuzeydeki Gökova Körfezi’ne açılan kıyılar karadan ulaşması zor küçük koylarla bezeli. Denizden ulaşılabilen bu koylarda balıkçıların elleriyle yaptığı küçük kulübeler ve iskeleleri görmek mümkün.

Mehmet Ali Ağa’nın kızı Münire Hanım’ın eşi Hidayet Şahingiray 1940’lı yıllarda ailenin son ferdi olarak ölünce konak satışa çıkarılmış. Birkaç kez el değiştirdikten sonra 2002 yılında ülkenin önde gelen koleksiyonerlerinden Mehmet Pir tarafından satın alınmış. Özenli bir restorasyon sürecinden sonra konak ve bahçesi uygun düşen yerlerde Pir’in koleksiyonundan parçalarla bezenerek 2004 yılında Mehmet Ali Ağa Konağı adıyla otel olarak hizmet vermeye başlamış. Konaklamak nasıldır bilmiyorum ama bir müzeymişçesine gezmek, hem yapıyı hem de Pir’in koleksiyonundan parçaları görmek çok keyifliydi.

Yarımadada kitabesi olan ilk yapı bugün yıkıntı halinde olan 1796 tarihli Karaköy Camii. Yine Tuhfezadeler tarafından yaptırılmış fakat köyün içine değil, Körmen Limanı’na giden yol üzerine yapılmış. Yarımadaya Tuhfezadeler tarafından yapılan ilk caminin limanın bir buçuk kilometre yukarısında yer alması, beş yıl sonra Reşadiye’ye görkemli bir konağın yaptırılması dikkat çekiyor. İnsanın aklına Çeşme önlerinde yakılan Osmanlı Donanması’nın 1770’lerden itibaren Bodrum tersanelerinde yeniden yapılmaya başlanması geliyor. Sanki Bodrum’daki bu hareketlilik Körmen Limanı’nı da canlandırmış, Datça’daki Tuhfezadelerin kaderini de etkilemiş. Körmen Limanı’nda bugün büyük bir marina var ve Datça-Bodrum feribotları buradan işliyor.

Reşadiye kahvesi dışı beyaz kireç badanalı, doğramaları mavi boyalı, büyük pencereli, yüksek tavanlı, önü açık, aydınlık bir kahve. Çayı da güzel. Bazı müşterileri bazen çok hoşsohbet oluyor. Belediyeden emekli 64 yaşındaki Ömer Bircan da onlardan. Onunla sohbetin nereye gideceği hiç belli olmuyor. Kendinizi birden hiç aklınıza gelmeyen bir konuyu konuşurken bulabiliyorsunuz. Ben mesela kahvedeki sohbetimizde kendimi Reşadiye’de damların nasıl yapıldığını konuşurken buluyorum onunla. Öyle anlatıyor ki, sanki kahvede oturmuş birlikte Reşadiye’de bir evin damını kapatıyoruz. Bir ara Goca Ev’in kemerleri kapatılan sofalarının kapalı sinema salonu, bahçesinin açık hava sineması olarak kullanıldığı günleri konuşurken yüzmeyi nerede öğrendiğini soruyorum. Harman sonu şenliklerini anlatıyor “Çocukken harmandan sonra kadınlar, erkekler, çocuklar, eşekler, öküzler, hep beraber Çomarlık üzerinden Burgaz’a iner, akşam kadar denize girer, yer içer eğlenirdik.” Denizle ilk orada tanışmış ama yüzmeyi asıl 19 Mayıs törenlerinde okuldan ağabeyleriyle İskele’deki kayalıklardan suya atlayarak öğrenmiş.

KONUNUN TAMAMI ATLAS’IN HAZİRAN 2022 SAYISINDA. ALMAK İÇİN TIKLAYIN!

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap