Anasayfa Atlas Rotaları OKYANUSTAN ÇÖLE: FAS

OKYANUSTAN ÇÖLE: FAS

Harika Pelin Şengül

Üstteki fotoğraf: Fas’ın en çok ziyaret edilen şehirlerinden Marakeş’teki Camiü’l-Fena Meydanı, UNESCO’nun Somut Olmayan Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Geçmişle günümüzü  buluşturan, canlı bir kültür kavşağı olan tarihi meydanın renklerinden biri de yılan oynatıcısı.

Afrika’nın kuzeybatı köşesindeki Fas uzun sahilleri, Atlas Dağları ve Sahra Çölü’nün uçsuz bucaksız kumlarıyla farklı coğrafya ve kültür bölgelerini bir araya getiriyor. Kazablanka ve Kraliyet Şehirleri olarak bilinen Rabat, Meknes, Fes ve Marakeş’i ise zengin tarihin izlerini katman katman gözler önüne seren anıtlar taçlandırıyor. Ortaçağ gezgini İbni Batuta’nın ifadesiyle “burası ülkelerin en iyisi”…

YAZI: ANNETTE HANISCH

FOTOĞRAFLAR: ÖMER DOĞAN

Türkiye’den gelip Fas Krallığı’nı ziyaret edenlere, Kuzey Afrika’nın en batısında konumlanan bu ülke hem egzotik hem tanıdık gelir. Coğrafyası çok farklı olsa da upuzun kıyı şeritleri, iç kesimindeki yüksek dağ silsileleri, hatta Avrupa kıtasına sadece bir boğaz kadar uzak olmasıyla Türkiye’yi andırır. Köklü tarihi, günlük hayatın her yönünü şekillendiren İslam dini, Akdeniz’in zeytinleri, portakal bahçeleri, narları ve günün her saatinde içilen ve misafirlere ikram edilen çay, Türkiye’den gelen yolculara kendilerini evlerinden pek de uzak bir yerde değilmiş gibi hissettirir. Ta ki çayın tadına bakıncaya kadar! O zaman yabancı bir ülkede olduğunuzu hemen anlarsınız: Zarif çaydanlıklardan ve en az yarım metre yükseklikten çoğunlukla renkli bardaklara dökülen çay hem çok şekerli hem nane aromalıdır. Nane, Fas mutfaklarının olmazsa olmaz otlarından; sabahın erken saatlerinde el arabalarına istiflenen taze nane bağları şehirlerdeki pazarlara götürülüp tezgâhlarda yerini alır, çarşılar mis gibi taze nane kokar…

Fas’ın tarihine bakınca da Türkiye ile ilginç benzerlikler ortaya çıkar: Örneğin MS 2’nci ve 3’üncü yüzyılda Roma imparatorları Septimius Severus ve Caracalla döneminde Fırat Nehri kıyısındaki Zeugma kenti en parlak dönemini yaşarken, Fas’taki Volubilis kentinde de zengin Romalılar villalarını görkemli mozaiklerle döşüyordu. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu’nun yaptığı gibi Fas Sultanlığı da 1492 yılında İspanya’dan sürülen Sefarad Yahudilerini kabul etmiş, korumuş, büyük şehirlerde onlara “mellah” adı verilen ayrı semtler tahsis etmişti. Fas’ta yaygın bulunan kare planlı minare ile paralel nefli cami tipinin Harran Ulu Camii ile benzerlikleri oldukça çarpıcıdır. 7’nci yüzyılda İslam dinini Fas’a kadar götüren Emevilerden kalma ortak bir miras olabilir mi?

Fas yolculuğuna çıkarken bizi bu saydığım benzerliklerden ziyade karşılaşacağımız farklılıklar heyecanlandırıyor. Dört gözle tarihi şehirlerdeki Fas-Endülüs mimarisinin estetiğini, Berberilerin kırmızı kerpiçten inşa edilmiş kasbah’larını ve Sahra Çölü’nün uçsuz bucaksız kumlarını görmeyi bekliyoruz, vahalardaki hurma ormanlarını, mavi sarıklı mağrur Tuareg erkeklerini…

BİNBİR GECE ŞEHİRLERİ

Türkiye’den uçakla Fas’a gidince varış noktası genellikle ülkenin en büyük şehri Kazablanka’daki V. Muhammed Uluslararası Havalimanı oluyor. Kazablanka yaklaşık 4.2 milyonluk metropoliten alan nüfusuyla Mağrip bölgesinin de en kalabalık yerleşimi. Fas’ın diğer kentlerine kıyasla yeni bir yerleşim olan Kazablanka, 1515 yılında Atlas Okyanusu’nun kıyısında Portekizliler tarafından kuruldu. Bir Berberi köyünün kalıntıları üzerinde yükselen kentin ilk adı da Casa Branca, yani Beyaz Ev’di. Akabinde İspanyollar ve Fransızlar şehre yerleşti. Fransa’nın hâkimiyetinde olduğu 1912-56 yıllarında ülkenin en büyük limanı burasıydı. Kazablanka modern mimarisinin yanında 1993 yılında açılan dünyanın en büyük camilerden II. Hasan Camii’yle de ziyaretçileri etkiliyor. Kapalı alan 25 bin, devasa dış avlu ise 80 bin kişiye dua etme imkânı sağlıyor. Büyük bir kısmı okyanus kıyısını doldurarak elde edilen alanda kurulu cami, 210 metre yüksekliği ile dünyanın en uzun minarelerinden birine de sahip.

Erg Chebbi, deve turlarının çöldeki başlıca adreslerinden

Ardından bizi Fas’ın Kraliyet Şehirleri olarak anılan, her biri UNESCO Dünya Miras Listesi’nde bulunan Rabat, Meknes, Fes ve Marakeş bekliyor. En az bir kere başkentlik yapmış ve kraliyet sarayının bulunduğu şehirler, kraliyet şehri olarak adlandırılıyor. Kuzey yönündeki en yakın kraliyet şehrine, günümüzde ülkenin başkenti olan Rabat’a doğru yola çıkıyoruz. Fas kentlerinin tarihi merkezlerine „medina“ deniyor. Medinalar çoğu zaman surlarla çevrili, buralara görkemli kapılardan giriliyor ve araç trafiğine uygun değiller. 1912’de başlayan Fas Fransız Protektorası döneminde Fransız otoriteleri medinaları olduğu gibi bırakmaya ve ayrı “nouvelles villes”, yani modern kentler kurmaya karar vermiş. Bu yüzden bir Fas ziyaretçisi bir şehrin medina‘sına girdiği anda kendini ortaçağ veya Binbir Geceler Masalları’nda gibi hisseder. Daracık sokaklarda en fazla küçük motosiklet, katır ve el arabaları ile karşılaşırsınız. Medinalarda zaman durmuş gibidir: Bir tarafta küçük dükkânlar, minicik atölyeler, sokak yemekleri ile hummalı bir keşmekeş, diğer taraftan riyad denen konakların duvarlarının arkasında, çoğu zaman bitkiler ve havuzlar ile donatılmış serinlik ve huzur veren iç avluları…

Rabat medinasında otele çevrilmiş küçük bir riyad‘da eşyamızı bıraktıktan sonra şehri keşfe çıkıyoruz. Bou Regreg Nehri’nin Atlas Okyanusu’na döküldüğü kayalık köşede bulunan surlarla çevrili Avdaya kasbah‘ı mavi-beyaza boyanmış evleri, tonozlu geçitleri ve yüzlerce tembel kediyle Fas ziyaretçisini büyülüyor. Bou Regreg’in karşı yakasından Rabat’ın ikiz kardeşi, eski korsan üssü olan Sela kenti bizi selamlıyor, okyanus tarafında ise Rabat’ın genç erkekleri sörf tahtalarıyla dalgalara meydan okuyarak eğleniyor. Rabat’ın simgesi, 44 metreyle oldukça yüksek fakat hiçbir zaman tamamlanmamış bir caminin minaresi olarak inşa edilmiş Hasan Kulesi’ne ilerliyoruz. Başkenti Marakeş’ten Rabat’a taşımak isteyen Muvahhid Hanedanlığı’nın sultanı Yakup el Mansur’un 1199’daki ölümünden sonra dev cami projesi yarım kalmış, ancak sayısız sütun sıralarıyla harap halde bile etkileyici. Hemen yanı başında Kral V. Muhammed ve oğulları için inşa edilen ve 1971’de tamamlanan mozole ise mermer, bir mozaik tarzı olan zelij ve sedir işlemeleriyle Faslı zanaatkârların meziyetlerini sergileyen mükemmel bir örnek.

Rabat’ın 150 kilometre doğusundaki Meknes ise tek bir isimle özdeşleşmiş: 1672’den 1727’ye kadar, yani tam 55 yıl tahtta kalmayı başaran Alevi (Filali) Hanedanı hükümdarı Molla İsmail. Meknes’te kendine inşa ettirdiği sarayı Avrupalılar zamanında “Fas’taki Versailles“ olarak adlandırmış. Hükümdarın ölümünden sonra terkedildiği için artık kapladığı alanın dışında Versailles Sarayı ile pek bir benzerliği kalmamış, ancak devasa dış surları ve gösterişli nal şeklindeki kapılar eski ihtişamını yansıtıyor.

Bölgede Volubilis kentini de ziyaret ediyoruz. Tanca şehrinden güneybatıya giden ticaret yolunun üzerinde kurulmuş çok eski bir yerleşim Volubilis. MS 25 civarında Romalılar zaten uzun zamandır iskân edilen alanda şehri kurdu ve Mauretania Tingitana vilayetinin başkentini yaptı. Şehir zeytinyağı, tarım ve o dönemde Kuzey Afrika’da hâlâ yaşayan fil, aslan, leopar gibi yaban hayvanların Roma’ya ihracatı sayesinde zenginleşti. 1997’den beri UNESCO Dünya Miras Listesi’ndeki Volubis devasa bazilika, villa kalıntıları ve mozaikleriyle görülmeye değer.

Güneş battıktan sonra Meknes’in saray bölgesi ile medinanın kesişme noktasında konumlanan El-Hedim Meydanı canlanıyor. Meydan, “moloz” anlamına gelen adını Molla İsmail’in sarayı için yıktırdığı yapıların moloz yığınlarından almış. Akşamları, Meknes halkı meydana akın ediyor, erkekler kahvelerde naneli çayını yudumluyor, ev hanımları yanıbaşlarındaki kapalı çarşıdan evin ihtiyaçlarını satın alıyor, çocuklar koşuşturuyor, gençler türlü türlü oyunlarla vakit geçiriyor (örneğin bir oltaya bağlı halkayı yerde duran bir limonata şişesine geçirerek meşrubat kazanma oyunu) ve biz gece yarısına kadar hiç sıkılmadan bu masum eğlenceleri seyrediyoruz…

KONUNUN TAMAMI ATLAS’IN TEMMUZ SAYISINDA. ALMAK İÇİN TIKLAYIN!

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap