Yıldızı kahve tarımıyla parladı, şimdi tek başına bir dünya. Brezilya’nın ekonomik başkenti Sao Paulo, gökdelen ormanı içindeki bulvarları, devasa parkları, kültürel çeşitliliği, sanayi ve ticaretteki iddiası; zenginliği ve tezatları, neşesi ve gerilimiyle devasa bir küresel sahne.
Yazı ve Fotoğraflar: Ufuk Sarışen
Sao Paulo’ya 200 kilometre mesafedeki Bouitiva kasabasından havalanan Cessna tipi uçağın kapıları 4 bin metre yükseklikte aniden açılıyor ve tüm yolcular kendilerini çığlıklar atarak boşluğa bırakıyor. Finans uzmanı 33 yaşındaki Rafael Driendl, saatte 200 kilometre hızla düşerken, geçen hafta yaşadığı stresli günleri nihayet kafasından silebiliyor; 800 metrelerde paraşütünü açarak aşağıya doğru süzülmeye başlıyor. Eğer hava şartları müsaade ederse üç atlayış daha yapacak ve ertesi gün sabah sekizde başlayacak mesaisine biraz rahatlamış olarak gidebilecek. Driendl şunları söylüyor: “Brezilya ekonomisinin başkentinde çalışmak herhangi bir yerde çalışmaya benzemez. Bizim şehir, Brezilya’nın genel algısından biraz daha farklı. Sao Paulo denildiğinde ilk akla gelen altın rengi kumsallar, samba, futbol ya da Gisele Bundchen değil, para oluyor genelde.”
Sao Paulo, ülkenin devasa coğrafyasının ekonomik yükünü sırtlanmasının yanı sıra birçok alanda da “en”lerle anılmakta. Burası 11 buçuk milyonluk nüfusuyla sadece Brezilya’nın değil, Kuzey ve Güney Amerika’nın, güney yarımkürenin en kalabalık şehri. Metropoliten alan nüfusu ise yaklaşık 20 milyon ve dünyanın en büyükleri arasında.
Yenidünya’da 1532’de Portekizli kolonicilerce kurulan ilk yerleşim Sao Vicente’den 22 yıl sonra, 25 Ocak 1554’te iki misyoner 68 kilometre daha içeriye ilerler. Manuel De Nobrega ve Jose de Anchieta isimli Portekizli bu iki din adamı, bugünkü Sao Paulo’nun tam kalbine mütevazı beyaz bir kilise ve misyoner okulu inşa eder. Bugün hâlâ ayakta olan Pateo do Collegio’nun etrafında büyüyen şehrin günümüzdeki halini alacağını bu iki misyonerin hayal etmesi elbette ki imkânsızdı. Hatta 20. yüzyılın ortalarına kadar Sao Paulo’nun bu kadar gelişebileceği tahmin edilemezdi. Serra Do Mar adlı tepelerin eteğine kurulu Sao Paulo, Tiete Nehri ile liman kenti Santos’a bağlanıyordu. Brezilya’nın güneydoğusunun verimli topraklarına açılan bu doğal geçit, kentin kalkınması için anahtar rol oynayacaktı.
Sao Paulo’nun resmen şehir olarak kabul edildiği 1711 yılından kısa bir süre sonra Brezilya, kaderini değiştirecek bir ürünle tanıştı; kahveyle.
Francisco de Melo adlı asker, getirdiği kahve tohumunu dikti ve şekerkamışı üretimi ile kendi yağında kavrulan Brezilya’da kahve büyük bir güce dönüştü. Afrika’dan getirilen binlerce kölenin bedava işgücü, verimli topraklar ve uygun hava koşulları sayesinde kahve üretimi hızla arttı. Tiete Nehri’nden kolayca Santos Limanı’na ulaşan kahve tüm dünyaya ihraç edilmeye başladı. Rafael Driendl konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: “Ülke ekonomisinin yüzde 50’si 19. yüzyılda kahve üretimi ve ihracatına bağlıydı. Ama bugün buralarda kahveyi ancak hediyelik eşya satan yerlerde bulabilirsiniz. Kahve kalmadı artık. İçmek isterseniz de Starbucks’lara gitmeniz lazım. Sanırım onlar da Kosta Rika’dan alıyor kahveyi. Yani Brezilya’da bir Amerikan şirketinin Kosta Rika’dan aldığı kahve satılıyor.”
Köleliğin 1888 yılında kaldırılmasıyla oluşan işgücü açığını kapatmak için kahve baronlarının baskısı ile Avrupa’dan göç teşvik edildi. Binlerce İtalyan, Alman ve İspanyol göçmen işçi 19. yüzyılın sonunda Sao Paulo’ya geldi. Ama 1929’daki Wall Street krizi ile birlikte kahve baronları etkilerini kaybetmeye başladı ve kahveye talep neredeyse sıfırlandı, fiyatlar düştü. Tüm ülke ekonomik darboğazdaydı artık. Ama o dönemdeki zorluklar aslında gelecek için faydalı oldu. Şehrin yoğun nüfusu kahve dışında diğer ekonomik alternatiflere yönelmek zorunda kaldı, böylece sanayi gelişti.
Brezilya yüzölçümü açısından dünyanın beşinci büyük ülkesi, bir yerden bir yere ulaşmak zaman ve maliyet gerektiriyor. Sao Paulo, bir diğer büyük şehir Rio de Janeiro’dan sadece 355 kilometre mesafede, birbirleri ile sürekli temas halindeler. Sao Paulo’da yaşayanlara “Paulistanos” deniliyor. Paulistanos ve Riolular arasında tatlı bir rekabet var. Birbirlerinden daha iyi durumda olduklarını, diğer şehrin yaşanmaz bir yer olduğunu söylüyorlar durmadan.
“Sampa” diye de adlandırılan Sao Paulo, Brezilya’nın güneyinde bulunuyor. Ani bastıran tropikal yağışlar günlük yaşamı ciddi anlamda etkiliyor. Yağmurların şiddetine sokakta satılan ucuz şemsiyeler ile dayanmak pek mümkün değil. Bunun yerine plajdakilere benzeyen devasa şemsiye kullanan insanlar günlük hayatlarına yağmur altında devam ediyor.
Sao Paulo merkezinde, ilk kurulan kilise etrafında See Katedrali, tiyatro binası ve 20. yüzyıl ortalarında inşa edilen ve New York’takilere benzeyen gökdelenler yükseliyor. Şehrin bu eski bölümü oldukça hareketli. Kafeler, sanat merkezleri, sokak satıcıları, alışveriş merkezleri bu bölgede toplanmış. See Katedrali, 8 bin kişilik kapasitesi ile şehrin en önemli dini yapısı; iki adet 92 metrelik “neo gotik” yeşil kulesi ile dikkat çekiyor. Katedral bugünkü görünümünü 1954’te aldı. Yaklaşık 124 milyon Katolik Hristiyan’ın yaşadığı Brezilya, Katolik dünyasının en büyük ülkesi ve Vatikan için çok önemli. Dünyadaki “özgürlük ve çılgınlıkların ülkesi” algısının aksine Brezilya, Katolik geleneklerine bağlı, muhafazakâr bir ülke. MTV Brezilya VJ’i ve aynı zamanda fotomodel Luisa Micheletti “Brezilya’da kadın olmak sanıldığı kadar kolay değil” diyor: “Elbette dünyanın en berbat yeri de değil bu anlamda ama sanıldığı kadar rahat bir hayatımız yok. Özellikle Avrupa ile karşılaştırıldığında. Katolikliğin tutuculuğu kanunlarımıza bile girmiş. Örneğin üstsüz güneşlenirseniz hapse girersiniz Brezilya sahillerinde. Dekolte kıyafetler giymek de hoş karşılanmaz.”
Eski şehrin hemen bitişiğinde Paulista Bulvarı uzanıyor. Burası Sao Paulo’yu Latin Amerika’nın en büyük ekonomik gücü haline getiren iş merkezlerinin, dev şirketlerin, bankaların bulunduğu, karşılıklı gökdelenlerin yükseldiği, yaklaşık 3 kilometrelik bir cadde. Her gün 450 bin insanın kaldırımlarını aşındırdığı Paulista Bulvarı’nın sembolü, iki katlı Sao Paulo Sanat Müzesi (MASP). Dört adet kırmızı sütün üzerine oturtulmuş müze, güney yarımkürenin en değerli eserlerini barındırıyor.
Bulvardaki Trianon Parkı’nda öğle tatilinde büfeden aldığı sandviçi hızlıca midesine indiren Claudio Dos Santos, Brezilya’nın en büyük bankalarından birinde çalışıyor: “Ben buraya çok alıştım. Hafta sonu bile sanki şehirde başka yer kalmamış gibi bu parkta zaman geçiriyorum. Sanırım Paulista‘nın ‘çağdaş kölelerinden’ biriyim. Ben Sao Paulo’ya 11 yıl önce Brezilya’nın kuzeyinden, Amapa’dan geldim. Brezilya’da birçok insan, özellikle geçim sıkıntısı çekenler, Sao Paulo’ya gelme hayali kurar. Burası halen göç alıyor. Ancak birçok genç, iyi okulları bitirseler de iş bulamıyor artık. Benim birçok avukat, doktor, mühendis arkadaşım aylardır işsiz. Çalışmaya başladın mı aslında iyi para kazanıyorsun ama Sampa’da hayat pahalı. Benim geldiğim yerde ananas suyu 1,5 real iken burada 10 real. Sao Paulo dışında az para kazanmak ile burada çok para kazanmak arasında pek bir fark yok aslında. Sampa dünyanın en pahalı 10 şehri arasında gösteriliyor ancak insanlar hâlâ akın akın buraya geliyor.”
Şehrin en önemli noktalarından biri de içinde devasa bir göletin, piknik alanlarının, spor komplekslerinin, bisiklet ve yürüyüş parkurlarının bulunduğu Ibirapuera Parkı. Hafta sonları yaklaşık 200 bin kişi parka akın ediyor. Kaykaycılar, patenciler, bisiklete binenler, koşanlar, yürüyüş yapanlar, güneşlenenler hafta içi yaşadıkları yoğun iş temposunun getirdiği gerginliğe çözümü bu yeşil alanda arıyor. Parkta iriyarı cüssesiyle paten yapan Nathalie Nabechima üçüncü nesil bir Japon genç kız. Bir markette çalışıyor. Ailesinin Japonya’dan buraya İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce geldiğini söylüyor. “Japonya’dan daha çok Japon var burada” diyor şehirdeki 650 bin Japon kökenliyi kast ederek: “Buradaki Japonlar çok kapalı bir topluluk, Brezilyalılar ile hiç sosyalleşmiyorlar. Kendi aralarında dostluk kurup evleniyorlar. Madem kaynaşmayacaktık niye buraya geldik? Ben bizimkilere benzemem, pek Japon arkadaşım yoktur. Ben Brezilyalıyım, Japonları severim ama hiç anlamam onların yaşam biçiminden, geleneklerinden. Zaten anlasaydım çoğu gibi iş hayatında önde gelen biri ya da üniversitede hoca olurdum.”
Nabechima patenli bir tür rugby sporu olan “roller derby” yapıyor bir yıldır. “Zaten Brezilya’da iki yıldır yapılan bir spor. Buna rağmen Dünya Şampiyonası burada düzenlendi, biz de 12. olduk. Burası sözde spor ülkesi ama devlet bizi desteklemiyor, tüm giderleri kendi cebimizden karşılıyoruz. Brezilya spor ülkesi değil, hâlâ bir futbol ülkesi.”
Sao Paulo, 2014 Dünya Futbol Şampiyonası’na ev sahipliği yapacak şehirlerden biri; “demir üçlü” diye anılan Sao Paulo FC, Palmeiras ve Corinthians takımları burada. Bu takımlardan Corinthians “varoşların takımı” diye anılıyor ve özel bir taraftar kitlesi var, ülkenin birçok kesiminin de sempatisini kazanmış durumda.
Sao Paulo’nun modern ve zengin yüzünün yanı sıra gecekondu bölgeleri “favelas”lar da var. Rio de Janeiro ile kıyaslandığında daha az nüfus barındıran favelas’larda yaşayan İngilizce öğretmeni Evando Sabino da fanatik bir Corinthians taraftarı: “Futbol bizim yaşam biçimimiz ama aynı zamanda ciddi bir sektör. Her yıl yüzlerce yetenekli Brezilyalı futbolcu yurtdışına gidiyor. Bu durum ülke için ciddi bir gelir kapısı. Benim çocukluğumda Pele olmak önemliydi, şimdiki çocuklar onu görmedi, varsa yoksa Neymar diyorlar.” Sabino, sözlerine şöyle devam ediyor: “Bizim favelas’lar Rio’dakilerden farklı. Hem çok fazla favelas yok, hem de buradakiler de iş güç derdinde. Rio’da herkesin yüzü gülüyor. Deniz, plaj, sıcak ilişkiler… Ama Sao Paulo’da herkesin suratı asık. İnsanlar çok çalışıyor, stresliler. İşinde yükselen çalışanlar İngilizce öğrenmek zorunda kalıyor ve benim kapımı çalıyor. Devlet okullarında eğitim zayıf, ancak özel okullar gerçekten iyi durumda; tabii yılda 15-20 bin real ödeyebilecek gücünüz varsa.”
Sao Paulo’da milyonlarca insanı iş ve ev arasında taşımak için uzun bir metro ağı oluşturulmuş ancak bu devasa şehrin ihtiyacına yeterli değil. Metroyu karmaşık bir otobüs ağı destekliyor. Ancak şehirdeki 7 milyon araç, trafiği içinden çıkılamaz hale getiriyor. Yoksulluğun yanı sıra dünyanın en zenginlerinin de yaşadığı şehirde 593 helikopter ulaşım aracı olarak kullanılıyor. Bu sayı, “dünyanın en fazla helikopterli şehri” unvanını da Sao Paulo’yo veriyor.
Sao Paulo, hiçbir zaman Brezilya’nın tanıtım yüzü olmadı, hep ekonomik ağırlığıyla önem taşıdı. Sampa dünyada hâlâ Rio kadar bilinmiyor. Ülkenin siyasi başkenti Brasilia; burası ise ticaretin merkezi. Sao Paulo hızlı ve kontrolsüz büyüyen bir şehir gibi görünüyor ama bir yandan da gücünü bundan, bu hareketten alıyor…
ATLAS ŞUBAT 2013 / SAYI:239
Foto Galeri