Orta Asya’nın kalbindeki Özbekistan tarih boyunca pek çok medeniyetin iz bıraktığı bir kültür kavşağıydı. Ama bu topraklara asıl damgasını vuran, 14’üncü yüzyılda kurulan Timurlu Devleti oldu. Efsanevi şehirler Semerkant, Buhara, Hive, Taşkent o görkemli devrin hatırasını hâlâ yaşatıyor.
YAZI: PROF. DR. HAŞİM ŞAHİN
FOTOĞRAFLAR: İZZET KERİBAR
Bozkırda hayat kadim zamanlardan beri güneşin doğuşuyla başlar. Sabahın o erken saatlerinde başlayan kuş cıvıltıları kısa süre sonra yerini insanların koşuşturmalarına bırakır. Dükkânlar açılır, aşhanelerden gelen yemek kokuları arasında işlerine giden insanlar, tezgâhları ve vitrinleri düzenleyen çıraklar şehrin uyandığını ilan eder. Bugün de Özbekistan’ın tarihi şehirlerini gezdiğinizde kendinizi bir anda yüzlerce yıl öncesinde bulursunuz. Timur’un yaşadığı çağda şırıl şırıl akan nehirler, kuş cıvıltıları, pazardaki satıcıların sesleri, firuze, ipek kumaşlar ve değişik baharatlar yüklü Çin’den yeni gelmiş kervanlarla çevriliymiş gibi hissedersiniz…
Yaklaşık 37 milyonluk nüfusuyla günümüzde Orta Asya’daki Türk devletleri arasında en kalabalığı olan Özbekistan, buna rağmen kimliğini ısrarla koruyor. Köklü bir tarihsel mirasın temsilcisi olan ülkenin nüfusunun çoğunluğunu da Özbekler oluşturuyor. Ülkede, Anadolu’da konuştuğumuz dil ile benzer yapıya sahip Özbekçe konuşuluyor, bu nedenle kısa sürede Özbeklerle birbirinizi anlamanız mümkün oluyor.
Ülkenin geniş yüzölçümündeki belli başlı durakları görebilmek için -benim yaptığım gibi- önce Taşkent’e gidip ardından hızlı tren veya geleneksel trenle diğer şehirlere geçebilirsiniz. Özbekler hızlı trene “Afrasyap” diyor, ki bu ismin de sembolik bir anlamı var. Şöyle ki, Özbekler Taşkent’in kurucusunun Türklerin efsanevi atası Efrasiyab, yani Alp Er Tunga olduğuna inanıyor.
Taşkent’ten Semerkant’a giderken ben de Afrasyap’ı tercih ettim. Yaklaşık iki buçuk saat süren bu yolculuk sırasında iki kişilik bir vagona bilet almıştım. Aynı kompartımanda seyahat ettiğim yol arkadaşım, kapıdan girer girmez hissettirdiği samimiyet ve dostane gülümsemeyle bu ülkeye daha da ısınmamı sağladı. Yol arkadaşım, Taşkent’teki annesini ziyaret ettikten sonra Buhara’daki ailesinin yanına dönen Dosay’dı. Eczacı olan Dosay ile biraz Türkçe, biraz İngilizce sohbet ettik. Yanındaki leziz börekleri de paylaşıp “Kardeşim, bunlar annemin kendi elleriyle hazırladığı börekler. Ben her zaman bulurum ama sen bulamazsın” diyerek, neredeyse tamamını bana yedirdi.
Tren şehirler arasında, ülkenin kırsal kesimlerinde kıvrılarak yol alıyor. Yollar henüz tam anlamıyla gelişmemiş. (Konforuna düşkün kimselerin böyle bir yolculuğa çıkmadan evvel iyice düşünmesi gerektiğini söyleyebilirim.) Otantik hayatı sevenler ve tarih tutkunları için ise ülke bir nevi açıkhava müzesi gibi… Turizm bilhassa Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra günden güne önemi artan bir gelir kaynağına dönüşmüş. Ülke genelini düşündüğümüzde ise en önemli geçim kaynağı halen pamuk. Sovyet Rusya devrinden beri faal olan dev enerji tesisleri ve doğalgaz kaynakları ise Özbekistan’ın bölgedeki Türk devletleri arasında en güçlüsü haline gelmesini sağlamış.
Hava kararmak üzereyken tren Semerkant’a vardı. Beni, seyahatim boyunca büyük desteğini gördüğüm Ahıska Türklerinden Sabir Ahıskalı karşıladı ve tarihi şehirleri keşfim böylece başladı.
YAZININ TAMAMI ATLAS’IN AĞUSTOS SAYISINDA. ALMAK İÇİN TIKLAYIN!