Anadolu’da geleneksel kadın giyiminin en göz alıcı parçalarından biri kofi… Her rengi, motifi, düğümü farklı anlamlar taşıyan bu başlık, bir zamanlar onu taşıyan kadınlar için bir tür kimlik kartıydı. Günümüzde yok olmaya yüz tutmuş bu özel başlık sınırlı bir coğrafyada hâlâ görülüyor. Adıyaman’da yıllara yayılan bir kofi serüveni, bizi geleneğin son temsilcileriyle tanıştırıyor.
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: YALÇIN ÇİFTÇİ
Kofiyi, henüz çocuk yaşlarda nenemin başında görmüştüm. Nenem, Adıyaman’ın Narince köyünde tek gözlü bir toprak evde yaşardı. Yaz tatillerinde babamla köye tütün yapmaya gider, hep beraber o küçük evde kalırdık. Ahşap tavanlı evin çatlamış duvarlarından yere toprak parçaları dökülürdü. Sıcak yaz akşamlarında babam tütünleri tarladan yükleyip bahçe avlusuna getirir, gece geç saatlere kadar yaprakları şişe dizerdik. Gecenin içinden gelen köpek havlamalarına bahçemizdeki cırcır böcekleri eşlik ederdi. Yine böyle bir akşam nenem Zeliha’ya başındaki “şey”i sormuştum. Tütün dizmeyi bırakmadan derin bir iç çekmiş, sonra da anlatmaya başlamıştı. O gün bana anlattığı hikâyeyi bugün zihnim şu cümlelere döküyor:
“1950’lilerde köyümüzde her genç kız yazma örterdi başına, nişanlandıktan sonra da kofi takmaya başlarlardı. Ben, dedenle nişanlandıktan sonra uzun süre kofi takamadım. Arkadaşlarım fesli dolaşıp bana nispet yapardı. Babama kofi alsın diye ısrar ettim ama buğday hasat etmeden olmaz, dedi. Köy meydanında pek dolaşamadım, arkadaşlarım arasına da fazla çıkmadım. Sonunda buğdayı hasat edince babamla şehre inip Oturakçılar Pazarı’ndan fesi aldım. Oracıkta kafama geçirdim ve bir daha da çıkarmadım. Fesi takan kişi ‘bir başkasına verilmiş’ demekti. Aşiret geleneğinde bir kadının evli olup olmadığı böyle anlaşılıyordu. Baş bağlama şekillerine göre bekârlar, nişanlılar, evliler ayırt edilebiliyordu. Çarşıda karşılaştığımız kadınların kofisine bakarak dağ köylerinden mi, ova köylerinden mi geldiklerini anlardık. Zamanında her köyde 20-30 kadın kofi takardı, şimdi bir elin parmaklarını geçmiyor. Bazısı hasta olup çıkarıyor, bazısına ağırlık yapıyor. Ben ‘başımdaki dünya’mdan vazgeçemiyorum.”
Nenemi 2012 yılında kaybettik. Kofisine ne olduğunu ne yazık ki bilmiyorum ama bu hikâyenin peşini bırakmayacağımı daha o gün biliyordum. Nitekim 2019 yılından itibaren yaklaşık dört yıl boyunca binlerce kilometre yol kat ederek Adıyaman’da 40’a yakın köyü gezdim ve kofi takan 60’a yakın kadını fotoğrafladım. Yok olmaya yüz tutmuş bu eski kültürü belgelerken, nenemin “başındaki dünya”sı da bir belgesel filme dönüşecekti.
Özel başlıklar bölge kadınlarının yüzyıllardır kullandığı, güzelliği ve masumiyeti simgeleyen aksesuarları. Kofi de bu özel başlıklardan biri olarak kendisine Yaşar Kemal kitabı Nuhun Gemisi’nde de yer bulur: “Başlarına giydiklerine de ‘kofi’ diyorlar. Renk renk ipekli yağlık sarmışlar kofilerin üstüne. Renklerin en cicili bicilisi, renklerin en göz alıcısı başlarında…”
ŞİMDİKİ ZAMANDA KOFİ
Binyıllar içinde farklı kültürlerin ayak izlerinin birbirine karıştığı Anadolu’da kofi kültürüne giderek azalsa da hâlâ rastlanabiliyor. Günümüzde Sivas, Maraş, Malatya Erzincan, Erzurum, Dersim, Hakkâri, Ağrı, Van, Bitlis, Muş gibi illerde kofi geleneği yer yer yaşatılıyor. Benim odağımı oluşturan Mezopotamya’nın kucağındaki Adıyaman’da yıllar içinde tanıştığım, çoğu 60 yaşın üzerindeki kadınlara sorduğum ilk soru hep şuydu: “We di çend saliya xwe de kofî da serê xwe?” (Kofiyi ilk kez ne zaman taktınız?)
Yanıtlar değişiyordu. Kofi, bazı bölgelerde (özellikle kırsal kesimde) çocukluktan ergenliğe geçişin bir işaretiydi. Bazı bölgelerdeyse nişan veya evlilik akdiyle takılıyordu. Ancak ben dört yıl içinde bir kez bile bir genç kızın kofi takma anına şahit olmadım. Çünkü geleneğin son temsilcileri giderek yaşlanıyor, gençler ise artık kofi takmıyordu. Hatta kofi kent kültüründeki yerini de yavaş yavaş kaybediyordu. Kofili kadınların kızları, gelinleri ve torunlarıyla sohbetlerimizden ortak cümleler aklımda: “Nenelerimizin taktığı kofiler artık eskide kaldı. Bazen nenemizle çarşıda yürürken insanların garip garip başlığına baktıklarını görüp utanıyoruz. Biz yeni nesil artık bu başlığı takmayacağız. Bu geleneği sürdürecek kimse olmayacak. Yeni modern eşarplar, tülbentler dururken nenelerimiz onca ağırlığı neden başlarında taşıyor anlamıyoruz.”
İlginçtir ki bunun tam tersini kofi takan kadınlardan duymuştum. Bu kadınlar halk içine kofi yerine yazma veya tülbentle çıktıklarında utanıyor, geleneklerine aykırı davranmayı kendilerine yakıştıramıyor, hatta kendilerini ayıplıyordu.
Günlük hayatta kadınlar kofiyi sabah uyandıklarında takıyor ve gün boyunca başlarında taşıyor. Yatmadan önce kofi çıkarılıyor ve biçiminin bozulmamasına özen gösterilerek (çünkü kofiyi hazırlamak zaman alıyor) uygun bir yere konuluyor. Günlük hayatta daha mütevazı, düğün dernek gibi özel günlerdeyse daha gösterişli kofiler takılıyor. Bu kofilerin kumaşları da daha parlak, canlı ve kaliteli oluyor. Düğünlerde renklenen yazmalar, taziyelerdeyse genellikle siyaha bürünüyor.
Kofiler pek de hafif değil; ağırlıkları 1-1.5 kilo civarında. Bu yüzden ilerleyen yaşlarda başlığın ağırlığı türlü rahatsızlıklara (baş ağrısı vb.) yol açabiliyor. Hastalıklar başlayınca kadınlar bir ömür yoldaşlık ettikleri kofilerine veda ediyor. Bu, hüzünlü bir an… Bir kofili kadının torununun sözleri aklımda: “Nenemin kafasındaki kofiyi kraliçelerin tacına benzetiyorum. Nenem onu indirirse eve nasıl hükmedecek, sözünü nasıl dinletecek?”
KONUNUN TAMAMI ATLAS’IN MART 2024 SAYISINDA. ALMAK İÇİN TIKLAYIN.