Yürüyor, koşuyor, tırmanıyorlar. Dünyanın en zorlu, en geçit vermez noktalarında güç, dayanıklılık, sabır sınavından geçiyorlar. Türkiye’den Alper Dalkılıç’ın katıldığı 2012 Ultra Maratonu Asya’da Gobi, Afrika’da Sahra, Güney Amerika’da Atakama ve Antarktika çöllerinde gerçekleştirildi.
Yazı: Alper Dalkılıç
En son ne zaman koştunuz ya da en son ne zaman “çölde” koştunuz? Sizinle paylaşacağım bu yazı aslında dört çöl değil, dört çöl ötesi ve fazlası… “Dört çöl” bu serüvenin sadece görüneni; ancak Antarktika’da karşılaştığım buzdağları gibi tüm deneyimi hesaba katarsam, yaşananlar buzdağının görünmeyen kısmında. Ne vakit ne olacağı belli olmuyor ancak şu bir gerçek ki her daim yaşananlar unutulmayacak anılar oluşturuyor. Çöller, insanı bambaşka yolculuklara sürüklüyor.
Çöl maratonlarındasınız: Sırtınızda bir çanta ile koşuyor, tırmanıyorsunuz, sınırlı sürede bitiş çizgisinde olmanız lazım. Organizasyon, yarış süresince size yalnızca sıvı ve konaklama desteğinde bulunuyor. Yarışlar 6 gün ve 250 kilometre uzunluğunda. Uzun etap adı verilen blok günler 65-100 kilometre arasında değişebiliyor. Ara istasyonlarda sıvı desteği alacak, kamp alanında yeni bir maceraya hazırlanmak için verilen sıcak su ile yemeğinizi yapacak, beslenecek, dinlenecek ve yeni bir güne hazırlanacaksınız. Ultra maratonlar bildiğimiz standart şehir maratonlarının (42,195 kilometre) yerine farklı coğrafyalarda, farklı mesafelerde, farklı disiplinlerde gerçekleşiyor. Şehir maratonu koşuları ile kendimi ultra maratonlarda buldum. Koşmak, yüzyıllar öncesinde insanoğlunun yaşamak, hayatta kalmak, kendini korumak, beslemek ve mesafe kat etmek için yaptığı bir etkinlik. Mütevazı malzemeler yeterli: Bir çift spor ayakkabısı, giysi, sabır, sonrasında süreklilik ile dayanıklılık gerekiyor. Ne kadar çok adım o kadar çok mesafe, ancak hızlı değil yavaş yavaş.
Lykia Yolu Ultra Maratonu’nda inanılmaz maceralar yaşadım, Türkiye’de bir ilk. Yarışı organize eden çöl maratoncusu Taner Damcı ile tanıştım. Benim Lykia ile uslanmayıp kendimi çöllerde bulacağımı ilk görüşmemizde fark ettiğini söylemişti. Lykia sonrasında sırada Gobi Çölü Ultra Maratonu vardı. Dünyanın beşinci büyük çölü, Çin ve Moğolistan topraklarında yer alan 3 bin metre irtifalara ulaşan, yer yer yükselen ve de bildiğimiz çöl fikrine ters bir yapıdaydı. Organizasyonun hazırladığı bültende “adeta bir fırın” deniyordu. Deniz seviyesinin 150 metre altındaki Lut Gölü’nden sonra deniz seviyesinden en alçak noktayı ziyaret etmiş olacaktık. Katılım bedeli, kullanılacak malzeme, ulaşım, vize derken ödenmesi gerekenler yüksek bir kalemi oluşturuyordu. Başarmak için sponsora ihtiyacım vardı. Her yolu denedim; mail, telefon, ziyaret. Mailimi banka içi eğitimlerde tanıştığım Mehmet Özel Hocama da atmıştım; TEMA yararına koşacaktım. “Adım Adım” isimli, koşarak yardım toplayan bir oluşumun isim babasıydım, koşarak Omurilik Felçlileri Derneği yararına bağışlar toplamış, omurilik felçli dostlarımı tekerlekli sandalyeleriyle maratonlarda finişe ulaştırmıştım. Koşarak bağış yapan tek ben değildim, yüzlerce insandan sadece biriydim. (Siteyi inceleyebilirsiniz: www.adimadim.org) Mehmet Özel’ in dosyamı KlimaPlus’a aktarması ile çöllere adım attım.
Gobi Çölü
Kendi yolculuğumuza, kendi çölümüze gidiyorduk. Bizi çöle götürecek otobüslerle 2 saat kadar gittik. Büyük bir heyecan ve bilinmez içindeydik. Ne yapacaktık, nasıl yaşayacaktık? Dağcılıktan alın feneri kullanmaya alışkındım. Elektrik konusunu ise solar şarj cihazı ile hallettim. Cep telefonu kullanmak yasaktı, kullandığım müzikçalarımı ise her akşam solar cihaz ile şarj ediyordum. Yanımda sevdiklerimden, dostlarımdan aldığım ses kayıtları ile zaman geldi güldüm, zaman geldi hüzünlendim, kayıtlar sayesinde yalnız değildim. 250 kilometrelik ultra maratonda her gün değişen mesafeleri koşuyorduk. Pazar günü başlayan yarışta beşinci etap bir sonraki günle blok olarak koşuluyordu. Uzun gün (5. gün) adı verilen bu etaplarda mesafeler her yarışta değişmekle beraber bizim koşmamız gereken 80 kilometre idi. Önceki dört gün süresince yüzlerce kilometreyi sırtta çanta ile koşmuştuk ve geçmemiz gereken kum etapları için hazırdık. Sıcaklık 50 derecelere varıyordu; saatler ilerledikçe çekilmez bir hal alıyor ve sonraki istasyonda (kontrol noktası) kendimizi birkaç metrekarelik çadıra atıyor, gölgeden faydalanmaya çalışıyorduk. Bir gün öncesinde tek kolu protez olan ve bitiş çizgisine gitmesi için büyük moral verdiğimiz Koreli kadın yarışmacının uzun etapta, bulunduğumuz çadırda bizi elindeki su şişesi ile serinletme çabası unutulmaz anılarımdan. O gün tamamladığım 40 kilometre sonrasında yarıştan çekildim, Alicem de ben yanından ayrıldıktan bir süre sonra yarışı bırakmış. Organizasyon doktorları ayağımızdaki birkaç su toplanması dışında fiziki herhangi bir sorun görmediler.
Yarıda bırakılan bir çöl maratonu ve yıkılan hayaller! Ne planlamıştım, neler yaşamıştım. “Gününde olmak” deyimi tüm elit, profesyonel ve amatör sporcular için geçerli. Elbette maraton bitmişti, yarıda bırakmıştık ama benim maratonum devam ediyordu.
Grand Slam
Bir sonraki sene için hedefimi Grand Slam’e yönelttim, başarılı olursam bunu yapan ilk Türk sporcusu olacaktım. Grand Slam; bir takvim yılı içinde 4 kıtada 4 ultra çöl maratonunun tamamlanması ile kazanılan unvan. O zamana kadar 11 kişi vardı. Elbette ayrı bir cesaret, özveri, maddi manevi büyük güç isteyen bir ultra maraton silsilesi. Gobi bana güzel bir ders vermişti: Başarılı bir başarısızlık provasıydı. Maratonlar Güney Amerika kıtasında Atakama Çölü’nde 3-10 Mart, ikincisi Asya kıtasında 10-16 Haziran’da Gobi Çölü’nde, üçüncüsü Afrika kıtasında Sahra Çölü’nde 22 Ekim-3 Kasım’da ve son çöl adı verilen Beyaz Dünya olarak nitelendirdiğim 22 Kasım-3 Aralık tarihlerindeki efsane Antarktika’daydı. Gerçekleştirmeye niyetlendiğim bu 4 çöl maratonu, TIME dergisince 2010 yılındaki en zorlu 10 faaliyet arasında gösterilmekteydi. Henüz 4 çölü bir sene içinde bitiren kişi sayısı sadece 11 idi. 2012 yılında bu sayı değişecekti.
Atakama Çölü
Atakama Çölü’nü, katıldığı Dakar Rallileri ile bize tanıtan, geçen sene kaybettiğimiz değerli sporcu ve örnek bir karakter olan Kemal Merkit sayesinde biliyordum. Kemal Merkit’in Gobi Çölü öncesinde ses kayıt cihazıma kaydettikleri benim için büyük değerdeydi. Her maratonda yanımda bir tanıdığım ya da orada tanıdığım Türk sporcular da oluyordu, büyük şanstı benim için. 2011 yılında katıldığım Lykia Yolu Ultra Maratonu’nda tanıdığım Elena Polyakova ile gidecektim bu sefer. Kendisi de katıldığı ultra maratonlarda kürsüye çıkan başarılı bir sporcu. Elena sponsor bulamadığı için sonraki çöllerde yanımda yer alamadı. Son anda Atakama listesine dahil olmuş ve uçak biletlerimizi almıştık.
San Pedro de Atacama, Şili’nin muhteşem bir kasabasıydı. Her gittiğimiz havalimanında bavulların izini sürüyorduk, bavullar bizden 2 gün sonra geldi, en büyük tesellimiz malzemelere ulaşmaktı. Yarış faaliyet bölgelerine erken gitmenin en büyük faydası, ortama uyumun yanında malzeme konusunda da hazırlık süreci için uygun vaktinizin kalması. Atakama’da, Viyana’da yaşayan iki Türk ultra maratoncu ile tanıştık. Getirdiğimiz parmesan peyniri ve beraberindeki kurutulmuş pastırma oldukça leziz bir sürprizdi. Yarışlarda kişinin kendini tanıması, sınırları zorlaması ve bitiş çizgisini başarıyla göğüslemesi her yarışmacının ortak arzusu.
Hayatımda ilk kez gördüğüm Mars, burada göz kırptı. Yıldızlar bir battaniye gibi üzerimizi örtüyordu. Nasa, araştırmalar için bu çölde çalışmalar yapıyordu. Ülkeler gözlemevi kurarak eşsiz yıldız manzarasına şahit oluyorlardı. Kendi gözüyle görmeli insan, çekimleri izlemiştim ama orada olmak, yıldızların parıltısı altında yeni bir güne hazırlanmak, hepsi muhteşem anlardı. Sabah 5’te kalkıp sıcak su koyduğumuz kaplarımızda lapa yemek keyifli değildi ancak en keyiflisi 35-45 kilometre arası mesafeyi koşup sonrasında ana kampa ulaşarak o güne ait yemeğimizi yemekti. Her yemek gün gün ayrılmıştı, günlük minimum kalori miktarı 2 bin kilokalori idi. Yarışlar öncesindeki malzeme kontrolü çok ciddi tutuluyor. Yaklaşık 30 ayrı malzeme kontrol ediliyor: 20 çengelli iğne, parasetamol, yara bandı olmazsa olmaz malzemelerden birkaçı. Kendine yeterlik üzerine kurulu yarışta bir şikâyetiniz varsa, doktora ilkyardım malzemeleriniz ile gidiyorsunuz. Doktor yapılması gerekeni söylüyor ve kendiniz uyguluyorsunuz.
Atakama Çölü, Gobi Çölü’nde olduğu gibi 3 bin metrelerin üzerinde. RacingThePlanet isimli firmanın organize ettiği bu yarışmalara uluslararası birçok yarışmacı katılıyor. Firma bu sene 10. yaşını kutluyor. Çadırlar ortalama 10 kişiden oluşuyor. Organizasyonda koşucuların yanında dünyanın dört bir yanından gelen gönüllüler yer alıyor. Her gün kurulan onlarca çadır, yüzlerce yarışmacının sonraki bitiş noktasında tekrar kuruluyor. Serinin ilkinde tuz gölü etabı adeta rezistanslı bir fırın gibiydi. Gündüz ve gece arasındaki ısı çok farklıydı. Uzun günde yaklaşık olarak 74 kilometre yol alacaktık. Tuz gölü etabı sonrasında karşılaştığımız kum tepesi artık sınırlarımızı test ettiğimiz, kapasitemizi en yüksek seviyede zorladığımız bir andı. Gün içinde bir anda değişen hava, son 10 kilometre kala son gideceğimiz istasyonda havanın bozması ve iletişim kurulamaması, istasyonda önemli bir karar vermemiz gerekiyordu ve 10 dakika içinde bu karara vardık. Beklemeden hemen çıkmalıydık. 157 kişinin katıldığı ultra maratonu 142 kişi bitirdi.
Gobi Çölü
2011 yılındaki Gobi etabı Urumçi tarafında gerçekleşmişti. Bu yıl Kaşgar tarafında olacaktı. Yarışa Mustafa Kızıltaş ile gidecektim, kendisi Lykia Yolu Ultra Maratonu birincisiydi, çöl maratonu ödülüydü. İstanbul Havalimanı’nda karşılaştığımız Türk vatandaşı ve Kanada’da ailesi ile yaşayan Tan Torun da gönüllü olarak katılacaktı. Kaşgarlı Mahmud’un yaşadığı yerleri tekrar görmek ve orada olmak. Kaşgar, Sincan Uygur özerk bölgesinde yer alıyor. İki yıl önce tırmanış partnerim, dostum Cumhur Fevzi Baştuhan ve tırmanış amacıyla gittiğim Muztag Ata Dağı’nda tanıştığım aşçımız Kahraman ile şehirde karşılaşıyorum önce. Daha sonra görüyorum ki Kahraman, maratonu organize eden ekibe yemek yapıyor. 3 bin metrelerde geçen maratonda sıcak ve irtifa koşucuları zorladı. 160 kişinin katıldığı maratonu 145 kişi bitirdi. Maratonun finali ilk Türkçe sözlük yazarımız Kaşgarlı Mahmud’un türbesinin yanında sona eriyordu. Son 5 kilometreyi TEMA’dan Elif Hanım’ın armağan ettiği Türk bayrağımı kullandığım batonlardan birine takarak koştum. Büyük coşku ve tezahüratlar eşliğinde finişe ulaşırken Mustafa Abi de bu eşsiz anın videosunu çekerek ölümsüzleştirdi. Serinin ikinci ayağı sona ermiş, Gobi bu sefer davetkâr davranmıştı. Sırada dünyanın en büyük çölü Sahra vardı.
Sahra Çölü
Üçüncü kez katıldığım, bir hafta süren Lykia Yolu Ultra Maratonu (LYUM), Sahra öncesi önemli bir antrenmandı benim için. 240 kilometrelik Lykia Yolu sonrasında kumla kaplı halı üzerinde, tek bir gölgenin olmadığı, dünyanın en büyük çölü ve kum denizindeyim bu sefer. Kahire’de şehir merkezi dışında güzel bir oteldeyiz. Yarış bölgesine otobüsle 3 saatte gidiyoruz. Maratonda Türkiye’den sadece ben varım. Elena bu sefer gönüllü olarak katılmaya karar verdi organizasyona. Gönüllü olarak katılanlar da yarışmacılarla aynı şartlara tabiler. Ulaşım ve yemek için gerekli harcamaları kendileri karşılıyorlar. Yarışı bırakanlar ilk 3 gün içinde oldukça fazlaydı. Zira ilk çöl için oldukça hırçın ve de tehlikeli olabilir Sahra. Sahra’da fosil kalıntıları arasında kurulu açık hava müzesinden koşarak geçiyoruz. Uzun etapta 86 kilometre mesafe kat ettik, bitmeyen kum denizinde. Sahra organizatörlerine göre biz en iyisini yapıyorduk, çölü koşarak ve de yürüyerek en iyi şekilde yaşayabilirdik. 36 ülkeden 140 kişi katıldı ve bu maratonu 116 kişi bitirdi.
Son Çöl: Antarktika
En çok beklenen, heyecan uyandıran, ulaşılması en zor etap Antarktika’daydı. Bu çölde de Taner Damcı ile aynı kamarayı paylaşacaktık. Antarktika’ya Ushuaia’dan gemi ile hareket ettik. Dünyanın en uç noktası olan Ushuaia’ya bir gün geç gitmek zorunda kaldım, Buenos Aires’teki grev dolayısıyla. Tüm uçuşlar iptal olunca Buenos Aires’te plansız ama muhteşem bir mola verdim; üstelik Barselona’dan gelmesi gereken bavulum da gelmemişti. Ertesi gün bavulum ve ben buluşarak Ushuaia’ya uçtuk. 27 ülkeden 49 yarışmacı ile bir arada gemiye binmek için heyecanla bekliyorduk. Ushuaia, yedinci kıtaya en hâkim liman. Plancius isimli gemimiz limanda bizi bekliyordu. Gemiye yerleştikten sonra lobideki ilk tatbikatımız, gruplara ayrılarak kurtarma botlarına ulaşmaktı.
Güney Amerika ile Antarktika kıtalarının arasında kalan Drake Geçidi, Antarktika’dan gelen soğuk ve kuzeyden gelen sıcak suların buluşması, Büyük Okyanus’tan Atlas Okyanusu’na sürekli akıntı bulunması ve rüzgâra açık olması dolayısıyla yolculuğun en zorlu bölümüydü. Bir grup olarak scapolamin isimli bantlardan takmıştık kulak arkamıza, bir grup yarışmacı ilaç alıyordu. Pasaj geçişini iki günde atlattık ama aynı yol bizi dönüşte de bekliyordu. Toplamda 12 gün süren faaliyette inanılmaz yerler gördük, hayatımızda ilk defa buzdağlarına bu kadar yakından baktık. Penguenler bize rahatlıkla yaklaşıyor ve poz veriyorlardı fakat bizim onlara beş metreden fazla yaklaşmamız yasaktı. Gemide diğer çöllerin aksine üç öğün yemeğimizi organizasyon veriyordu. Hollanda gemisi Plancius oldukça konforlu bir gemiydi. Keyifli geçen yemekler ve sunumlar dışında kamaramızdaki televizyondan Antarktika ile ilgili filmler izledik, kitap okuduk. Yapılan anonslar ile elimizde fotoğraf makinalarımız güverteye koşuyorduk. Yunuslar ve balinalar şansımız yaver giderse bize eşlik ediyorlardı.
Bu faaliyette 4 gün süresince King George Adası’nda (11 saat 45 dakika), Dorian Körfezi’nde (8 saat), Neko Limanı’nda (2 saat 12 dakika), Danko Adası’nda (1 saat 50 dakika) koştuk. Finişe Taner Damcı ile birlikte Türk bayrağımız ile giriyorduk. Uzun süre dağda ve çölde kalmıştım ama ilk defa bir gemi ile bu kadar çok seyahat ediyordum. Ana kıtada bir gün tüm yarışmacılar olarak çadır kurduk, penguenler arasında. Danko Adası’ndaki koşumuz sonrası adalara ulaşımı sağlayan zodyak botlar ile gemiye tekrar döndük. Yemek sonrası yapılan tören ile madalyalarımızı alacaktık. Benimle beraber 17 sporcu daha 2012 yılı Grand Slam unvanı alanlar arasına katıldı.
ATLAS ŞUBAT 2013 / SAYI:239
Foto Galeri