Suyun, toprağın, insanın, tarihin, kültürün ve kuşun kaderi ne kadar da birbirine bağlı! Batman’ın Beşiri ilçesinin köylerinde yaşayan; dualarını yüzyıllardır Dicle ve kollarının kıyılarında yapan Anadolu’nun son Yezidileri, elleri yüreklerinde, yapımı süren Ilısu Barajı’nda suların yükselmesini bekliyor.
Yazı: Ferdi Akarsu / Fotoğraf: Selcen Küçüküstel
Yapımı süren Ilısu Barajı’nın tehdit ettiği doğa ve kültür varlıklarını araştırmak için yine Dicle kıyılarında, Hasankeyf’teydim. Kulağımda yıllar önce tanıdığım, “Yezidilik canlı ayırmaz, dahası varlık ayırmaz” diyen Samir Dede’nin sesi kalmıştı. İlk işim onu ziyaret etmek olacaktı. Beşiri’nin, Yanarsu Çayı etrafına dizilmiş yerleşimlerini bir bir geçerek Samir Dede’nin yaşadığı Kumgeçit köyüne gittim. “Acaba onu yine 2009 yılında olduğu gibi yol kenarında, sandalyesine oturmuş olarak mı göreceğim” diye düşünüyordum içimden. Ortada kimsecikler yoktu; köyün girişindeki göçer, bölgedeki deyişle “koçer” çadırlarının önünde duran bir iki kişiye sordum. Tarif ettikleri evi koşarak buldum ve kapıyı çaldım. Samir Dede’nin oğlu Fikret içeri buyur etti bizi. İşte Samir Dede yine karşımdaydı. İyice yaşlanmıştı artık ama bakışlarındaki o derinlik hâlâ yerindeydi…
Samir Dede’yi 2009’da tanımıştım. Dicle Vadisi’nde, Ilısu Barajı’nın tamamlanması halinde sualtında kalacak alanlardaydık. Bitkibilimciler, sürüngenbilimciler ve kuşbilimciler olarak tüm yöreyi araştırıyorduk; hangi canlıların yaşadığını tespit ediyor ve kayıt altına alıyorduk. Sözünü ettiğim öyle küçük bir alan da değil, 309 kilometrekare. Batıda Diyarbakır’ın Bismil ilçesinden doğuda Mardin’in Dargeçit ilçesi Ilısu köyüne, kuzeyde ise Siirt’e kadar uzanıyor. Batman’ın Beşiri ilçesinden geçen ve Dicle Nehri’ne bağlanan Yanarsu (Garzan) Çayı civarındaki taşkın düzlüklerine, mendereslere ve tarım alanlarına “acaba hangi kuş türleri ürüyor” diye bakıyorduk. Tüm kuşları kaydediyorduk ama aklımız hep Anadolu’nun en nadir türlerinden büyük kızkuşundaydı.
Yanarsu çevresinde araştırma yaparken büyük kızkuşunun yeni bir üreme alanını keşfettik. Fakat sevincimiz hemen sonrasında umutsuzluğa dönüştü. Çünkü bulduğumuz alan da Ilısu Barajı’nın suları altında kalacaktı. Bu karmaşık ruh hali içinde araziyi araştırmaya devam ediyorduk ki Yanarsu kıyısındaki köylerden geçerken Samir Dede’ye rastladık. Öyle ihtişamlı bir duruşu vardı ki, sandalyeyi asfaltın kenarına koymuş bacak bacak üstüne atmıştı. Civarda yaşayan kuşları, özellikle büyük kızkuşunu sorduk ona. Tabii Samir Dede için herhangi bir kuşun, dahası herhangi bir canlının diğerinden daha önemli olmadığını bilmiyorduk. “Yezidilik” dedi, “canlı ayırmaz, dahası varlık ayırmaz. Doğayı sayar…”
Yöre insanının doğaya bakışındaki bilgeliği çok iyi anlatıyordu bu sözler. Samir Dede, bir zamanlar on binlercesinin yaşadığı Anadolu’da kalan son Yezidilerdendi. Herkes göç etmek zorunda kalmıştı, Samir Dede ise her şeye rağmen dayanmıştı. “Dayandım” dedi ve ekledi: “Biz günde üç kez bu nehrin kıyısında güneşe dua ederiz. Ama baraj geliyor. Dicle’ye son dualar bunlar…”
Sonraki günlerde başka Yezidi ailelerle de tanıştık, köylerde birkaç hane kalmışlardı artık. Göç ettikleri Almanya’dan ilkbahar ve yaz aylarında köylerine geliyor, toprakları ekiyorlardı. Şimdi bir de Ilısu Barajı tehdit ediyordu onları, doğdukları toprakları suya gömmek, boğmak istiyordu…
Anadolu’nun kadim inançlarından biri Yezidilik. Türkiye’de sayıları iyice azalan Yezidilerin son köyleri Batman’ın Beşiri, Mardin’in Midyat, Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçelerinde bulunuyor. Yezidiler günümüzde Irak başta olmak üzere Suriye, Ermenistan ve Rusya’da, ayrıca yoğun olarak göç ettikleri Almanya’da yaşıyor. Nüfusları hakkında çeşitli kaynaklarda farklı bilgiler bulunmakla birlikte yaklaşık 700 bin civarında oldukları tahmin ediliyor. Anadolu’da ise geçmişte çeşitli kaynaklarda 10 binlerle ifade edilen Yezidi nüfusunun 200’ün altına düştüğü düşünülüyor. Özellikle 1980’li yıllar Yezidi nüfusunun dramatik bir biçimde azalışına sahne oldu.
Geçmişi 11. yüzyıla kadar uzanan Yezidiliğin kurucusu Şeyh Adiy bin Musafir. Yezidiler, şeyhin gömülü olduğu Irak’taki Laleş Vadisi’ni hac mekânı olarak kabul ediyor. Laleş’teki kutsal mekândaki suyla el ve yüzlerini yıkayan Yezidiler kutsanmış oluyor. Yezidilerin en önemli bayramları Laleş Vadisi’nde kutlanıyor, Yezidilikle ilgili tüm önemli kararlar da yine Laleş’te alınıyor. Yezidiler, Melek Tavus’un ve ilk iki insanın doğduğu günün çarşamba olduğuna inanıyor, bu nedenle Yezidilik için kutsal gün. Yezidilikte dünyanın sonsuz olduğuna da inanılıyor. İnsan yaptıkları ile dünyayı cennet ya da cehenneme çeviriyor.
Yezidilik, yalnızca Yezidi olarak doğanları kapsadığından “etnik din” olarak sınıflandırılıyor. Yezidiler Kürtçe konuşuyorlar; kendilerini “Ezidi” olarak adlandırılıyorlar. Yezidi inancında, diğer dinlerle benzerlikler bulunuyor. Örneğin Müslümanlıkta gördüğümüz sünnet, oruç ve kurban; Hıristiyanlıkta görülen takdis ayini ve vaftiz; Şamanizmdeki gibi doğal olguların kutsal olarak nitelendirilmesi; Sabiilerdeki gibi günde üç kez yapılan ibadet söz konusu benzerlikler arasında.
Dicle Vadisi’nde geçirdiğim süre boyunca Samir Dede’nin oğlu Fikret, Yezidileri daha yakından tanımamı sağladı. Fikret 25 yaşındaydı ama bıyıkları yüzünden daha yaşlı görünüyordu. Yezidiler için bıyık dini açıdan da büyük önem taşıyor, bu yüzden kesilmemesi gerektiğine inanılıyor. Fikret, birlikte geçirdiğimiz günler içinde bana varlık ve yokluk arasında gidip gelen bu kavmin, Yezidi bir gencin gözünden nasıl göründüğünü anlattı. Aslında bu, Yezidi köylerinde yaşayan bütün gençlerin ortak hikâyesi…
“Batman’ın Beşiri ilçesine bağlı, önünden Dicle Nehri’nin aktığı son Yezidi köylerinden birinde doğduk. Biraz büyüdüğümüzde köyümüzde diğer köylere nazaran daha az kişinin yaşadığını, daha az arkadaşımız olduğunu fark ettik. Sonra günler birbirini kovaladı, okul günleri gelip çattı. Herkes gibi okula gittik ama sırtımızda her çocukta olandan farklı bir yük daha vardı. Farklıydık. Yanlış anlaşılmalar ve onlarca hazin hikâyeyi tahmin ediyorsunuzdur korkarım. Sonrası derin bir yalnızlık ve acı. Günler geçiyor, okul bitiyor. Okul kadar zorlu askerlik günlerimizden sonra köyümüze dönüyoruz ve elimiz ekmek tutmaya başlıyor. Artık evlenme yaşımız da geliyor ama bir sorun var. Köyümüzde evlenebileceğimiz akranımız bir aday yok. Koskoca Anadolu’da 200 kişinin altında kalmışız ve bu nüfusun büyük bölümü yaşlılar. Gençlerin büyük bölümü Almanya’da. Üstelik Yezidi inancına göre başka dine mensup biriyle evlenmemize de izin yok. Ve bir de Yezidi inancında kast sistemi var, kastlar arasında evlilik mümkün değil. Bir de adı batsın ‘başlık parası’ var.” Fikret, “Laleş’te karar alındı ve başlık kaldırıldı ama burada hâlâ devam ediyor” diyor. “Hal böyle olunca evlenme şansımız yok gibi.” Görüldüğü gibi, Türkiye’de yaşayan Yezidi bir gencin hayatına misafir olduğumuzda ne kadar çok sorunla karşı karşıya olduklarını daha iyi anlıyoruz.
Yezidilik tektanrılı bir din, evrenin “Xweda”, “Xude” ya da “Ezda” adı verilen Tanrı tarafından yaratıldığına inanılıyor. Yezidiler için Kitab-ül Cilve (Tecelli Kitabı) ve Mushaf-ı Reş (Kara Kitap) adında iki kutsal kitap var. Tanrının evreni yarattığı, işleyişin devamı için de yedi meleği görevlendirdiği kabul ediliyor. Yezidiler bu meleklerden biri olan ve tavuskuşu ile simgelenen Melek Tavus’un Tanrısal iradeyi temsil ettiğine inanıyor.
Yezidiler yaşadıkları coğrafyalarda özellikle şeytana taptıkları gerekçesiyle baskı gördü. Oysa onlar için şeytan kelimesini, hatta mel’un gibi şeytanı anımsatan kelimeleri kullanmak dahi haram. Bir Yezidi tarafından şeytan kelimesinin kullanılması dinden çıkma nedeni olarak bile görülebiliyor. Farklı dinden birinin yanlarında şeytan kelimesini kullanması ise hakaret olarak nitelendiriliyor.
Yıllardır maruz kaldıkları bu haksızlığın, yanlış anlama ve baskıların onlar için ne kadar üzücü olduğunu tahmin edebilirsiniz. Tüm bunlar, Yezidilerin birçoğunun neden benimle konuşurken çekingen davrandığını açıklıyordu. O kadar çok yanlış anlaşılmışlardı ki. Evlerine misafir olduğumuz bir ailenin büyük kızı Songül’ün anlattıkları hiç aklımdan çıkmıyordu: “Eskiden yöre halkından bazıları bizim elimizden yemek yemezdi. Hatta yaptığımız keçi peyniri bile pazarda normalden ucuza satılıyor çünkü ‘Yezidi’nin elinden yemek haramdır’ diyorlar. Şimdi gitgide durum iyileşiyor ama gene de hâlâ öyle düşünenler var.” Bunları düşününce bize güvenip kapılarını açmaları, güler yüzleri, misafirperverlikleri daha da önemli geliyordu bana.
Fikret’le gittiğimiz Oğuz köyüne bağlı Onbaşı mezrasında tesadüfen heyecanlı bir kavuşmaya şahit olduk. Suriye’deki savaştan kaçan yaşlı bir Yezidi çift, Türkiye’deki akrabalarının evine ulaşmaya çalışırken kaybolmuş, kendilerinden bir süre haber alınamamıştı. Neyse ki tam biz oradayken köye sağ salim ulaştılar, evdeki neşeyi biz de paylaştık. Savaştan kaçan Suriyeli Yezidiler dışında yine bu ülkeden ve Irak’tan gelen Yezidi gelinler de var Anadolu’da. Eş bulmak zor olduğu için Anadolulu Yezidiler bu ülkelerden kızlarla da evleniyor. Fikret için de başlıca seçenek Irak ya da Suriye’den bir kızla evlenmek. Tabii bunun için henüz görmediği Irak’a, Laleş Vadisi’ne gitmesi gerek…
Yolculuklarımızın birinde Fikret yolun bir noktasında arabayı durdurup ekip biçtiği yerlere, Dicle manzarasına bakıp hüzünlenmişti. “Sevdiğim kızı buraya getireceğim” dedi. Sessizce birbirimize baktık. “Çocuklarıma buraları göstermek istiyorum” diye devam etti. “Yetişir mi sence” dedim. Ilısu Barajı’nı kastedip. Umutla bakıp gülümsedi, “Yetişir” dedi. İşte konu dönüp dolaşıp yine baraja gelmişti. Zaten bölgede hiçbir sohbet yoktu ki sonunda baraja bağlanmasın.
Ilısu Barajı, Yezidi köylerinin de içinde bulunduğu 200 kadar yerleşim birimini sualtında bırakacak. Bunların arasında insanlığın en değerli kültür varlıklarından Hasankeyf de bulunuyor. Aslında yok olan topyekûn Dicle Nehri Vadisi. “Bereketli Hilal”in kuzeydoğusunu oluşturan bölgede Roma, Bizans, Emevi, Abbasi, Artuklu, Eyyubi ve Osmanlı gibi birçok kültürün izlerini görmek mümkün. Yezidiler, Araplar, Keldaniler, Kürtler, Türkler, Süryaniler Dicle’nin hayat verdiği bu coğrafyada bir arada yaşıyor. Bölgede UNESCO’nun tehlike altında bulunan diller listesinde yer alan Süryanice ve Hertevince hâlâ yaşıyor.
Ilısu Barajı’ndan etkilenecek vadilerden biri de Garzan Vadisi. Bu vadide yürütülen arkeolojik kazılardan Sumaki Höyük, bölgenin geçmişini Neolitik Çağ’ın ilk aşamalarına kadar götürüyor. Arkeolojik alanların yanı sıra bölgede etkilenenler arasında göçerler de bulunuyor.
Ekolojik ve tarımsal açıdan son derece önemli olan Dicle Vadisi’nde bilinen ilk tarımsal üretim gerçekleştirildi. Arpa, keten ve nohut gibi birçok bitki ilk kez bu bölgede kültüre alındı. Günümüzde hâlâ Dicle Vadisi’nin taşkınlarla beslediği verimli ovalar, tarımsal açıdan bölgenin temel geçim kaynağı. Türkiye sathında belirlenen 305 önemli doğa alanından (ÖDA) üçü, Ilısu Barajı’nın sualtında bırakacağı bölgede yer alıyor. Çizgili sırtlan, Fırat kaplumbağası, büyük kızkuşu ve hatta leopar bu ÖDA’larda varlığını sürdüren canlılardan bazıları. Tüm bu özellikleriyle Hasankeyf’i de içine alan Dicle Vadisi, UNESCO’nun on “Dünya Mirası” kriterinin dokuzunu birden sağlayan dünyadaki tek yer.
Yezidiler yaşadıkları her anı cennet kılmakla mükellef görüyorlar kendilerini. Sanırım her seferinde sanki gidecekmişsiniz gibi size sarılmaları, size kendinizi iyi hissettirmek için çabalamaları ondan. Sonsuzmuş gibi hissettirdikleri iyilikleri de öyle. Üstelik bunu sadece insanlara da değil tüm canlılara ve varlıklara yapıyorlar. Büyük kızkuşu için, tüm Dicle için yapıyorlar. Son yıllarda Yezidi aileler köylerine geri dönmeye başlıyor. Midyat’a bağlı bir Yezidi köyünde Yezidi kültür merkezi açıldı mesela. Bakarsınız Dicle’ye edilen o son dualar Ilısu Barajı’nı da durdurur ve Dicle Vadisi’ni kurtarır. İyi haber şu; Fikret ilkbaharda Irak’a gidiyor. Yezidiler günümüzde hâlâ anlatılan; bir kavmin, bir kuşun ve Dicle’nin masalı. Burada nehrin, kuşun, insanın ve kültürün kaderi birbirine sıkı sıkıya bağlı. Çoğumuzun duyamadığı binlerce masaldan biri bu. Elbette görmek için bakmak, duymak için ise Dicle’ye okunan son duaları dinlemek gerekiyor…
ATLAS Ocak 2014/SAYI:250
Foto Galeri