Her köşesinde çocuk güzelliğinin ve saflığının, masumiyetin ışıltısının parladığı bir ülke Nepal. Bir çocukluk bahçesi. Bakışları, davranışları, kalpleri fetheden gülümseyişleriyle Nepal’in gelecekteki sureti onlar. Atlas, yoksunluklar içinde hayata tutunmakla kalmayıp, o hayata güzellik ve anlam katan Nepalli çocukların dünyasına konuk oldu.
Yazı: Kemal Tayfur / Fotoğraf: Kerem Yücel
Taraçalandırılmış pirinç tarlaları arasından zorlukla ilerledik. Çocukluğun sesinin çınladığı kaynağa vardığımızda akşam olmuştu. Etrafı çitle çevrili bir bahçe içerisinde, kıran kırana bir futbol maçı oynanıyordu. Kuralsız, hakemsiz, kimin hangi takımda olduğu belirsiz, her oyuncunun her iki kaleye de gol atmaya çalıştığı sert bir mücadele. Futbolu gerçek bir çocuk oyununa dönüştürmüşlerdi. Öğretmenleri onlarla ilgilenmiyor, onlar da öğretmenlerine bakmıyorlardı. Eğlence ve heyecana o kadar kaptırmışlardı ki kendilerini, uzak diyarlardan gelen biz yabancıları bile fark etmemişlerdi. Hayır, fark etmişlerdi aslında ama oyunlarını kesmelerine değecek kadar ilginç bulmamışlardı.
O an bizim çoktandır unuttuğumuz bir şeye tanık olduğumu düşündüm. Bir zamanlar biz de antrenörü, hakemi, kuralı, seyircisi olmayan oyunlar oynardık. Yetişkinlerin karışmadığı, yönetip yönlendirmediği, zamanının belirlenmediği, kendimizi izleyenlere beğendirmek zorunda olmadığımız oyunlardı bunlar. Sadece geleneksel olanlar değil, futbol gibi seyredenler için oynanan oyunlar için de geçerliydi bu durum. Çocuk oyunlarının çocukça oynandığı zamanlardı.
Zamanımızda çocukları her yerde görürsünüz. Okulda, sokakta, iş hayatında, evde. Yetişkinler gibi hareketli bir hayatın içinde. Onları yetişkinlerden ayıran tek farkları fiziksel olarak küçük olmalarıdır. Onun dışında yetişkinler gibi davranan, yetişkinler gibi giyinen, kural ve yasalara uymaları beklenen, beklentiler doğrultusunda hareket etmediğinde cezalandırılan “birey”ler, çocukluktan arındırılmış çocuklar görürsünüz. Bugün tüm modern toplumların en büyük sorunlarından olan, çocuğa yönelik şiddet, cinsel taciz gibi suçların ve yanı sıra çocukların işlediği suçların olağanüstü artışını bu duruma bağlayan bilim insanları var. Çocukluğun yok oluşu, çok ciddi yasal korumalar altında olsalar da çocukları çok daha korumasız ve şiddete açık hale getirdi.
İşte Nepal’de, Katmandu yakınlarındaki Kirtipur’da yaşları 7 ila 11 arasında değişen bu çocuklarla karşılaştığımda, çocukluk denilen masumiyet çağını hatırladım. Sonra küçük bir spor salonunda toplanıp kendine özgü eğlencelerini ve kendiliğinden örgütlenen oyunlarını sergilerlerken, içlerinden birinin oyundan tümüyle koptuğunu ve bir defterin sayfalarına daldığını gördüm. Defter aslında sayfalarına fotoğraflar yapıştırılmış bir albümdü.
Bu çocuklar sokaklardan toplanmış çocuklardı; uçurumun kıyısından, kötülük dehlizlerinden, açlıktan ve sefaletten çıkıp gelmiş kayıp çocuklardı. Evden kaçmış, ailesi tarafından çalışsın, para kazansın diye getirilip kentlere terk edilmiş yalnız çocuklar. Buraya gelmeden sürdürdükleri dehşet hayatı boyunca hiç çocuk olmamışlardı, çocukluklarını hiç yaşayamamışlardı. Şimdi burada, çalışmak, bir parça ekmek için dilenmek, hayatta kalmak için yetişkinler gibi davranmak zorunda olmadıkları bu sığınakta çocukluğu keşfediyorlardı.
Aslında hiç bilmedikleri değil, yaşayamadıkları bir şeyi keşfetmişlerdi. Sözünü etmeseler de o defter o çocukların çocukluk belleğiydi. Okulun müdürü, sokağa düşen, yıllarca ailelerinden ayrı yaşayan bu çocukların her birinin üzerinden bir fotoğraf çıktığını anlattı. Anne babalarının, varsa kardeşlerinin bulunduğu bir fotoğraf. Evlerinden kaçanlarda da, ailesi tarafından sokaklara terk edilenlerde de, onları ailelerine bağlayacak bir iz gibi. Öğretmenleri bu fotoğrafları bir defter içinde toplamış ve onları çocukluklarına döndürecek bir eğitim aracı gibi kullanmaya başlamışlardı. Başlangıçta ailelerinden asla söz etmeyen bu çocuklar, zamanla hem öğretmenlerine hem birbirlerine aile fotoğraflarını gösterip anılarını paylaşır olmuşlardı.
Çocukların Sesi adıyla hizmet veren bu kuruluş hem okul, hem barınak, hem rehabilitasyon merkezi. Yerel bir sivil toplum örgütü olan Çocukları Koruma Vakfı’nca oluşturulmuş ama uluslararası destek de alıyor. Mobil iletişimin öncülerinden TeliaSonera’nın desteklediği İsveç merkezli bir vakıf, çocukların korunmasına ve eğitimine ilişkin geniş çaplı bir programın hayata geçirilmesi için yerel vakıfla ortak çabalar geliştiriyorlar. Bu çabaların bir ürünü olarak ortaya çıkan Çocukların Sesi merkezi, iki konuda faaliyet yürütüyor. Biri sokak çocuklarının barındırılması, eğitimi, rehabilitasyonu, ailelerine ve topluma kazandırılması. Diğeri ise çocuklara yönelik cinsel tacizin önlenmesi. Merkezin Müdürü Govinda Koirala, bugüne dek sokaklara terk edilmiş 1178 çocuğun korumaya alındığını söyleyerek, “Çocuklar burada yeniden çocukluklarına kavuşurken, uzmanlarımız aileleriyle bağlantı kurup onları da sürece dahil ediyor” diyor. Bu sayede 430 çocuğun yeniden ailesine kavuştuğunu belirtiyor. Merkez, ekonomik bakımdan güçsüz ailelere de destek olarak, sokak çocukları sorununun köklü bir şekilde çözüme kavuşmasını amaçlıyor. Merkezin bir başka faaliyeti ise şiddet ve cinsel saldırılara maruz kalan çocukları korumak. Bugüne dek tespit edilebilen durumlarda hem saldırganların cezalandırılmasını, hem de toplumda bu yönde bir bilinç uyandırarak cinsel tacizin engellenmesini sağlamaya çalışıyor.
Çocukları tehdit eden bir diğer tehlike ise uyuşturucu. Uyuşturucunun kaynağı konusunda herkes hemfikir: Yabancı turistler. Uyuşturucu bağımlısı Batılı turistlerin talepleri karşılanırken, aynı alışkanlık gençler ve çocuklar arasında bir salgın gibi yayılıyor.
Nepal’de çocukları koruma ve eğitimlerine katkı sağlama konusunda öncülük yapan şirketlerden biri olan TeliaSonera’nın GSM operatörü Ncell’in Kurumsal İletişim Müdürü Sanju Koirala, kendini çocukların, özellikle de kız çocukların gelişimine adamış bir eğitim gönüllüsü, bir çocuk hakları aktivisti. Sorunları bir bir sayıyor: Çocuk işçiliği, uyuşturucu, cinsel taciz ve şiddet, kız-erkek çocuk ayrımı, erken yaşta evlilikler, sağlık ve eğitim hizmetlerinden yararlanamama ve en vahimi çocukların köle gibi satılması. “Tüm bunlar yoksullukla bağlantılı” diyor Sanju Koirala. “Kız erkek bütün çocuklara eğitim imkânları sağladığımız zaman hem yoksulluğun, hem de çocuklarımızı yaralayan sorunların önüne geçmiş olacağız.” Onun için Ncell olarak okul yaptırmaktan mevcut okulların araç gereçlerinin sağlanmasına, dijital kütüphaneler oluşturulmasına, bilgisayarlarla donatılmasına, kız çocuklarına burs sağlanmasına kadar pek çok alanda eğitime katkı sunduklarını söylüyor.
Nepal, dünyanın en az gelişmiş ya da geri bıraktırılmış ülkelerinden biri. 29 milyonluk nüfusun büyük çoğunluğu Katmandu Vadisi’nde yaşıyor ve bu nüfusun yüzde 40, yani yaklaşık 12 milyonu 15 yaşın altında. Halkın yüzde 80’i kırsal bölgede yaşıyor ve geçimini tarımdan sağlıyor. Kişi başına gelir 742 dolar olarak gözüküyor ama toplam nüfusun yüzde 24’ünün günlük geliri bir dolardan daha az. Okuryazarlık oranı yüzde 48. Okullar yetersiz, çoğu köyde okul yok, mevcutlar da kapısı penceresi olmayan duvarlardan ibaret. Ulaşım en ciddi problemlerden biri ve çocukların okula gidip gelmesi bazı bölgelerde imkânsız. O yüzden pek çok okul yatılı eğitim uyguluyor. Son yıllarda devletin eğitim alanındaki atılımlarına rağmen hâlâ en az 500 bin çocuk hiçbir şekilde eğitim alamıyor. Verilere göre, çocukların yüzde 70’i okula başlayabiliyor ancak eğitime devam edenlerin oranı ilerleyen yıllarda düşüyor. Öyle ki 10. sınıfa kadar gelenlerin oranı sadece yüzde yedi. Eğitimini devam ettirebilenlerin çok büyük çoğunluğu ise erkek. Kızlar ya okula hiç gönderilmiyor ya da çok küçük yaşlarda eğitimden koparılıp evlendiriliyor. Bayan Sanju, geleneksel kültürde kız-erkek çocuk ayrımının çok derin olduğunu belirterek, “Aileler daima erkek çocuk ister, erkek çocuklar el üstünde tutulur” diyor.
Kırsal bölgelerde 11-12 yaş, kız çocukları için evlilik yaşı; 20 yaşında olup da evlenmemiş kız görmek neredeyse imkânsız. Bu evliliklerin neredeyse tamamı görücü usulü gerçekleşiyor. Henüz ergen olmuş bir kız çocuğu, daha önce hiç görmediği, tanımadığı kendisi gibi çocuk yaştaki bir oğlanla evlendirilince ne yapar? O çocuk gelinlerden biriyle Bhaktapur’da bir Hindu tapınağında karşılaştım. O an tesadüfen oradaydık ama düğün sahipleri bizi Tanrı misafiri saydılar ve sofralarına aldılar. Gelin, geleneksel kırmızı gelinlik giydirilmiş, süslenmiş püslenmiş 13 yaşında güzel bir çocuktu ve gelin koltuğunda sessizce oturmuş, gelip kendisini götürmelerini bekliyordu. İçinde damadın oturduğu gelin arabası tapınağın kapısına dayandığında, gelin tarafı kızı dışarı çıkardı. Arabaya doğru hareketlendiklerinde çocuk gelin annesine sarıldı ve onu annesinden koparmak mümkün olmadı. Dakikalarca hıçkıra hıçkıra ağladı. Arabada oturmaya devam eden damat kafasını çevirip bakmadı bile. Rehberimiz açıklama gereği duydu: “Bu kız hiç tanımadığı bir eve gidiyor, yeni evine alışsın diye de bir yıl boyunca ailesini göremeyecek. O yüzden ağlıyor.”
Nepal gezimiz tam da düğün sezonuna denk gelmişti ve bu hüzünlü düğün dışında pek çok düğüne konuk olduk. Bandipur yakınlarındaki bir dağ köyünde gelin evine götürülen hediyelerin konulduğu ağır sepetlerin bağlarını omuzlarına değil de başlarına dolayıp iki büklüm taşıyan gencecik kızlar, oğlanlar ve damat ailesinden oluşan düğün alayıyla bir başka köye yürüdük. Mutlu, neşeli ve eğlenceli bir düğüne tanık olduk. Kirtipur’da neredeyse tüm mahallenin katıldığı, adeta bir festivali andıran bir başka düğünün zengin ziyafet sofrasına oturduk.
Düğün ya da dini tören, okul ya da pazar; nereye gittiysek insanların kapılarını, kalplerini bize açması için onların dilinde “namaste!” diyerek selamlamak yeterli oldu. Sadece bize karşı değil, birbirlerine karşı da saygılı, güler yüzlü bir insan sıcaklığıyla karşılandık. Öykümüz çocuklar olduğu için anne babaların, yetişkinlerin çocuklar hakkındaki düşüncelerini, çocukların onlar hakkındaki duygularını derlemeye çalıştık.
Gitmeden önce okuduğum bir makale Nepal’in kadınlar ve kız çocukları için “bir cehennem” olduğunu yazıyordu. Nepal Devrimci Kadın Örgütü’nün kurucusu ve Maocu partiden milletvekili Jayapuri Gharti de aynı fikirdeydi. “En ağır işlerde kadınlar ve kız çocukları çalıştırılıyor, en temel haklardan bile yoksunlar” diye feryat ediyordu. En ucuz emek onlarınkiydi çünkü. İletişim uzmanı Milan Sharma, meseleyi özellikle çocuk işçiliği çerçevesinde ele alıyor ve durumun korkunçluğundan yakınıyor. “İllegal olduğu için bilinmiyor ama çoğu karın tokluğuna çalışıyor.” Ülkenin batı bölgesinde, çok daha korkunç bir dram yaşanıyor. Hindistan genelevlerine ve yabancı ülkelerde zengin evlerine her yıl yaklaşık 12 bin çocuğun satıldığı söyleniyor. İşin içinde mafya da var tabii ki; ama mutlak yoksullukla boğuşan aileler çocuklarını bu mafyaya kendi elleriyle veriyor.
Nasıl olabilir? Yaşayan Tanrıçasını kız çocukları arasından seçen ve o çocuğa büyük bir saygı ve özen gösteren toplum, nasıl olur da kız çocuklarını en ağır işlere koşulacak parya statüsünde görür? Bunun kültürel ve sosyal nedenleri var tabii ki; Hindistan kadar olmasa da hâkimiyetini hâlâ sürdüren kast sisteminin payı var. Ancak kast sistemi çözülüyor, kültürel yapı yeni biçimler kazanıyor. Kız çocukları ve kadınlar bu süreçten yeni haklar edinmiş olarak çıkıyorlar. Nepal’de şimdi “kadının en azından moral köleliğinin büyük oranda ortadan kaldırıldığını” söylemek mümkün. Özellikle şehirlerde kadınlar toplumsal ve siyasal hayata daha etkin bir şekilde katılıyorlar. Parlamentoda varlar ve kadın ve çocuk hakları için mücadele ediyorlar. Sanju Koriala da bir dönüşüm yaşandığını, hükümetin kadın hakları ve çocukların korunması bakımından ciddi ve önemli adımlar attığını söylüyor.
Öte yandan, monarşiden cumhuriyete geçildiğinde (2008) Nepal Yüksek Mahkemesi yayınladığı bir talimatla hükümetten çocuklara eğitim, sağlık gibi temel insan haklarını sağlamasını istemişti. Yüksek Mahkeme, çocukların haklarının kültür adına çiğnenemeyeceğini de hükme bağlayarak hükümetten, “Yaşayan Tanrıça” olarak seçilen çocukların durumu hakkındaki reform ve olanakları da içeren ayrıntılı bir raporu bir yıl içinde sunmasını istedi. Ama o yıllarda iktidar ortağı olan Maoist partinin vaatlerinden biri olmasına karşın “Yaşayan Tanrıça” konusunda bir reform gerçekleştirilemedi.
Nepal’in başkenti Katmandu’nun kalbi, Durbar Meydanı’nda atar. Yaşayan Tanrıça Kumari Devi’nin yaşadığı evi de barındıran bu meydan aslında bir kutsallık denizidir. Şiva’ya, Ganeş’e, Krişna’ya adanmış tapınaklar, stupalar, kutsal yapılar, Tanrı ve kral heykelleri, ikonları, sunaklar, sütunlar, eski saraya ait binalarıyla bu meydan hayatiyetini hiç kaybetmeyen bir din vahasıdır. Sadece bu meydanda 42 tapınak, her sokakta adım başı bir kutsal alan vardır. Meydan, tümüyle bir ibadethanedir. Her tapınak, her sokak, her köşe her an bir ayine sahne olmaktadır. Sabahın ilk saatlerinden itibaren meydanı, Tanrı ve Tanrıça heykellerinin önünde ellerini göğüslerinde kavuşturup saygıyla eğilen, o heykelleri taze çiçeklerden yapılmış kolyelerle süsleyen, adaklar sunan, adak boyalar süren, tütsüler yakan, dua çarklarını çeviren insanlar doldurur. O insanları kutsayan saduların, Budist rahiplerin ilahileri, duaları büyülü bir hale gibi meydanın üzerinde salınır durur. Bütün bu ilahi atmosfere seyyar satıcılar, iş güç peşinde koşan yoğun bir kalabalık, düdükleri, kornaları hiç susmayan bisikletler, motosikletler, otomobiller ve sayısız turist eşlik eder.
İşte burada, saray meydanının hemen girişinde, Kumari Devi’nin, Yaşayan Tanrıçanın evi bulunur. 1757 yılında yapılmış üç katlı beyaz bir bina bu. Kapısı her an açık ve ziyaretçiler bu kapıdan geçip küçük bir avluda toplanıyorlar. Avluya bakan balkon ve pencere pervazları ahşap sanatının mükemmelliğini sergiliyor. İşte o pencerelerden birinin kenarında bir rahip oturuyor. Avluyu dolduran çoğu turist kalabalığı gözlüyor. Nepalliler Tanrıçalarına sesleniyor, turistler huşu içinde bekleşiyor. Penceredeki rahip, fotoğraf çekilmeyeceğinden emin olduktan sonra işaretini veriyor ve nihayet Tanrıça görünüyor. Çarpıcı makyajı ve olağanüstü güzelliğiyle 8 yaşında bir kız çocuğu bu. Hinduların, Tanrıça Taleju’nun, onun bedeninde yaşadığına inandıkları bu çocuk ilgisiz, ifadesiz bakışlarla insanlara bakıyor. Aşağıdaki kalabalığın saygı ve nezaket yüklü selamlarına herhangi bir karşılık vermiyor. Sanki bu dünyanın bir parçası değil. Yaklaşık dört yıldır bu evde yaşıyor ve ergenlik çağına geldiğinde, 12 ya da 13 yaşında, Tanrıçalığı elinden alınacak ve yüklü bir çeyiz verilerek evine gönderilecek. Eski bir Tanrıça ile evlenmek kötü şans getirir korkusuyla belki de onunla kimse evlenmeyecek.
Dışarıdan bakanlar, bu kültüre yabancı olanlar için hüzün verici bir hikâyedir onunki. Ama Nepalliler için kralın ve halkın koruyucusu Tanrıça Taleju’nun reenkarnasyonudur. Hakkında söylence çoktur. İnanışa göre, Hindistan’dan gelip Katmandu Vadisi’ni yurt yapan Hint Malla Krallığı’nın hanedan Tanrıçasıdır Taleju. Bir hikâyeye göre kralın densizliği, bir diğerine göre kraliçenin kıskançlığı yüzünden Taleju, Katmandu’yu ve halkını korumaktan vazgeçer. Ancak hatasını anlayan kralın yalvarmalarına dayanamayıp küçük bir kız görünümünde geri döner. O günden sonra da şehrin ve halkın koruyucu Tanrıçası olarak bakire kız çocuklarında bedenlenir. O kız çocuklarından hangisinin “Kumari”, Yaşayan Tanrıça olduğunu belirlemek de rahiplerin işidir. Yüzyıllardır, ülkedeki 3-4 yaşlarındaki kızlar arasından seçilen Kumariler, halkın ve krallığın koruyucusu olarak yaklaşık on yıl işte bu evde tutulmuştur. Aslında Katmandu’nun Yaşayan Tanrıça’sı Kumari Nepal’deki tek Kumari değildir. Nepal gezimiz boyunca bize eşlik eden Anil’in söylediğine göre iki Kumari daha bulunmaktadır ki bunlardan en önemlileri Patan ve Bhaktapur’dakilerdir. Ancak Katmandu’daki bir krallık Tanrıçası olduğu için hep daha önemli sayılmıştır. Tabii bu geleneğin çok yaygın bir versiyonu da vardır. Katmandu Vadisi’nin kız çocukları, Mohani Bayramı’nda kısa süreliğine ve kendi aileleri için Tanrıça olurlar.
Kumari Devi’lerin seçim işlemi aynen Dalay Lama’nın seçimi gibi çetrefilli ve zor bir süreçtir. Kumari olmak kolay değildir. Öncelikle Newar halkından ve Shakya kastından 3-5 yaş arasında olmalıdır. Herhangi bir hastalık geçirmemiş, doktora ihtiyaç duymamış, vücudunda yara izi bulunmayan, ağlamayan, akıllı, asil, güzel olmalı, Nepal halkının inanışlarında yeri olan “ilahi evlilikleri” yapmamış olması gereklidir. Ayrıca çocuğun doğum haritasıyla kralınki arasında uygunluk görülmelidir. Bunlar da yetmez ve kız çocuğunun 32 fiziksel özelliğe sahip olup olmadığına bakılır. Örneğin göz şekli, ses tonu, hatta diş yapısı, ayak ve ayak parmakları, beli, göğüs bölgesi tanımlanmış ölçüle göre belirlenir. Vücudun banyan ağacına, göğüs kısmının aslana benzemesi beklenir.
Tüm bu özelliklere sahip kız çocuğu, korkunç deneylerden ve sınavlardan geçirilir ve Tanrıçalık makamına oturtulur. O andan itibaren yöneticileri kutsar, dini törenleri yönetir, derdine derman arayanlara şifa sağlar. Yüz ifadesine bakılarak yöneticilerin yaptıklarının doğru mu yoksa yanlış mı olduğuna karar verilir. O mutluysa halk zenginleşir, mutsuzsa çatışmalar baş gösterir. O çocuk, Nepal halkının geleceğini haber veren canlı bir mesaj gibidir.
Çocukluğunu yaşayamadığı, yaşıtlarından koparılıp dinsel törenlerin ve kuralların katı kasvetine kapatıldığı, ergenliğe erdikten sonra da hiç tanımadığı bir hayatın içine sokulduğu için bu çocuklara ilişkin hüzünlü hikâyeler yazmak mümkün ve yazılıyor da. Tanrıçalık statüsünde olsa bile burada bir çocuk hakları ihlali aramak zamanımızın etik bir tavrı olarak kendini gösterebilir. Ama mutluluğu, zenginliği, huzuru bir çocuğun bakışlarında, yüz ifadesinde arayan bir kültürün çocuğu ve çocukluğu ihmal ettiği doğru değildir.
Sorun kültürden kaynaklanmıyor. Ve tek nedeni de yoksulluk değil. Öyle olsa sadece Nepal’e ya da Nepal gibi ülkelere özgü olurdu. Oysa, çocuk haklarının aşırı bir tutkuyla gözetildiği zengin ülkelerde bile şiddet, taciz, uyuşturucu bağımlılığı her geçen yıl katlanarak artıyor. Çocukluğunu kaybediyor insanlık ve böylelikle ruhunu da kaybediyor.
Herodotos’un 2 bin 500 yıl önce anlattığı bir öyküye kulak verelim. Bir kâhin Korinthlilere, büyüdüğünde kendi kentlerini yıkacak bir çocuktan söz eder. On Korinthli o çocuğu öldürmek üzere evine giderler. Anne onların dostluk ziyareti yaptığını sanır ve gönül rahatlığıyla çocuğunu onlardan birinin kucağına verir. Çocuk gülümser ve onu öldürmeye gelmiş adamların kalbini fetheder. Adamlar korkunç görevlerini yerine getirmeden dönüp giderler. Bir çocuğun gülüşüne kendi dünyalarını feda etmişlerdir. Bugünün kalpsiz dünyasında aranan insanlık işte budur.
Nepal, o muhteşem dağları, yeşil vadileri, kutsal nehirleriyle eşsiz bir doğanın, görkemli tapınakların ülkesi; ama bana sorarsanız tüm güzelliğini bir gülümseyişle kalpleri fetheden çocuklarına borçlu.
ATLAS Ocak 2014/SAYI:250
Foto Galeri