Küçük bir tren istasyonuydu, 1921’de çizilen sınırla Suriye’de kaldı. Şam yönetimi oraya “Ayn el Arap”, Kürtler ise “Kobani” dedi. Bugün IŞİD vahşeti nedeniyle 200 bin kişinin evini terk ettiği Kobani’de sokak sokak var olma savaşı veriliyor. Şanlıurfa’ya bağlı Suruç’un sınır köylerinde yaşayanlar trajedinin her anına tanık oldu.
Yazı: Serdar Korucu / Fotoğraflar: Yasin Akgül
Yaklaşık 100 yıl önce sadece küçük bir tren istasyonuydu. Bugünse IŞİD’in saldırıları nedeniyle dünyanın gündeminde yer alıyor. Suriye’nin kuzeyinde bulunan, Şam yönetiminin “Ayn el Arap”, Kürt nüfusunsa “Kobani” (Kobanê) olarak adlandırdığı bölge bugün var olma mücadelesi veriyor.
Türkiye’nin güneydoğusunda, ülkenin en uzun kara sınırı boyunca uzanan demiryolu hattı, yerleşim birimlerinin sadece sınırını değil, kaderlerini de ayırıyor. Şanlıurfa’nın Mürşitpınar ilçesi ile Halep’e bağlı “Ayn el Arap” da bunlardan biri. Bölge aslında Ankara hükümeti ile Fransızlar arasında 1921’de çizilen Türkiye-Suriye sınırının ikiye böldüğü bir alan. Daha önce ikisi de yüzlerce yıllık geçmişe sahip Urfa’ya bağlı Suruç’un içerisinde yer alıyordu.
Suruç ismi pek çok kaynağa göre Tevrat’ın ilk kitabı olan Tekvin, yani Yaratılış bölümünde anılan, İbrahim Peygamber’in dedesinin babası olan ve 230 yıl yaşadığına inanılan Serog’a dayanıyor. Ancak bölgeyi Kürt nüfus Suruç yerine “Pirsus” diye adlandırıyor. Yüzyılın başında bu alan Kürtler arasında ikiye ayrılıyordu: “Yukarı Pirsus” denilen yer bugünkü ilçe merkezini ifade ederken, “Aşağı Pirsus” hem Mürşitpınar hem de Kobani’yi kapsıyordu. Kürtlerin “Aşağı Pirsus”, Araplarınsa “Ayn el Arap” dediği bölgeyi ön plana çıkartansa Osmanlı İmparatorluğu ile sömürgecilikte geç kaldığı için süper güç olma şansını sultanla iyi ilişkiler kurmakta ve onun toprakları üzerinde arayan Almanya’nın Berlin-Bağdat Demiryolu projesi oldu.
Proje 1912 yılında tamamen sona ermemiş de olsa raylar, o dönem yabancı kaynaklarda Arapça “Ayn el Arap” sözünün Türkçe karşılığı olan “Arab Punar” denilen bu bölgeden geçti. Ancak yerel anlatıya göre demiryolunu inşa eden şirketin Almanca adı olan “Kompanie”, zamanla değişime uğrayacak, “Aşağı Pirsus”a Kürtler arasında “Kobani” adının verilmesine neden olacaktı.
Fransa ile Ankara yönetimi arasında Türkiye-Suriye sınırı çizilirken ikiye bölünen bu yere bir başka isim daha ekleniyordu: Mürşitpınar. Arapça adı “Ayn el Arap”, Kürtçe adı “Kobani” olan bölgenin Türkiye tarafında kalan bölgesine “Mürşitpınar” adı konuluyordu. Bunun altındaysa yine yerel anlatıya göre Arapların, Türklerin “mürşit”i yani doğru yol göstericisi olması yatıyor. Tabii burada “yol”dan kasıt İslam dini…
Bölgenin dünya gündemine gelme nedeni, hilafet ilan ederek kendini “İslam Devleti” olarak duyuran Irak Şam İslam Devleti’nin 15 Eylül’deki saldırısı oldu. 1925’teki Şeyh Sait Ayaklanması sırasında Ankara’nın sert politikasından kaçan Kürtlerin ilk sığınma noktalarından biri olan bölge bu kez şiddetin hedefindeydi. Hafızalarda yer eden tarihi görüntülerse 19 Eylül günü öğle saatlerinde geldi. Dört gündür kapıların açılmasını bekleyen yerel halkın Türkiye sınırındaki bekleyişi sona erdi. Sivillerin, savaşın yıkımından kaçışları açıkça görülüyordu. IŞİD’in korkusu ile kucaklarında ufacık bebeklerini taşıyan anneler, tekerlekli sandalyesiyle yaşama tutunmaya çalışan yaşlılar, evlerinden son anda çıkartabildikleri kuş ya da köpeklerini taşıyan aileler kuzeydeki akrabalarına sığınmak için var güçleriyle çabalıyorlardı. Zaman zaman tansiyonun yükseldiği, sinirlerin gerildiği sınır hattında bekleyen askerler bu kez ailelerin geçişine yardım ediyordu. Gelenlerin gözündeki yaşama tutunma umuduna, ata topraklarını geride bırakmanın hüznü karışıyordu.
Fakat sınır bu süreçte sadece Suriye tarafından Türkiye’ye geçenler tarafından da aşılmadı. Bir başka grupsa karşı tarafta, IŞİD’e karşı savaşanlara yardım etmek istiyordu. Ancak karşılarına az önce Suriye’den gelenlere yardım eden güvenlik güçlerinin engeli çıkmıştı. Fotoğrafçı Yasin Akgül o anları gerilimin en tırmandığı dönem olarak niteliyor: “İki taraf da önce sınırı belirleyen raylar üzerine toplandı. İlk olarak Türkiye’den Suriye’dekilere su taşınıyor, şişeler veriliyordu. Fakat her geçen dakika kalabalık çok daha fazla arttı. Suriye’dekiler de sınırın tellerini zorlamaya başladı. Sonunda tel örgüler yer yer yıkılmaya başladı. Sınırın Türkiye tarafındakiler Suriye’ye geçiyordu. IŞİD bölgenin 10 kilometre uzağında olduğu için hayat o dönemde rutin devam ediyordu.”
Bu durum uzun sürmedi. IŞİD bölgeyi kısa sürede kuşattı, hatta Kurban Bayramı’nda YPG’nin elindeki mevzilerin bir bölümünü de ele geçirdi. Artık şehir savaşı başlıyordu. Bu süreçte bölgedekilerin umudu uluslararası koalisyon oldu. ABD Başkanı Barack Obama’nın 10 Eylül’de IŞİD’e karşı stratejisini açıkladığı tarihi konuşmasının ardından başlayan operasyonlar, örgütün ilerleyişini bir nebze olsun durdurdu, durdurmaya da devam ediyor. Sınırın Türkiye tarafında her jet sesinde bölgedekilerin gözleri karşıya çevriliyor, ardından patlama sesi ve bir zamanlar yaşadıkları bölgenin üstünü koyu bir duman sarıyor. İşte o an Türkiye tarafından zılgıtlar yükseliyor, “Biji Obama”, yani “Yaşasın Obama” sloganları atılıyor. Fakat acı haberler hemen bu görüntülerin sonrasında geliyor. IŞİD ikmal yolları vurulmuş olsa da adeta gövde gösterisi yapmak istercesine bu kez çok daha sert bir şekilde, araçlara doldurduğu patlayıcılarla saldırıyor. Havan mermileri o kadar sık atılıyor ki bazen sınırı da aşıyor. Kimi zaman Türkiye’deki zırhlı araçların bulunduğu alanlara, kimi zamansa yerleşim bölgelerine düşüyor. Henüz bu nedenle hayatını kaybeden olmasa da her havan mermisinin düşüşü bölgedekilerde korkuyu bir kat daha artırıyor.
Bu nedenle herkesin gözü kulağı, yaklaşık 200 bin kişinin evini terk ettiği bölgeden gelecek haberde. IŞİD her ele geçirdiği cephede bayraklarını Türkiye tarafından görülebilen tepelere ve yüksek binalara asıyor. YPG (Yekitiya Parastina Gel/ Halk Savunma Birliği) ise kazandığı her hattı hızla sınırın öte tarafına bildirmeye çalışıyor. Kurşunlar, mermiler, bombalar kadar psikolojik savaşın da etkili olduğu bu süreçte kesin olan tek şey bölgede kanın akmaya devam ettiği. İki taraf kayıplar verse de vazgeçmiş değil.
Türkiye’de Kürtçe yayınlanan Azadiya Welat gazetesinin editörü Abdurrahman Gök, YPG’nin en büyük kayıplarının, IŞİD’in bölgeye girme sürecinde yaşandığını ifade ediyor; bölgede hâlâ sivillerin varlığına dikkat çekiyor: “Benim gözlemlerim bölgede 5 bin sivilin yaşadığı yönünde. Hükümet yetkilileriyse bu sayının 10 bin civarında olduğunu belirtiyor. Şehir sokaklarında çok sayıda kişinin elinde silah bulunuyor ancak bunların hepsi YPG’li değil. En az yarısı sivil halk. Savaşanların yanı sıra yaşlılar, engelliler, çocuklu kadınlar da bölgeden çıkmamış durumda. Özellikle yaşlılar, ‘Çocuklarımız burada savaşıyor nereye gideceğiz? Burada yiyeceğim toprak bile başka yerde yaşamaktan daha anlamlı’ diyor.”
Kürtler için bölgenin önemi iki nedene dayanıyor. Biri 1979’da Abdullah Öcalan’ın, Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinden Ortadoğu’ya geçtiği ilk yer oluşu. Diğeri ise Esad yönetiminin kuzey sınırından çekilmesiyle 19 Temmuz 2012’de PYD’nin (Partiya Yekitiya Demokrat/ Demokratik Birlik Partisi) denetimi ele geçirdiği ve özerklik ilan ettiği üç kantondan ilki olması. IŞİD ise amacının “Ayn el Arap” dediği bölgeyi “İslam’ın gözü” ya da “İslam pınarı” diye Türkçeye çevrilebilecek “Ayn el İslam”a dönüştürmek olduğunu açıkça duyuruyor. Eğer bu amacını gerçekleştirirse, Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinin karşısında yer alan Tel Abyad, Gaziantep’in Karkamış ilçesinin komşusu Carablus ile Rakka’yı elinde tutan IŞİD, bölgeyi tamamen kontrol altına almış olacak. Sıra ise daha da zayıflayacak olan diğer iki PYD kantonuna, Afrin ve Cezire’ye gelecek.
IŞİD ile YPG arasındaki çatışmalarda kimin hâkimiyeti ele geçireceği, üstünlüğü sağlasa bile barış ortamını ne kadar sürdürebileceği belirsiz l
Atlas Kasım 2015 / Sayı 260