Uçuşan insanların şehri Astana yılın her günü rüzgârlı. Paris’in Seine Nehri’ne özendiği her halinden belli İşim’iyle; mimarisi, sosyal ve kültürel yaşamıyla bir dünya şehri. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlığını ilan eden Kazakistan’ın yeni başkenti Astana, bir masal kuşunun, Samruk’un getirip şehrin orta yerine bıraktığı altın yumurtasıyla herkesi kendine çekiyor.
Yazı: İbrahim Baştuğ / Fotoğraf: Kerem Yücel
Kazakistan’ın başkenti Astana’da, Bayterek Kulesi’nin 97’nci metresindeki seyir terasının üzerine oturtulmuş yumurtanın içindeyim. Dışarıda uğuldadığını bildiğim “çöl” rüzgârının anısı kulaklarımda hâlâ. Burası sulak bir çöl; sıcağı ve rüzgârıyla çölü aratmayan bir bataklık. Bataklık kurutularak son 17 yılda beklenmedik bir hızla kurulan kent dev bir legoyu andırıyor. Bu lego kentin birbiriyle yükseklik ve gösteriş yarışına girmiş gökdelenleri ve anıtları arasında iki koca gün ve iki uzun gece geçirdikten sonra kabuğuma çekildim işte! Ne 365 gün eksik olmayan rüzgârıyla yarışabileceğimi, ne de alımlı kentin ruhuna bakmak için hangi dalgınlık anını kollayacağımı ilk günden kavramanın olanaklı olduğunu anladım. Dalgın görünerek bir şey peşinde olmadığım süsü verdim kendime. Dört saatten biraz fazla uçak yolculuğunun üzerine konan üç saatlik zaman farkı; otelin 22’nci katındaki odama girip dökündüğümde günün ağarmaya başlaması işimi kolaylaştırdı doğrusu. Yorgun, uykulu, dikkati dağınık bir konuk, kendini ele vermek istemeyen hangi mağrur kent için tehdittir ki!
Günbatımının sarı kızıl ışınlarının gökdelenler ve uzayan gölgeleri arasında sergilediği göz kamaştıran gösteriyi izlerken bir kez daha anladım ki Bayterek Kulesi doğru yer. Hem benim açımdan doğru bir başlangıç, hem de başkentin başlangıcı. Bir ucunda dünya barışı ve dinler arası hoşgörüyü temsil eden piramitle birlikte cumhurbaşkanlığı sarayı Ak Orda’nın, öbür ucunda, tepesindeki “gökyüzü plajı”yla –ki kumlarının Maldivler’den getirildiği söyleniyor– Han Çadır’ın bulunduğu ana aks şehrin merkezi olduğu gibi Kazakistan’ın da kalbi. Parlamentodan devlet arşivine, bakanlıklardan opera binasına her şey bu aksta toplanmış durumda. Neredeyse bir mimarlık laboratuvarı izlenimi veren kent postmodernle fütüristik çizgilerin adeta yarıştığı yapılarıyla, peyzaj düzenlemesiyle dünyada bir benzerine daha zor rastlanacak türden. Çin mimarisinden esintilerle antik Yunan esintileri aynı meydanda görülebiliyor. Mavi, yeşil, altın sarısı, gümüşi camlarla kaplı; hepsi çok yeni, en eskisi daha 17’sindeki yapılar ve anıtlar arasında günbatımının ışık dansı bittiğinde mavi saatler başlıyor. Astana Operası’nın 360 derece dönebilen sahnesi gibi 360 derecelik seyir olanağı sunan Bayterek Kulesi’ni çevreleyen şehir de dekorunu değiştiriyor ansızın. Işıkların yarışı başlıyor. Cılız suyunun önüne baraj kurularak şehirdeki cüssesi büyütülen İşim Nehri’nin üstündeki köprüler, birbirini 90 derecelik açılarla kesen geniş caddeler renkli ışıklarla bu yeni dekorun ilk göze çarpan öğeleri oluyor.
Astana’ya “uçuşan insanlar şehri” diyor Astanalılar. Kaldığım bir hafta boyunca hatırı sayılır yıldıza sahip oteldeki odamın uçuşan perdelerinin ardına birçok kez bakma gereği duydum; açık bir cam mı var diye. Hayır! Çift camlı kapı ve pencerelere karşın rüzgâr içeride; sesiyle ve esintisiyle! Mayısın ilk haftasında gündüzleri 30 dereceye yakın sıcaklığa karşın gölgede üşümek işten değil. Hele ikindi saatlerinde güneş ışınlarının yataylaşmasıyla kalın bir şeyler giymek şart oluyor. Ama kapalı mekâna girer girmez de gömlek bile fazla geliyor. Kentte kaldığım sürece yol boyu yaklaşık iki metre yüksekliğindeki cam paravanların ve kavaklıkların, rüzgârın etkisini kırmak için yapıldığını birçok kişiden dinledim. Bunu önemsiyorlar nedense! Belki bir gün şehirlerinin rüzgârsız bir gününün olacağını ümit ediyorlar. Aynı, bir gün bütün şehri örten bir kalkana kavuşmayı ümit ettikleri gibi…
Ankara Örnek Alındı
Bu toprakların adlandırılması hep üzerinde yapılan işe göre olmuş. Önceki adı Tselinograd “bakir topraklar” demek; bir önceki adı Akmola (Akmolinsk) ise “sütü bol”… Sovyet döneminin demiryolu kavşağı bu “bakir topraklar”daki şehir, besin sanayisi ve tarım makinelerinin yapıldığı bir merkez olarak 1800’lü yıllarda kurulur. Daha öncesinde ise Kazak obalarının büyük sayılarda hayvan alışverişi yaptığı, göçebe çadırlarının kurulup çözüldüğü bir merkezdir. İpek Yolu üzerinde bir istihkâmdır. Kadim zamanın pazarları, süt ürünlerinin (kımız, şubat, ayran, kurut, kaymak vb.) çeşitliliği ve bolluğuyla ün salmıştır. Adındaki “ak” ile kastedilen süt ve ürünleri; “Ak mola” adını alması bu süt bolluğundandır.
Yaklaşık 100 bin nüfuslu Akmola (1961’e kadar Akmolinsk, 1961 ile 1992 arasında Tselinograd, 1993 ile 1998 arasında Akmola) 10 Aralık 1997’de Kazakistan Cumhuriyeti’nin başkenti ilan edildiğinde adını yine gördüğü işten aldı: “Astana” yani başkent! Burada bir parantez açmak yararlı olacak: Astana, Osmanlı İstanbul’unun adlarından Asitane’yi çağrıştırır, hatta “asitane”nin “payitaht” yani başkent anlamına geldiği yazılır çizilir ama Farsça “asitan; eşik, dergâh” sözcüğünden gelen bu ad, Osmanlı döneminde büyük tekkeler için kullanılırdı; oradan yaygınlaştı.
Astana’da konuştuğum Kazakların kimine göre askeri strateji gereği, kimine göreyse demografik nedenlerle başkent buraya taşındı. Garip bir inatları vardı tanıştığım Kazakların; ülkenin güney sınırındaki Almatı’nın Çin’e çok yakın olması nedeniyle başkentin kuzeye taşındığını söyleyenler başka sebep kabul etmiyor. Kuzeyde Alman ve Rus nüfus karşısında zayıf kalan Kazak sayısını artırmak için buranın başkent yapıldığını düşünenlerin de başka gerekçeye ihtiyacı yok. “Ülke dışından getirilen 3 bin 500 Kazak daha yeni yerleştirildi Astana çevresine.” (Nazarbayev’in ülke dışındaki Kazakları Kazakistan’a geri çağırdığını henüz Astana’ya gelmeden önce de duymuştum. Çin Moğolistan, Türkiye başta birçok Kazak, çeşitli ülkelere dağılmış durumda.) Belki her iki nedenle, belki dillendirilmemiş başka nedenlerin de etkisiyle başkent, Almatı’dan kuzeyin bu rüzgârlar kavşağına taşındı. Ama bir konuda herkes hemfikir! Kazakistan’ın kurucu devlet başkanı Nursultan Nazarbayev, başkenti güneyden kuzeye taşırken Türkiye’yi örnek gösterdi: “Onlar başardığına göre biz de başarabiliriz.” Böylece 1991’in 25 Aralık’ında ilan ettikleri bağımsızlıktan altı yıl sonra bir önemli değişimi gerçekleştirip başkenti Almatı’dan Astana’ya taşıdılar.
Astana’nın başkent olarak henüz 20 yaşına bile girmediği halde nüfusunu neredeyse on kat artırdığı gözleniyor. Genç ve dinamik bir nüfusa sahip kent hâlâ yoğun göç alırken doğum oranının yüksekliğiyle de dikkat çekiyor. Bir gün sokakta yürürken “Ne çok çocuk var Astana’da” dedim. Çevirmenim gülümsedi “Az bile. Bizde on çocuğun üstünde yapılırdı eskiden. Şimdi üç dört tane ancak yapılıyor. Benim bir oğlum var. En az üç çocuğum olsun isterim.”
Evine konuk olduğumuz, rehberimiz Asyel’in arkadaşı Bayan Anar Tursagatova ile kocası Niyazibek’in de üç çocukları var. Televizyonda çizgi film izleyen Yilnaz sekiz, Kunsulu altı, salonun içindeki açık mutfağın evyesi altındaki alçak çekmeceyi açıp içine girerek şirinlik yapan Serikjan ise henüz bir yaşında. Otuzlu yaşlarındaki genç çift, çocuk denecek yaşta evlenmiş. Onların öyküsü, ekmeğini Astana’da arayan pek çok kişinin de öyküsü. Beş yıldır Astana’dalar. İlk geldiklerinde iki oda bir salonlu, yaklaşık 80 metrekarelik evi bir başka aileyle paylaştıkları için çocuklar, 1400 kilometre mesafedeki Ucrar’daki babaannelerinde kalmış. İki ailenin toplam kirası 500 dolar civarındayken her yıl katlanarak artmış. “Şimdi bu evin kirası 2 bin dolar” diyor Bay Niyazibek ve ekliyor; “yanımızdaki dairenin kirası 3 bin dolar. Bu yüzden satın aldık biz de.”
Bu fiyatlar Astana’da yükselen gökdelenlerle birlikte Sovyet sisteminden yeni çıkmış bu coğrafyada kapitalizmin değerlerinin de hızla kök saldığını gösteriyor. Konuk olduğumuz ev, devlet binalarının ve anıtların bulunduğu merkez aksın yanı başında; evin bulunduğu siteyle aynı adı taşıyan çok yıldızlı bir de otel var sitenin girişinde. “Burada diplomatlar oturuyordu ilk yapıldığında” diyor Bay Niyazibek. Diplomatlar şimdi villa türü müstakil evlere rağbet ediyor Astana’da.
Devletin başkenti kurarken memurları çekmek için yapıp kendi isteğiyle buraya atananlara verdiği dairelerin bulunduğu silindirik binalarıyla dikkat çeken site, şehrin kalbinde kalmış bugün. Ama yeni gelenlerin şehre 15 kilometreden fazla yaklaşması pek olanaklı görünmüyor. Bizim Toplu Konut İdaresi’ne (TOKİ) benzer ama biraz daha karmaşık bir yapıya sahip Samruk Kazina (Simurg Hazinesi!) hem bireysel kredi veriyor, hem de kendi yaptığı, çeşitli gelir düzeylerine yönelik konutları uygun fiyatlarla dağıtıyor. Şehir merkezine yaklaşık 15 kilometre mesafede, 60 metrekarelik bir ev, 100 bin tenge geri ödemeli 12 yıllık sabit faizli krediyle alınabiliyor. Bir memurun ortalama maaşı da yaklaşık 100 bin tenge. Elektrik, su, ısınma, mutfak gazı, telefon, internet vb. faturaların aylık tutarının toplamı ise yaklaşık 20 bin tenge. Ama yaz aylarında ısınma ihtiyacı olmadığı için bu gider dörtte bir oranında azalıyor.
Sovyet kentlerini birbirine bağlayan demiryolu ağının kavşak noktasına kurulan eski Astana’nın kalbi, tarihi tren garıdır dense yanlış olmaz. Eski tren garının yanına yeni bir gar binası, ilk başkent olduğunda birkaç kamu binası yapılmış ama İşim Nehri’nin öteki yakasında yükselen yeni Astana’dan gözle görülür biçimde ayrılıyor. Gökdelenlerin yükseldiği; anıtların, Kazakistan bayrağındaki “koçboynuzu” motifiyle bezenmiş granitlerle döşeli yaya bölgelerinin ve fıskiyeli havuzların süslediği yeni şehrin merkezi ile tren garı çevresindeki eski kesim arasında yapılan bir yolculukta, araçtan inmeden bile iki farklı yüzyıl, iki farklı dünya arasındaki geçiş görülebiliyor. Yeni Astana’daki “lego kent”te dolaştığım duygusu, eski Astana’da yerini terk edilmiş bir kentte dolaştığım duygusuna bırakıyor.
Sovyet döneminden kalma merkezi sıcak su şebekesinin açıktan giden boruları gerçeküstü bir kent dekoru gibi. Kışın sıcaklık eksi 45 dereceye düştüğünden kalın yalıtım gereçleriyle sarıldığı için heybetli bir görünüme bürünen sıcak su borularının dış yüzeyi tenekeyle kaplı. Astana’da birçok binayı hâlâ bu sisteme bağlı kaloriferler ısıtıyor. Eski Astana’yı yenisinden ayıran özelliklerinden biri de Astana Büyük Çarşısı ve pazaryerleri… Buralarda meyve sebzeden giyime; kurutulmuş, füme her türlü etten plastik zerzevata birçok şeyi bulmak mümkün.
İlk Binayı Türkler Yaptı
İşim Nehri’nin kuzeyindeki eski şehirden güneydeki yeni şehre yaklaşırken Sovyet döneminden kalma apartmanların da elden geçirildiği dikkatten kaçmıyor. Kazakların, yeni başkentlerini altyapısı, mimarisi ve finansal kurumlarıyla dünya şehri olarak kurgularken şehir mobilyasından yapıların yüzey kaplamalarına, alışveriş merkezlerinin, opera benzeri kamu yapılarının tasarımına kadar hemen her yerde Kazak kültüründen geleneksel motifleri kullandığı dikkat çekiyor. Öyle ki Cumhuriyet Caddesi üzerindeki eski apartmanların prekast (beyaz çimentoya çeşitli lifler katılarak yapılan cephe kaplaması) giydirmelerinde hep aynı geleneksel Kazak motifinin kullanılması bıkkınlık verecek düzeye ulaşıyor!
Bizi evinde konuk eden Niyazibek Tursagatova “Türkler 1997’de ilk geldiklerinde 25 katlı bir bina yaptılar” diyor. “Ama bence Türkler inşaatın yanı sıra asıl otellerdeki hizmet kalitesini yükselttiler. Otel işletmeciliğinde çok iyiler.” Uluslararası otellerden alışveriş merkezlerine kadar birçok eserde Türk şirketlerinin imzası var. Yedi yıldır Astana’da çalışan inşaat mühendisi Nuh Atay, Türk firmalarının daha çok ihaleyle alınan stadyum, kongre merkezi vb. devlet yatırımlarında etkin olduğunu söylüyor. Bu ihalelerde Türklerden sonra Arnavutların etkinliği dikkat çekiyor. Türk şirketlerinin Astana’da, inşaat sektöründeki etkinliğinin oranını sorduğumdaysa Nuh Bey’in yanıtı “Yüzde beş, on arasında” oluyor. Bugünlerde Korelilerin bir apartman grubunu bitirmek üzere olduğu Astana’da dünyanın birçok ülkesinden girişimci, inşaat sektöründen pay almaya çalışıyor ama dışarıdan gelenler arasında üstünlük hâlâ Türklerde. Yerli Kazak firmalarının etkinliği ise yüzde 80’lere ulaşmış durumda. Nuh Bey’e zemin yapısını sordum. Şehrin yer yer gölleşmelerin gözlendiği batıya doğru gelişmesi durup güneye doğru mu yönelmişti? Gülümseyerek şöyle dedi: “Hayır, şehir batıya doğru büyümeye devam edecek. Gördüğünüz bütün bu binalar sulak alanlar üzerine yapıldı. Yaza doğru o su birikintileri büyük oranda kurur. Burada nereye kazma vursanız iki, iki buçuk metreden su çıkar. Sağlam zemin bulunana kadar bazen sekiz, on metre kazık çakılarak iniliyor. Sonra yapılacak binanın yüksekliğine göre uygun temel atılıyor. Suyun üstüne kurulmuş bir şehir burası.” Astana’da son yılların modası ise Türkiye’de de İstanbul Boğazı’nın ya da Topkapı Sarayı’nın benzerini yapmak gibi örneklerini gördüğümüz konut projeleri. Moskova’daki üniversitenin benzerinden Londra ya da Paris evlerine birçok proje bu pazarlama tekniğiyle satılıyor.
Sayısız fuar, festival, uluslararası müzik yarışmasına ev sahipliği yapan Astana’yı, UNESCO 1999’da “Dünya Şehri” unvanıyla taçlandırdı. Baş döndüren bir hızla gelişen başkentte, Gorki Akademik Devlet Tiyatrosu ve Saken Seyfullin Müzesi gibi bir kısmı eski şehirde bulunmakla birlikte birçok sanat, kültür ve spor merkezi var. Çağdaş Sanatlar Müzesi, Devlet Başkanlığı Kültür Merkezi, Sanatçılar Evi, Bayseyitova Ulusal Opera Bale Tiyatrosu, Kazak Müzik Drama Tiyatrosu vb. liste uzayıp gidiyor. Astana, İstanbul’da 2010’da toplanan “Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirvesi”nde alınan kararla, “2012 Türk Dünyasının Başkenti” unvanını aldı. Dünyanın en büyük şantiyelerinden biri olarak nitelenen Astana’da Expo 2017’nin hazırlıklarının, inşaat faaliyetini iyice hızlandırdığı görülüyor. Eski Sovyetler Birliği’nden gelen bir ülkede ilk kez yapılacak ve “Geleceğin Enerjisi” temasının işleneceği uluslararası fuara yaklaşık 100 ülkenin katılması; kente 2-3 milyon ziyaretçi gelmesi bekleniyor.
İnşaat Astana’da önemli bir sektör ama kentin ekonomik etkinliğinde yeraltı madenleri, tarım, turizm, ileri teknoloji, akademik yaşam ve tıbbi çalışmaların da hatırı sayılır katkısı var. Örneğin birkaç sene öncesine kadar yapılamayan organ nakilleri artık Astana’daki hastanelerde yapılabiliyor. Kazakların, ülkenin başka kentlerinde bulamadıkları sağlık hizmetinden parasız yararlanabildiği büyük hastaneler var başkentte.
Sovyet döneminden henüz çıkmış ve uluslaşma yolunda kendine yeni bir yön çizerken geçmişiyle bağını sağlayan zayıf köklerini de güçlendirme gereksinimi duyan Kazaklara eski bir masaldan esinle yeni bir gelecek düşü vermiş Nazarbayev. İşim Nehri’nin sağ yakasına kurulu, demiryolu kavşağındaki bu daçalar kentinin daha eski mazisinde bozkırı nal sesleriyle çınlatan göçebe Kazaklar ve onların eski beyleri, hanlarının anısı var.
Uçuşan insanların şehri Astana yılın her günü rüzgârlı. Paris’in Seine Nehri’ne özendiği her halinden belli İşim’iyle; mimarisi, sosyal ve kültürel yaşamıyla uçsuz bucaksız bataklığın kenarında sivrisineklerin kuşatmasındaki 19. yüzyıl kentinden yaratılan bir dünya şehri. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlığını ilan eden Kazakistan’ın yeni başkenti Astana, bir masal kuşunun, Samruk’un getirip şehrin orta yerine bıraktığı altın yumurtadan pay alma umudunun da öbür adı.
Orta gelir düzeyinde bir Astanalının mutluluğu ve gelecek kaygısı taşımadığı, birer yaş arayla sahip olduğu üç, dört çocuktan da belli oluyor. Savaş oyuncaklarının sergilendiği, Nazarbayev’in de konuşacağı Asker Bayramı için 7 Mayıs 2014 günü tören alanına gittim. Alana yaklaşınca beliren buğulu atmosfere bir anlam veremeyince rehberime sordum. “Orası sisli mi, bana mı öyle geliyor?” Rehberimin, töreni mahvetmemesi için sabahın erken saatlerinde yağmur yüklü bulutların jetler tarafından yere indirildiğini söylemesiyle kafamda günlerdir taşıdığım o soru da yanıtını buldu. Astanalıların bir gün, bütün şehri kaplayacak ve onlara rüzgârsız bir dünya getirecek kalkana neden inandıklarını anladım.
Atlas Haziran 2014 / Sayı 255
Fotoğraf Galeri