Anasayfa KeşfetKültür Kültür Ve Tarihin 20 Yılı

Kültür Ve Tarihin 20 Yılı

Dünyayı kültürler yaşanılır kılıyor. Yan yana yaşayan ya da dünyanın en ücra köşelerine saklanmış dilleri, dinleri, mezhepleri; zanaatlar ve sanatları, inançlar ve ibadetleri, değerler ve kanaatleriyle insanlığın tüm renkleri Atlas’ın sayfalarında buluşuyor. Halklar, topluluklar, şehirler, kasabalar, köyler her ay Atlas’a sırlarını fısıldıyor.

Yazı: Tevfik Taş
ATLAS Nisan 2013/SAYI:241

İlk sayı… Çerkes topluluklarından biri olan Abhazların, Tanrıça Zivava’yı kandırmak için söyledikleri şu duayla başlamış yazısına, derginin bugünkü yayın yönetmeni, o günkü yazı işleri müdürü Özcan Yüksek:

“Yağmur yağmıyor… Su bulamıyoruz… Zivava… Zivava… Güneş ışığı damlalardan geçsin… Misafirimiz Cacca susuyor… Şarap içemiyor… Beyin oğlu da susadı… Biraz su… Tanrıça Zivava… Biraz su… “Atlas’ın ilk sayısı, Özcan’ın dergideki ilk yazısıdır.
Türkiye’nin kültürel dokusunun yapıcılarından biri olan Kafkas halkları, derginin de yayımlandığı günden beri ana meselelerinden biri olmuştur. Örneğin yurtlarından yaklaşık bir buçuk asır önce sökülüp Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılmış Çerkesler, 2003’ün Mart ayında, bu kez kendi yurtlarında “Kafkasya’daki Çerkesler” olarak yeniden karşımıza çıkıyordu.

Göç… Göçün eli, göçürenin yüzü; yollar, duraklar, sitemler, dehşetli suskunluklar demektir… Dünyanın bir dönemini tepeden tırnağa belirleyen göç olgusu, bizim dahil olduğumuz coğrafyayı da pek çok bakımdan sarsmış, pek çok bakımdan da belirlemiştir. Örneğin Don Kazakları iki yüz yılı aşkın bir süre önce yurtlarından koparıldıkları için Anadolu’ya sığınmışlardı. Manyas Gölü’nün kıyısında geleneklerini, dinsel inançlarını, dillerini koruyarak yaşadılar. Ve 1962’de yeniden yola koyuldular. Zira onların anavatanı Don kıyılarıydı. Ancak bu kez de bıraktıkları Anadolu bir hasret olarak çökmüştü üzerlerine. 2002 Kasım’ının o soğuk günlerini dergi sayfalarında konuşan “Don Kazakları” ısıtıyordu. Çünkü hem anavatanlarındaydılar, hem de o güzelim Türkçeleriyle “Anadolu” diyorlardı, “Anadolu”.

Cennet neredeydi? Tanrı Aden’i (cennet bahçesi) nereye yerleştirmişti? Daha da önemli olan soru şudur: İnsan soyunun anası ve babası olan Adem ve Havva, o cenneti alâda acaba hangi dili konuşup hangi sözcüklerle anlaştılar. Aziz Augustinus’un savladığı gibi İbranice mi; filozof Leibeniz’in ve Batı felsefe tarihini oluşturan pek çok filozofun nazarında “ilkel bir dil,” “İnsanlığa özgü konuşmanın ilk biçimi” olarak değerlendirdiği Hint-Avrupa dil grubundan bir dille mi? Peki yeryüzü halklarının yaşadığı hareketler silsilesi; göçler, sürgünler, kırımlar? Peki ya dil içinde oluşan, değişen diller? Atlas bütün halklara Türkiye’nin dergisi olarak bakmaktadır. Türkiye’nin dergisidir çünkü. Bu tanım aynı zamanda bir bakış açısıdır; bir kavrayışın, olayları, olguları ele alma biçiminin tanımıdır. Ülkeleri, coğrafyaları, halkları emperyalist ülkelerin bakışıyla değerlendiren diğer emsallerinden de en çok bu bakımlardan ayrı bir yerde durmaktadır Atlas…
Bir derginin yirmi yılda yazdığı başlıkları alt alta sıralamak bile başlı başına bir dergi, bir kitap oylumunda yer tutar; bu nedenle ben Atlas’ın kimi başlıklarını art arda sıralayarak düşünmeye devam ediyorum:

“Türklerin Göç Haritası” Eylül, 2001’de ulaşmıştır okuyucuya. Bunu “Sonsuz Göç: Oğuzlar ve Tükmenistan: Hazar Ötesinde Türkmenler; Anadolu Yörükleri” (Eylül, 2001’in dipnot bölümü); “Balkanlar Atlası; Yüz Yıllık Sürgün: Balkanlarımız; Ebedi Göç” (Aralık, 2005); “Balkanlar’dan: Pomak Göçmenlerde Müzik ve Pesna (Eylül 2006); Pamir Dağları’ndan gelip Van’ın Erciş’inde yerleştikleri yere “Ulupamir” ismini veren Kırgızların hikâyesinin anlatıldığı “Van’daki Ulupamir: Yüz Yıllık Göç” (Nisan 2008); “Ankara’da Hun İzleri: Damgaların Göçü” (Nisan 2009) ulaşmıştır okuyucuya.
Bedenimizle evren arasında sonsuzca bir bağlantı vardır. Bedenin evrenle özdeşleşmesi, insanın kendini evrenin içinde tanıması, anlaması, süzmesi… Şamanizm elbette ki bundan ibaret değildir. Anadolu insanı dua ederken “Yer, gök razı olsun” der. Şamanizm yerin ve göğün içinde olup biteni, insana ve cümle canlıya bunun etkilerini anlatmanın inancıdır.

Yakutistan’da, Tuva’da, Hakasya ve Altaylar’da Şamanların ayinlerini, hiçbir inanca ve duygu sömürüsüne yer bırakmaksızın taşımak, kültürler arası elçiliğin bir gereğiydi. Ocak 2000’de “Şaman Türkleri” başlığıyla, Güney Sibirya coğrafyasından süzülüp bize ulaşan buydu.
Ancak dergi bununla yetinmedi. Altaylar’da yaşayan Şamanları İstanbul’da misafir etti ve onlarla okuyucusunu yüz yüze getirdi. Şamanlar 2000 yılının Kasım ayında Harbiye’deki Askeri Müze’nin salonunda geleneksel danslarıyla, şarkılar ve ayinleriyle izleyenleri binlerce yıldır Şaman kültürünün yaşadığı Asya topraklarına götürdüler.

“Siz bu ülkede istenmiyorsunuz. Sizi ülkenize gönderip yerinize sizin ülkenizde yaşayan kendi yurttaşlarımızı getireceğiz…” Bu cümle büyük savaşlardan sonra, bazı ülkeler tarafından, asırlardır o ülkede yaşayan ve “azınlık” olarak değerlendirilen farklı halklara söylendi. Buna “mübadele” dendi. Binlerce insan asırlardır yabancısı olduğu “kendi ülkesine” gönderildi. Kentler, kasabalar, köyler ıssızlaştı, mutsuz oldu. Atlas Ocak 2001’de koyduğu başlığa haklı olarak “Mübadele: Büyük Bedel” dedi.

Türkler için tarihin hangi aşamasıdır Oğuzlar? Pek çok kaynak Türklerin tarihine Oğuzlara başvurarak başlıyor. İyi ama tarihinde bu kadar önemli yer tutan bir olguyu Türkiye ne kadar tanıyor? Tevatürleri bir yana bırakılacak hale getirmek gerekiyordu. Hunlardan Osmanlı’ya pek çok devletin kurucusu olan Oğuzların o hakikaten sarp vadilerde, sonsuz gibi görünen göç ve savaş yollarında yaşadıkları serüveni, yine 2001 Eylül’ünde Göç olgusu içinde gördü derginin okuyucusu: “Sonsuz Göç: Oğuzlar.”

Sırbistan, Bosna Hersek, Kosova, Arnavutluk, Makedonya, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan… Bu ülkelerden bazılarının adlarını yakın tarihin içinde alevlenen savaşlar, soykırımlar, işgallerle anımsıyoruz. Ama yabancılığımızı aşabildiğimizi söyleyemeyiz; oysa Balkanlar; Osmanlı’nın son dönemine kadar “Rumeli-i Şahane’dir.” Ancak sonra milliyetçilik, husumetlerin sistematik hale gelmesi, barış içinde yaşayan Balkan halklarının bir kısmını çatışmaların içine itekledi, bir kesimine dehşetli sürgünler ve soykırım yaşattı. Atlas, bütün bu serüveni daha derinden kavramak isteyenlere, Aralık 2005’te açtığı kapıya, “Balkanlarımız: Yüzyıllık Sürgün” adını verdi.
Tarihle ilgili olmak, aslında yaşanmakta olan zaman kesitlerine de dikkatle bakmayı zorunlu kılmaktadır. Tarih eğer sadece bir süs değilse, pek çok bakımından bugün karşımıza çıkacağını da anlamak gerekmektedir. Irak’ın işgalinden sonra yaşanan dehşet, göç bizi tarihin başka göç yollarını izlemiş halklara yeniden bakmaya zorunlu kıldı. Mezopotamya’nın kadim halklarından biri olan Keldanilerin bir bölümü, daha önce değişik nedenlerle Irak’a göçüp oradaki akrabalarının, soydaşlarının yakınına yerleşmişti. Asırlar sonra gelen ABD işgali, onları bir kez daha yerinden etti. Bir kısmı önce İstanbul’a geldi. Gelenler, bize bir zamanlar bizim de Keldanilerimiz olduğunu anımsattı. Onların bu dehşetengiz serüvenini Kasım 2007 sayısında anlatırken, “Keldaniler: Son Ayin” diyordu dergi.

Bir de ülke içinde, kendi dağlarıyla, yaylalarıyla kentleri, kasabaları köyleri arasında göçenler vardı.
Kasım, 1994’te Yörüklerin yaşam yollarından birini “Fethiye’den Mut’a; İlk Yolcular, Son Mevsimler” başlığıyla veren Atlas, Şubat, 1996’da “Çadırlar, Köyler ve Aladağlar; Toros İnsanları” başlığıyla Aladağlar’ın derinliklerinde ve yücelerinde yaşayanları işliyor. 1999’un Şubat’ında “Torosların Son Göçerleri Sarıkeçililer”i, Eylül 2000’de göçebe Kürt aşiretlerini işlediği “Yol: Göçebe Aşiretler” başlığı izlemiştir.

Göç konusuna ilişkin bu başlıklar, bir derginin 20 yıl boyunca bir sürekliliğin, fikri takibin biçimlerini; bir olgunun halkların kültürel yaşamında yarattığı değişimleri ele alma yöntemlerinin anlaşılabilmesi bakımından önemli bir göstergedir.

Bir derginin 20 yıl boyunca baktığı kültürleri anlatmak… Bu bir tek yazıyla çok olanaklı değil. Alaska’dan Amerika’daki İslam’a; Kaliforniya’dan Manhattan’ın arka sokaklarına; “Düş zamanı insanları” dediği Aborijinlerden Moritanya Çölü’ndeki yaşama dek yeryüzü kültürüne bakmaya çalışıyor Atlas… Bugün bile savaşın, işgalin ve iç şiddetin de; Arabistan Yarımadası’ndan, “Yaşam Suyu” denen viskinin toprağı İskoçya’ya; tangonun ve buzulların aynı albümde yer alabildiği Arjantin’den “İki dünyanın çarpışması”ndan artakalan olsa bile yeryüzünde apayrı bir “yaşam tarzı” olan Azteklere, Huichollere bakan bir derginin yirmi yıllık serüvenidir yazmaya çalıştığım.

Zor iş… Romanya- Braşov’da, Drakula’nın efsanesinden mi daha çok söz etmeli, yoksa Brezilya’nın Rio De Janeiro’nun kültürel dokusundan mı? Kanada’da durup Brtitihs Columbia veya “orcalar”ı mı; yoksa Uzakdoğu’daki Brunei Sultanlığı mı daha az kültürel alana aittir? Buda ve Peşte diye iki yakayla ünlü Macaristan’dan söz etmeden geçmek bir nebze de olsa hoş görülebilir ama Buenos Aires’in sokaklarında dolaşmadan geçmeye gönül el vermez… Sofya, Hong Kong, Ho Oyu, Ekvador, Norveç, Vietnam… Üst üste inen dergi sayılarında gözün hiç duraksamadan ayırt ettiği, Papua Yine Gine’den Huliler… Dünyada bugün dost düşman herkesin bir biçimde hayranlığını kazanan, özgürlüklerinden başka şey istemeyen Zapatistalar… Anadolu Mumyaları…

Şimdi olmazsa eğer hatıralar, kültürlerin geçmişi, belleği olamazdı. Çünkü geçmiş var olabilmek için bizim “şimdi” dediğimize, yaşayana ihtiyaç duyar. Ama nasıl bir şimdi? Atlas’ın 20 yıllık külliyatı bu soruya aranan çeşit çeşit yanıtların peşinde koşmanın serüveni demektir. Güzel bir şimdi olsun; bütün insanlığa, evrene sevgili, barış dolu bir şimdi…

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap