İstanbul Boğazı ve üç iklim, iki bin yıldır taraftarlığın renklerini yaratıyor. Şehrin coğrafyası ve çatışan doğası, halkın duygusal yarılmalarının da kaynağı.
Yazı: Özcan Yüksek
ATLAS TEMMUZ 2014/SAYI:244
İstanbul’un tam ortasından bir boğaz geçer ve Karadeniz’i Akdeniz’e bağlar. Hâlâ derinden ve yüzeyden ters yönde akıntılara direnerek güçlü bir şekilde akan bu boğaz kentin ruhunu, dizginlenmez tutkularını, tüm arzularını da ikiye ayırır. Bu şehir iki bin yıldır, ihtimal daha eski zamanlardan beri, hep bu yüzden güçlü heyecanların, ruhların çarpıştığı bir şehir olmuştur.
Kadıköy’e, karşı tarafın en önemli merkezi demek yanlış olmaz; ismi Kalkedon’dan gelir ve bilinir ki Körler Ülkesi anlamına gelir. Bu taraftakiler, karşı coğrafyaya, kaç bin yıl değişmeyecek bu ismi verirken, kör demeyi tercih etmişler. Boğaz’ın bu tarafı o denli güzel olduğu halde gidip karşı tarafa yerleştiklerine göre, kör olmalılar demek için Kalkedon adını vermişler. Bundandır ki, zevk ve duygusal çatışmaların tüm şehri içine alan doğal kaynağı, hep karşı tarafta olmaktır; ve her iki tarafın da kendi karşı tarafı vardır. Şehrin coğrafyası, şehrin duygusal yarılmalarını yaratır en benzersiz şekilde.
Yalnızca bu kadar mı?
İstanbul’da üç ayrı iklim hüküm sürer diğer taraftan.
Bu üç iklim bazen sırayla, bazen yan yana; bazen birbirine karışıp bazen birbiriyle çatışarak üç ayrı taraftar kümesinin renklerini yaratmış olmalıdır, belki bundandır. Belki duyguların karşıt renklerinde, şehri ortasından yaran Boğaz kadar, üç ayrı ikliminin de etkisi vardır. Doğa, bütün gizemlerin anası olduğu için böyle söylüyorum.
Belki, doğal bir parkı korumak amacıyla başlayan Gezi direnişinin öncülerinden birinin Çarşı adlı taraftar kümesinin olması, şehrin ortak ve karşıt duygularının kaynağının doğa olmasıdır. İstanbul’un üç iklimi ve kıtaları bölen Boğaz’dır her şeyin sorumlusu. Gezi Parkı’ndaki ağaçları korumak için başlayan küçük bir direniş, topyekun bir doğa ve özgürlük savunusuna bu yüzden dönüşmüştür.
İklim
Akdeniz Bölgesi’nin ılıman, Karadeniz kıyılarının nemli ve hırçın, iç bölgelerin ise karasal iklimi, bu şehrin halkının tarih boyunca üç ayrı ruh haline bölünmesinin gizemli, iklimsel nedenidir belki de, duyguların kâşifi bunu aramalıdır. Çünkü insan duygularının kaynağı doğadır. Rüzgarlar, yağmurlar, güneş, ormanlar, yüksek tepeler, inişler çıkışlar, dalgalı deniz ve akıntılı boğaz duyguların coğrafyasından başka nedir ki?
Üç ayrı iklimi gibi üç büyük futbol takımı vardır İstanbul’un. Hangi futbol takımı hangi iklimi daha çok temsil eder, bunu belirlemek kolay değil, ama tamamen imkânsız da olmamalı. Bunu anlamanın yolu, duygularla aklı birbirine katmaktan geçer ve bu işi herkes kendi yapmalıdır. Zaten bu alan, toplumsal duyguların çatışma alanıdır ve fikir tribünleri hemen yerlerini alacak, bayraklarını durmaksızın sallayacaktır, ta ki, adalet için birleşene değin.
Hava durumunun hiçbir zaman sabit bir hal almadığı bu şehirde, İstanbul’da, asıl olarak kuzeyli ve güneyli havalar etkilidir der iklimbilimciler. Böyle söyleyince iklimin sayısı da bir anda üçten ikiye inmiş oldu, bir yarılma da burada oluştu. Bu iki iklim arasında ise en çok kuzeyli hava kütlelerinin etkisi hissedilir. Sibirya ve Doğu Avrupa üzerinden gelen soğuk hava kütlesi, Karadeniz ve Akdeniz üzerindeki alçak basınç alanlarına hareketlenir ve şehrin iklimi oluşur. Bu hava kütlesi Karadeniz üzerinden geçerken nemlenir ve kışın İstanbul’un üzerine yumuşak karlar bırakır. Belki de Beşiktaş, ak rengini buradan alır. Belki de Karadeniz’in “kara”sı ile Akdeniz’in “ak”ı, Beşiktaş’ın renklerini oluşturmuştur. İstanbul tarih boyunca, tılsımların ve gizemlerin şehri olduğu için sırrını asla apaçık ele vermez.
Maviler Yeşiller
Eski Roma’da, Osmanlıların söyleyişiyle Konstantinniye’nin Sultanahmet yöresinde, yani At Meydanı’nda meşhur araba yarışları yapılırdı. Şehrin dizginlenemeyen tutkuları, arabaları çeken atların terli bedenleri kırbaçlanarak koşturulurdu. Bu yarış ve yarışçıların takımları, onların da taraftarları vardı. Başlangıçta üç ayrı takım çekişirdi: Kırmızılar, Yeşiller ve Maviler. Nedeni bilinmez, yüzyıllar içinde bu taraftar renklerinden Kırmızılar ortadan kalktı, nihayetinde iki renkten birine katıldı.
Aynı anda yüz bin kişinin izlediği At Meydanı’ndaki araba yarışları çok çekişmeli geçerdi; bu çekişme taraftarlar arasına da yayılmıştı; öyle ki, tüm kent, hatta tüm Doğu Roma, imparatorluğu yönetenler, soylular, sıradan halk, herkes kendi rengini seçmişti. Hal böyleyken, İS 532 yılında, At Meydanı’ndaki bir yarış sırasında birdenbire büyük bir ayaklanma patlak verdi ve işte bu esnada, tüm karşıt renkler kimsenin beklemediğini yaptı ve birleşti.
Nika ayaklanması, Doğu Roma’nın, Bizans tarihinin en önemli ayaklanmasıdır. Kappadokia’dan gelen Vali İoannis’in kentteki kötü yönetimine artık tahammül edemeyen Maviler ve Yeşiller, aralarındaki düşmanlığı bir yana bırakıp ayaklanmışlardı. İmparator İustinianos’un isyancılara elçi göndererek İoannis’in görevine son vereceğini bildirmesi dahi işe yaramadı. Sultanahmet’i, Ayasofya’yı yakıp yıkan halk eski imparator Anastasios’un yeğenlerinden birini bile imparator ilan etti.
İustinianos tahtı terk edip kaçmayı düşünüyordu, İmparatoriçe Teodora ise buna karşı çıktı, bunun üzerine imparator kaçmaktan vazgeçerek ayaklanmayı bastırma işini Komutan Belisarios’a verdi. Ayaklanmanın altıncı gününde Belisarios isyancıları hipodroma kapattı ve 40 bine yakın kişiyi orada öldürerek isyanı bastırdı.
“Nika ayaklanmasına kadar, hali vakti yerinde olan kimselerin servetlerini tek tek ele geçirmek imparator ve imparatoriçeyi tatmin ediyordu” diye yazar Gizli Tarih. “Bütün servetlere ve en çekici arazilere, canlarının istediği gibi el koydular…”
Futbol İsyandır İstanbul’da
Nika isyanı, 1500 yıl sonra Gezi için başlayan direnişte İstanbul’un üç büyük takımının Çarşı’nın içinde veya yanında yer almasının ipuçlarını da verir.
Bu dayanışma, haftalarca süren Gezi direnişi sırasında Çarşı’ya yönelik baskıların artmasından sonra da devam etti. Fenerbahçe taraftar gruplarından 12 Numara şu açıklamayı yaptı:
“Siz siyah dediniz biz sarı… Siz beyaz dediniz biz lacivert! Sevdalarımız farklı olsa da özümüz bir! Maç günü geldiğinde farklı tribünlerde olsak da, ortak bir hayat ve daha güzel bir ülke için omuz omuza vermekten geri durmayacağımızı bilmenizi isteriz!”
Sonrasında, Çarşı’ya baskılar geldi ve semtin çarşı meydanı tüm renklerin dayanışma meydanı oldu.
Futbolun Sırrı Olarak Doğa
Futbol, ihtimal ki yalnızca bizim gezegenimizde, yerçekimi yasasına karşı oynanan bir oyundur.
Futbol topu bir gökcismidir ve gezgeni simgeler, yalnızca kendi ekseni etrafında değil, kalbimizin etrafında da döner.
Ve atılan her gol ölüme karşı atılır. Gol atıldığında taraftarlar statta ya da evlerindeki koltuklarında ayağa kalkar; bu hareket yerçekimine karşı bir harekettir. Son büyük çekim, yani ölüm, toprağa doğru olduğu için, futbol oyunu ölümü oyalar ve her hafta sonu, stadyumlarda ölümle yaşamın heyecanlı bir oyunu gerçekleşir.
Futbol, yaşam ve ölüm arasında kusursuza yakın kurulan adalet ilişkisini kopyalar. Adaleti temsil eden hakemin yönetiminde, her iki taraf birbirleri için ölümü temsil eder ve oyun oynar. Sahadaki on bir kişinin temsilcileri olarak, on binlerce taraftar tribünde yerlerini alır. Deplasmandaysa ölüm daha yakındır, çünkü en büyük deplasman ölümdür. Kendi sahanda ölüm uzaktır, çünkü yaşam daha güçlüdür. Ve futbol hem yerçekimine tabi olduğu için, hem yeryüzünü temsil ettiği için, hem de ölümle yıl içinde iki maç yaptığı için üzerinde çimlerin bittiği toprak üzerinde oynanır. Diğer top oyunlarından farkı ve büyüsü, her takımın bir yere dayanmasıdır. O takımın oyuncularının çoğu, hatta tamamı yabancı olabilir, teknik direktörü de yabancı olabilir, artık sahibi yabancı olan takımlar da var, onlar da olabilir, ama her futbol takımı, yeryüzünde bir yere aittir. Bu yüzden yer, yerin coğrafyası, yerin iklimi, doğası, o yerin futbol takımının rengini ve taraftarlarını da belirler. Pek çok yerde yeşil renkli takımlar vardır. Rengini hamsiden alan takımlar vardır.
Belki Fenerbahçe renklerinden birini Maviler ve Yeşillerden miras almıştır. Belki Galatasaray renklerinden birini, eski Bizans’ta bir zamanlar en kalabalık olan ama sonra meçhul bir şekilde kaybolan ve diğer iki renge katılan Kırmızılar’dan almıştır. Belki Maviler göğü, Yeşiller yeri temsil ediyordu. Belki Beşiktaş’ın siyahı yeri, beyazı göğü simgeliyordu. Ama ölümle yaşamın oyunu olarak futbolda, siyahın ölümü beyazın da yaşamı temsil ettiği besbelli. Bütün takımların, siyah beyaz renkli Çarşı’da adaletsizliğe direnmesi bu yüzden olmalı. Zaten hem siyah hem beyaz, her ikisi birden doğadaki bütün renkleri içeriyor.