Kayaç yapısıyla Mars toprağına en yakın, hatta akraba sayılıyor… En temiz…. En derinlerinden biri… 45 kilometrekareye yayılmış ve 185 metre derinliğe sahip Salda Gölü için başka “en”ler de bulunabilir elbette… İçinde bir anda onlarca renk birbiriyle buluşup ayrışıyor. Son yıllardaki aşırı ilgiyse doğa ve insan ilişkilerinin yeniden tartışılmasına yol açıyor… Atlas Haziran 2019 arşivinden…
Yazı: Tevfik Taş / Fotoğraflar: Tolga İldun
Buğulu beyaz, kirazi mavi… Şafağın sütü süzülürken çam ve ardıç ormanlarının üstünde, ya da günün başka bir anında, farklı bir ışıkta böyle cümleler kurdurabiliyor insana Salda Gölü.
Yaklaşıp da izledikçe gölü insan, anlıyor ki, sarsıyor suyun renk yelpazesi bizim belleğimizi; ezber ettiğimiz gibi değil de, onun ışığında, aynasında işleyip devindiği gibi görüyoruz… Hayır tam bu değil, biz gölün kanaviçesinde yeniden ve yeniden öğreniyoruz her rengin içindeki farklı renkleri, zamanları, ışıkları…
Doğanbaba ve Kayadibi köyleri arasındaki bölgede yerleşim ve tatilcilere hizmet verecek yerler yok. Bu nedenle gölün diğer yarısına göre insan etkinliğine daha az maruz kalmış ve daha da temiz. Bilim insanları, göldeki hidromanyesit stromatolitleri (mikrobiyalitler), “beyaz kumsalları” Mars gezegenindeki “beyaz kaya” adı verilen oluşumlarla kıyaslayarak inceliyor.
Hangi zamanın yansımalarına bakıyoruz? Bugüne mi, yoksa 3.45 milyar yıl önce yeryüzünde ilk katı kayaçların görülmesiyle başlayan ve yer bilimcilerin “Arkeen dönem” dediği zamanlara, renklere mi? Bilim, Salda’nın “Arkeen” zamanları gösterdiğini söylüyor.
Neler var Salda’nın belleğinde, başka neler var? Beyazın yeryüzündeki serüvenini düşündüren kıyılara bakıyorum. Maldiv Cumhuriyeti’nin kumsallarıyla karşılaştıranlar “Saldivler” diye bir lakapla anıyor bu beyaz oluşumları; gülümsüyorum. Kıyaslamak isterseniz eğer, bilimi izleyin, derim: Yerkürenin en yaşlı fosili olarak tanımlanan Stromatolitlerin günümüzde yaşayan örneklerini arşivinde tutup da bize aktarabilen yerleri şöyle anlatıyorlar:
“Bunlar birkaç lokasyonda gözlenmektedir” diyor “Salda Gölü’nün Jeomikrobiyolojisi ve Güncel Stromatolit Oluşumunda Mikrobiyal Etkiler” başlığıyla disiplinler arası bir çalışma yapan Nurgül Balcı, Cansu Demirel, Mehmet Ali Kurt ve sürdürüyorlar: “Dünyadaki en önemli örnekleri Shark Bay (Batı Avustralya), Exuma Sound’dur (Bahamalar). Ülkemizde ise Van Gölü ve Salda Gölü’dür.”
Burdur’un Yeşilova ilçesinden girdikten sonra yaklaşık 4 kilometrelik bir yolun yarısında gözle gölün ilişki başlıyor. Burada belediyenin denetiminde olan bir çadır ve ahşap ev sahası var. Kayadibi’ndeki bu kamp alanında insanın medeni gereksinmelerine yanıt veren bir de lokanta kurmuş Yeşilova Belediyesi. Gidene olumlu duygularla, incelikle davranan genç adamlar var burada. Özgün Özbek, Murat Karadaban ve Melih Başbuğa…
Salda Gölü jeolojik olarak son derece özel bir yer. Burası, yosun balığı ve 110 kuş türüne de ev sahipliği yapıyor.
Bir su istediğim anda ilk afallama da, ilk kahkaha da geliyor; Özgün Özbek “Satımsu mu” diye soruyor. Duraksıyorum. Belki yerel bir markadır diye düşünüyorum. Özgün, “Bizim burada musluktan su içiliyor, buna kısaca ‘su’ diyoruz, ambalajlı olana da ‘satımsu’ diyoruz.” Türkçeye bir katkı mıdır? Suyun alınır ve satılır olduğu bir ülkenin söz birikimine girer bence satımsu.
Salda Gölü’nün künyesini söylerken pek çok giriş kapısı bulursunuz: Örneğin “Salda Gölü formasyonunun, yaklaşık 5 milyon yıl önce geç miyosen ile erken pliyosen arasında başlayan ve halen aktif olan bir ani çökelme sistemi içerisinde meydana gelen bir tektonik oluşum olduğu bilinmektedir.”
Ya da şöyle başlayabilirsiniz: “Türkiye’nin güneybatısında “Göller Yöresi” diye de adlandırılan bölgededir” denir ve bir terim daha gelir: “Ofiyolitik kayaçlar üzerinde gelişen kapalı sistem aşırı alkali bir göldür.” Ofiyolitik yani jeoloji-levha tektoniğinde okyanusal kabuğa ait malzeme.
Terimlerden kaçınan jeologların, benim gibi jeoloji dışı insanlara anlatırken kullandıkları kalıpla yetinirsem: “Kalubeladan (yaratılıştan) beri değişik kayaçların (gabro, diabaz spilit) birbiriyle ilişkisinden sonrasını açıklayan oluşum/tabaka…”
Salda Gölü’nün beyaz kumsalları aslında salt onun kıymetini bilenleri değil, bulduğu her güzellikte elindeki serveti göstermeyi, orayı yıkmak, yok etmek pahasına deneyenleri de çekti kendine. Örneğin kimi insan ayakkabıyla bile basmaya kıyamazken, kimileri burada “Jeep Safari” dedikleri “etkinlikler” düzenledi.
Şimdilerde biraz dinginleşmiş gibi görünüyor; lüks arabalarını, motosikletlerini gölde yıkayanlar pek görünmüyor.
Her akarsu göle eriştiği yerde kendi cürmünce bir delta yaratmış. Buralarda görülüyor Salda’ya gelen, burada yaşayan yüzü aşkın çeşidiyle kuş milleti; çünkü akarsular taşıyor onların yiyeceklerini buraya.
GÖL İLE GÖLET
“Doğayı yenmeye kararlı insan…” Durmuyor, cümle silahı ve kurumlarıyla savaşıyor. Gölü besleyen en önemli kaynak Düden Çayı’dır. Yakın zamanda bu akarsuyun üstüne bir gölet yapıldı. Bu sulama göletinin buradaki endüstriyel tarımı teşvik etmesi amaçlandı. Endüstriyel tarım, hayvancılık kısa vadede elbette kazançlar sağlıyor, ama çok geçmeden büyük ekolojik ve ekonomik kayıplara yol açıyor. Bunu da ben değil, harabeye dönen, çoraklaşan topraklar söylüyor. Bu ve daha başka olgular, beni endüstriyel tarıma eleştirel yaklaşmaya yöneltiyor; gelgelelim bir alanda çalışırken, kendi benimsediğim, ya da benimsemediğimin ötesine bakmaya çabalıyorum.
Bunlardan ötürü Eşeler Dağı’nın köylere, kırlara, tarımsal düzlüklere bakan en yüksek noktalarında dolaştım bir zaman. Göletler var. Suların önü kesilmiş. Akarsuyla Salda’nın bağlantılarına ket vurulmuş. Tamam da tarım önceki yıllardan daha çok, daha yüksek değil.
2019’un Mart yerel seçimlerinde belediye başkanlığını kazanan Mümtaz Şenel sohbetin bir yerinde: “Gölet yapmakla tarım artmaz, düzelmez. Köylünün ektiğiyle, mazot, gübre gibi temel nesneler başta olmak üzere, çiftçinin yaptığı harcamalar başa baş bile gelmiyor. Tarım, doğru üretimi, o ürüne yaraşır şartlarda, kalitede yapmayı gerektirir ve devlet de bunu desteklemekle yükümlüdür.”
Beyazın bu kıyılardaki hali, ahvaliyle ilgilenen kimi araştırmacılar, “Salda Gölü kıyılarına beyaz rengini veren hidromanyezitlerin renk tayininde beyazlık oranı yüzde 95,60 çıkıyor” diye kaydediyor.
Yerkürenin ilksel dönemi hakkında önemli veriler içerdiği kabul edilen bu organik sedimanter yapıların oluşum mekanizmaları tartışmalı olmakla birlikte, yaygın olarak mikrobiyal etkilere bağlanıyor. Oluşan karbonat çökelleri, mineralleri doğup yaşadıkları ortamın jeokimyasal açıdan karakterini de belirliyor.
Bu beyazlığın kıyısından geçerek gidiyoruz Kayadibi Köyü’ne… Bir gölet de burada var. Buna karşı davalar açılmış. Valilik “ÇED gerekli değildir” raporu vermiş; Isparta İdare Mahkemesi de Salda’nın kaderini etkileyebilecek göletin yapımında bir sakınca görmemiş ve “projeyi hukuka uygun bularak” davayı, dava olmaktan çıkarmış. Elbette bu göletler yapılsın diye açılan taş ocaklarına ilişkin tepkiler de, “ocaklar çevreye uygun, tepkiler değil” yanıtını aldı.
Oysa burası içinde barındırdığı, çoğaltıp yenilediği elementlerle bir jeolojik miras ve böyle bir davada salt jeolog, harita ve çevre mühendisi değil, suyu disiplinlerarası inceleyen bilim adamları da olmalı. Olmamış. Göl tükenince olur belki…
Kayadibi kıyılarından bakınca göle; karşıda, Kaya Tepe dedikleri burnun suda yansıması görünüyor; güneşli zamanların neredeyse her anında var bu yansıma; hakiden kardinal kırmızıya, limoniden mürdüm rengine, mint yeşile onlarca rengi kuşanarak uzanıp kısalıyor… Şafakta bal köpüğü gibi parlayan kayalar, kuşlukta mavi mor, taba olur. Yükseklerinde bir takım antik temel izleri var; bu yapıların üzerine yazan kimi incelemeciler “Deynus Kalesi” diyor. Fakat ne bu ismin nereden geldiği, ne de yapıların özellikleri ve zamanları hakkında bilimsel bir yayın var.
Arkeolojik yayın bakımından kıtlık olsa da olabilenden anladığımız kadarıyla, Burdur’un tarihöncesi (prehistorik) geçmişi, Yeşilova’nın Başkuyu Köyü’nde bulunan kaya resimlerinden yola çıkarak anlatılıyor. Buradaki tarihlendirmeler paleolitik çağla ilişkili bulunuyor.
Arkeolog Alime Çankaya bölgedeki kaya üstü resimler bakımından yayın yapanlardan biridir: “Başkuyu Köyü sınırlarında, kuzeydoğusundaki düzlük alanda tahrip olmuş prehistorik höyük ve güney batısına bir yamaç höyüğü bulunan Baynaz Tepe’nin kuzeyinden geçen bir dere yatağının kuzeyinde, ana kayadan kopmuş monoblok bir kayanın güney doğu yamacına bugün üç adedi seçilebilen vurgu tekniğinde, profilden verilmiş, çift başlı üçgen vücutlu, uzun boynuzlu 20 santimetre yüksekliğinde, 14 santimetre uzunluğunda stilize keçi resimleri yanında ne ifade ettiği anlaşılamayan iki adet sembolize şekil izlenebilmiştir.”
Kim bilir belki de buralar bir zamanlar yaban keçilerinin yurduydu; çünkü Alime Çankaya, Salda’nın yanındaki Yarışlı Gölü’nün kıyısında saptadığı kaya üstü resimlerini ve dönemlerini şöyle anlatıyor: “2 metre yüksekliğe vurgu tekniğinde, profilden, birbiriyle toslaşan uzun ve dik boynuzlu 21 santimetre boyunda, 19 santimetre uzunluğunda dört adet stilize dağ keçisi ile ağaç dalları şeklindeki boynuzu, dik kuyruğu ile stilize edilmiş 31 santimetre yüksekliğinde 20 santimetre uzunluğunda bir adet geyik resmedilmiştir. Kaya üstü resimlerinin bulunduğu alana kuş uçumu 100 ila 300 metre uzaklıkta yüzeyinde prehistorik dönem verileri bulunan bir yamaç höyüğü, üç höyük ve bir Phrygia ve Lydia kültürünün iç içe olduğu yerleşim alanları bulunur.”
Salda’yı da Burdur’u da arkeolojik bakımdan anlatacak açık kapı bugün için Hacılar Höyük ve Hacılar Büyük höyüklerdir.
Burdur il merkezinin 26-27 kilometre güneybatısındaki bu höyük de bir su kenarında, Koca Çay’ın üstündedir ve üç ana kültür evresinde 12 tabaka belirlenmiştir. Neolitik Çağ’ın ilk evreleriyle ilk tunç çağının açıklayıcı öğeleri burada çıktı ve çıkıyor. Dahası Prof. Dr. Refik Duru’nun onursal başkanlığında ve Prof. Dr. Gülsüm Umurtak’ın başkanlığında yakın zamandaki kazılarda çıkan savunma sistemlerine ait yapılar ve kazamatlar (bitişik odalar) bu çağın Anadolu’da az bilinen yanlarını yeniden tartışmamızı sağlıyor.
SALDA’NIN BÜTÇESİ
Bir yandan Kayadibi’nden Salda’ya akan suyu kesen gölete bakıyorum, bir yandan bunları düşünüyorum… Oysa bu su, mevsimsel akışa sahip, yaz aylarında handiyse kuruyan bir kaynak… Fakat salt bu da değil; mevsimsel akış gösteren Doğanbaba, Köpekçayı, Karanlıkdere, Kuruçay derelerinden Doğanbaba ve Kuruçay’ın üzerine de gölet yapılmış.
Salda Gölü’nün, coğrafya akrabası Burdur Gölü’nün kaderini paylaşma olasılığı insanları düşündürüyor. Yağıştan beslenme yıllık metreküple yüzde 22.04, yeraltında tam olarak saptanamayan kaynaklardan beslenmesi yüzde 26.33’e denk gelen Salda’nın buharlaşma oranı yüzde 54’e yakın… Bütün geri kalan açığını derelerden sağlamak zorunda… Diyeceğim o ki, her evin, kentin, ülkenin nasıl bir bütçesi varsa göllerin de bütçesi var. Fark ise şurada: İnsanlar göllerin bütçesinden çalınca onlar itiraz edemiyor; zira ağzı var dili yok. Fakat sonra bir gün geliyor kuruyor. Hırsız Adem oğlu da eli böğründe bakakalıyor.
TURİST Mİ GELSİN GÖLET Mİ YAPALIM?
Yeşilova’nın Değirmen Mahallesi, Ramazan aylarında iftarı birlikte açmayı bir gelenek haline getirmiş. Elde olanı paylaşmak, buluşmak, sohbetler kurmak için çok güzel bir gelenek. Biz gittiğimizde Yeşilova gençliğinin spor bakımından önderi kabul edilen merhum Gençlik ve Spor Kulübü başkanı Muzaffer Baş anısına mevlit okunuyordu. Yeşilovalılar ona “Büyük Kaptan” diyor.
Dünyanın bir adı da Mavi Gezegen’dir. Uzaydan dünyamıza bakanlar, burada mavi bir nokta görür; çünkü gezegende egemen renk mavidir.
Böyle olmasına böyledir de, resim sanatını araştıranların çoğu der ki; ortaçağa kadar Avrupa toplumlarında ne adı vardır mavinin, ne itibarı; bu renk ortaçağın neredeyse sonunda gelir söze, kâğıda, beze… Gökten gelen gibi değil de yerden yükselmiş, ağmıştır sanki… Derim ki görmüş olsalardı Salda’yı renkleri anlamaya emek verenler, kim bilir nice önceden değişirdi ezberdeki mavi…
Salda salt yerküre için değil, Mars toprağı için de anahtar jeoloji sayılıyor.
Göl mü adını köyden, köy mü ondan almış bilinmiyor, ama bugünlerde Salda Köyü’nde iki şey gündemi işgal ediyor. Birincisi herkesin köyüne yapılan göletler onların köyüne yapılamamış. Protestolar, bu kez sonuç mu vermiş ne, yarım kalmış inşaat. Bu nedenle, Saldalılar köye gelen her yabancıya, biraz yukarıdan bakarak soruyor: “Çevreci misin?” Değilsen ne âlâ, çevrecisiysen yandın: Dudu Kayıksız: “Biz göletin yapılmasını istiyoruz” diyor da başka şey demiyor. İkincisi, köyden çok gölün kaderini de belirleyecek. Salda Gölü’nün “beyaz adalar” denen kesimi bu köyün girişindedir. Önceki yıllar köylülerin burada hediyelik eşya, yerel ürünler sattığı kulübeler vardı. Şimdi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, bu alanı da içine alan bir “Millet Bahçesi” yapma kararı aldı ve bütün kulübeler yıkıldı. Peki nedir bu projenin kapsamı? Bakanlığın açıklaması şöyle:
“Biz burayı cumhurbaşkanlığımızın açıkladığı manifesto çerçevesinde çevreyi korumak adına, şehirlerimizi korumak adına özel çevre koruma bölgesi ilan edeceğiz. Bu ilan çerçevesinde, yaklaşık 300 bin metrekarelik alanda Salda Millet Bahçesi yapacağız. Bu da bir ilk olacak. Millet bahçesi projesi çerçevesinde buraya gelen turistlerimiz, yapacağımız otoparkta araçlarını park edecek. Geliş gidiş yollarını daha iyi şartlar altında yapmak suretiyle bu bölgeye gelen vatandaşımızın bungalov evlerde, kafeteryalarda dinlenmesi, yürüyüş yollarında, gezinti alanlarında gezmesini sağlayacak birçok düzenlemeyi de bu proje kapsamında yapmış olacağız.”
Bazı sözler kulağa hoş geliyor: “Çevreyi koruma”, ya da “özel çevre koruma alanı” gibi… İşleyişin nasıl olacağı daha sonra belli olacak. Zira bazı yerlere betonlar dökülmeye başlanmış bile. Giriş çıkışlarda para alan gişeler var. Burayı “otopark” ya da “festival alanı” yapmanın ortaya çıkaracağı sonuçlar için Yard. Doç. Dr. Erol Kesici şunları söylüyor: “Yapay parklar şehir içerisinde yapılmalı. Burası doğal müze. Burası zaten eşsiz bir doğa parkı.” Temel endişe, betonlaşmanın, tüketici kalabalıkların burada daha kolay yer bulmasına yol açacağıdır.
Halil İbrahim Erçoban, Mehmet Aytar ve kendi bölgesi başta olmak üzere, bir coğrafya öğretmeni olarak coğrafya bilimine meraklı, emek veren Elveda Barak’la oturuyoruz. Barak, “Göletlerin filan etkileri elbette değerlendirilmeli, ama asıl dert, bu göle bu kadar çok insanın gelmeye başlamasıdır. Bunca hücum bu gölü çok çabuk öldürecek” diyor. Halil İbrahim “Gölet yapılmasına karşı çıkanlar, buraya çok turist geliyor diye bir terane tutturmuşlar. Sanki turist gelmese, Salda yok edilmeyi hak ediyor gibi bir hava esiyor” diyor. Gerçekten de konuştuğum hiçbir kesim, “Salda, Salda olduğu için yaşamalıdır” demedi, demiyor… Turist mi gelsin, yoksa gölet mi yapalım… Festival mi yapalım, ralli mi düzenleyelim… Göle egemen olanların yok mu başka sorusu? Üstelik kimi kaynaklar, buraya geçen yaz 300 bin kişi geldi diyor; kimi 500 bin… Bu rakamlar bu göl için haddinden fazla…
Mehmet Aytar, Niyazlar Köyü’nden… Köyüyle göl arasında 15 dakikalık bir mesafe var. Fakat onun köyünün etrafında tam üç tane krom ocağı var. Aytar: “Ben, kendi köyüme ‘dünyanın en güzeli’ diyorum. Elbette bu bence böyle. Çünkü biz cümle canlıyla uyur uyanırız orada, “hayvan da candır” demeyiz; “hayvan candır” deriz. Cinayet, hayvana eziyet bize uğramaz. Fakat şimdi en ufak bir rüzgârda krom pasası (molozdan sonraki atık) tozu basıyor köyü. Para hırsı olanlar için biz, halk, can değiliz…”
Çevrenin kıymetini sadece ve sadece parayla ölçenlere karşı Antalya, Isparta, Burdur, Denizli, Kaş bileşenlerinin (A Platformu) eylemleri geliyor aklıma. Platform sözcüsü Hediye Gündüz, “Niyazlar Köyü sınırındaki krom maden ocağı, Yeşilova İlçesinin içme suyunun ana su kaynağı olan Bördelikte’dir. Bördelik Değirmendere’sinin de ana su kaynağıdır. Niyazlar köy merkezine yaklaşık 4 kilometre mesafededir. Bu ocağın öğütme tesisi ise Niyazlar Köyü içinde, köy merkezine bir kilometre mesafededir. Aşırı toz çıkaran bu tesis Yeşilova Göleti’ni besleyen Değirmenderesi Çayı sularının direkt olarak üzerindedir.”
Dertleniyor insan. İyi ki İbrahim Özbek var. Özbek’in hüneri üzüm üstünede yoğunlaşıyor. “Bir salkım üzüm bile onun elinde ziyan olmaz” diyorlar. O, üzümü türkülere, şiirlere, efkâra (fikirlere) yaraşır bir biçimde işliyor…
AY ŞAFAĞI
Camgöbeği nar çiçeği rengini çerçeveliyor. Gölde renkleniyor gece göğü vişne çürüğü, mercan rengi… Su yeşili kuşatıyor onları; dolunay lila… Ay ışığı bitimsizcesine bir şafak veriyor göle… Bilim insanlarının Salda’yı Mars’ın toprağıyla kıyaslamaları geliyor aklıma. Kalubelaya, yani ilksel yaşam formlarına ve çevre koşullarına ilişkin inceleme yapanların bir kısmı “denetleyici aktör” dedikleri jeobiyolojik faktörleri anlama çabasını, yalnızca yerküredeki yaşamla sınırlamıyor. Bizi yerkürenin ötesine, evrenin başka köşelerine bakmaya da davet ediyor: M. J. Russell, J. K. Ingham, V. Zedef, D. Maktav, F. Sunar, A. J. Hall ve A. E. Fallick, tam yirmi yıl önce Salda ve Mars kayaç yapısını incelemeye başlamış. Bizim “lüle taşı” dediğimiz beyazlığın ötesinde Salda’nın yapısıyla, Mars’ın kabuk yapısının benzerliklerinden yola çıkarak, şimdilerde o çok yapılan “Mars’ta hayat var mı” tartışmasını da bir başka aşamaya taşıyorlar: “Buradaki hidromanyezit içerikli stromatolitlerin Mars’taki karbonat içerikli kayaçlarla benzerlik sergiliyor… Dahası bunu bu açıklıkta dünyanın pek az yerinde izleyebiliyoruz” diyorlar.
Gece dönüyor. Salda’da ay şafağı… Bilim evrenin başka parçalarından gelen bulgularla heyecanlanıyor. Seher buğulu pembe. Gönlüm de bir deniz çalkalanması, ince camgöbeği bir düşevi… Sabah mı geliyor ne? İşte! Salda’da biz zamanı değil de ışık, ona saklanmış ısılar söylüyor bize bizi, yaşamayı…
ATLAS HAZİRAN 2019