Fırat Nehri’nin yakınında 5 bin yıl önce bir devlet doğdu. Gücünün kaynağı neydi? Seri üretimi nasıl keşfetmişlerdi? Bürokrasi ve savaş nasıl ortaya çıktı? Malatya Arslantepe’de arkeologların 50 yıllık titiz uğraşları sonucunda sorular cevaplarına kavuşuyor.
Yazı: Francesca Balossi Restelli / Fotoğraflar: Arslantepe Kazı Arşivi / Roberto Ceccacci
Arslantepe, binlerce yıl boyunca inşa edilen, yıkılan ve yenisi eski yıkıntının üzerine inşa edilen yapılarla yüksekliği 30 metreyi bulan bir höyüktür. Malatya Ovası’nda, Fırat Nehri’nin birkaç kilometre doğusunda Arslantepe; Malatya kentinin hemen kenarındadır. Höyüğün eski adı, Hitit kaynaklarına göre Malitiya, Geç Asur ve Urartu kaynaklarına göre ise Melid, Meliddu ya da Meliteya idi.
Arslantepe’de, İÖ 3800 ve 3400 yılları arasında hiyerarşik bir toplum yapısı gelişmişti. Bu dönemde Arslantepe, en geniş sınırlarına ulaştı. Höyüğün zirvesinde, duvarları boyalı, kerpiçten sütunları beyaz renkte sıvalı, geniş odalı, büyük olasılıkla elit kesiminin ikamet ettiği görkemli kerpiç yapılar inşa edildi. Aynı kesimde, 400 metrekarelik bir alanı kaplayan, şehirden ayrılmış ve taş ile kerpiçten yapılmış bir platform üzerinde büyük bir tapınak yükseliyordu; o, kamusal kült uygulamalarının varlığını gösteriyordu. Bu tapınak (C), çok renkli nişlerle bezeli ve merkezinde ateş platformu bulunan holü ile Mezopotamya’nın tipik üç bölümlü mimari planını yansıtır.
En azından dört girişe sahip ve geniş kalabalıkların kullanımına açık olduğu anlaşılan tapınağın içinde sayıları bini aşan, seri bir şekilde üretilmiş kâsenin bulunması burada törensel ziyafetlerin yapıldığını, bu ziyafetlerde yemek dağıtıldığını gösteriyor. Bu uygulamanın yanı sıra, alınan malların bir çeşit fişi gibi kullanılan, kaplardan sökülen mühürlerin geçici olarak biriktirilmesiyle oluşan ekonomik işlemlerin varlığını kanıtlayan kil mühürler (cretulae), Arslantepe’de İÖ 4. binyıl sonlarına doğru iyice pekişen, yemek ve işgücünde merkezileşmenin başladığına işaret eder.
Döneme ait hayvan kalıntıları keçi ve özellikle de, fazla sayıda beslenebilecek ve kolay yer değiştirebilecekleri için bir sonraki dönemin devlet merkezli toplumunun hayvancılığında ayırt edici özellik konumuna gelecek olan koyun beslemede belirgin bir artışın olduğunu gösteriyor. Böylelikle, Arslantepe’nin bu döneminde, temel gıda maddelerinin merkezi yönetimi çoktan gelişmiş; Mezopotamya’da olduğu gibi elitler, yiyecek dağıtımını güçlerini meşrulaştırmak adına ideolojik olarak kullanmışlardı.
Gücün Yayılımı: Saray
İÖ yaklaşık 3450’de henüz bilinmeyen bir nedenden dolayı, belki de bir deprem ile tapınak terk edildi ve tepenin güneybatı kısmında farklı taraçalar üzerine, 2 bin metrekareyi aşan bir alana, koridor ve açık avlular aracılığıyla birbirine bağlı, değişik işlevlere sahip yeni tapınaklar, depolar gibi yapılar inşa edildi. Bütün yerleşim, esas olarak bu kamusal kompleks ve höyüğün tepesindeki az sayıda elit konutundan oluşuyor. Bu kompleks Yakındoğu’da bilinen en eski kamusal “saray”dır. Saray, temel gıdanın doğrudan ve kompleksin değişik işlevli yapılarıyla “laikleştirilmiş” kontrolü için karmaşık bir idari örgütlenmeye sahipti. Saray kompleksinin içindeki depo ve belirli alanlarda, kumanya dağıtımı için yapılmış yüzlerce kâse, 200’ün üzerinde mühür baskısı taşıyan yaklaşık 2 bin 200 kil mühür (cretulae) ile birlikte bulundu.
Bu kil mühürlerin çoğu, ön sipariş ve muhasebeden sonra bilinçli olarak belirli çöp alanlarına atılıyordu. Bunların detaylı incelenmesi ve çöpe bırakılma şekli, en eski merkezi idare sistemlerinden birini anlamamıza olanak sağladı. Elitler tarafından farklı görevlere tayin edilen, hiyerarşik olarak örgütlenmiş yetkili memurlar sarayda yürütme işini gerçekleştiriyordu. Kil mühür baskıları ve mühürlerin analizi, sadece tek bir memurun bütün depoları mühürleme hakkı varken, ikinci bir grup memurun belirli bir oda grubunu kapatabildiğini ve üçüncü bir memur kategorisinde ise her bir memurun bir odadan sorumlu olduğunu göstermektedir. Diğer memurlara ise nadiren oda mühürleme izni verilmiş ve memurların büyük çoğunluğuna bu hak tanınmamıştı. Bu açıkça ilk bürokratik hiyerarşik idari sistemin doğuşuydu.
Ürünlerin dağıtımın ayarlanması önceki döneme göre daha belirgindir ve binlerce kil mühür ile seri üretim kâselerin her yerde olması bu dağıtımın laik bir çerçevede yürütüldüğünü gösterir. Saray elitleri, temel gıdanın üretiminden dağıtımına kadar ekonomiyi kontrol etmiş ve işçilere emeklerinin karşılığını yiyecek olarak ödemiş olmalıdır. Önceki dönemde de fark edildiği gibi, keçi ve özellikle koyun eti bu dönemde çok daha fazla önem kazanırken, domuz kemiklerine neredeyse hiç rastlanmaz. Tarımsal faaliyetlerin çoğunluğu da, koyun ve keçi beslemede olduğu gibi, merkezi elit güç tarafından kontrol edilmiştir. Aslında bu dönemde, daha az verimli iki sıralı yerine altı sıralı kabuksuz arpa üretilmiştir. Emmer türü buğday taneleri üzerinde yürütülen izotop analizlerine dayanılarak sulama sistemlerinin kullanıldığı da öne sürülebilir. Bütün bunlar temel gıda ekonomisinde daha büyük miktarlarda verimin amaçlandığının kanıtlarıdır.
Saraydaki iki yapı tapınma amaçlı kullanılıyordu, ancak bu yapıların şekilleri ve küçük olmaları, kamunun kolay erişimi için inşa edilmediklerini gösteriyor. Ayrıca bu yapılar, dönemin siyasi ideolojisinde dini bileşenin öneminin azaldığına da işaret eder. Tapınma için kullanılan odalara artık dışarıdan erişilemiyordu; odaların, dışarıya açılan iki ve yan odalardan birine açılan bir pencereden başka dışarıyla bağlantısı yoktu. Dolayısıyla, bu dönemde tapınma daha çok elitlerin işiydi. Hayvan kalıntıları da bu törenlerde sunulan yiyeceğin, daha erken döneme ait Tapınak C’de bulunanlardan daha zengin olduğuna işaret eder. Nitekim yetişkin sığır ve daha fazla av etine rastlanır. Burada seri üretim kâseler de oldukça nadir görülür ve bunların yerine yiyecek, daha büyük kaplarda pişirilir ve yenirdi.
Sarayın odalarından birinde bulunan, hepsi arsenikli bakırdan yapılmış 21 silah ve dörtlü sarmallı metal plaka, bu dönemde metalurjik üretimde sıra dışı bir ustalık seviyesine gelindiğini gösteriyor. Bulunan silahlar 12 zarif mızrak ve dokuz kılıçtan oluşuyor. Başka yerleşimlerde neredeyse bin yıldır bilinen bu tür silahlara Arslantepe’de ilk kez rastlanıyor. Diğer yerleşimlerde görülen ve daha önceki dönemlere tarihlenen kılıçlarda ağız ve kabza tek bir parça halinde dökülmüştür. Bunlar, genellikle duvara asılan, gücü sembolize eden ve yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan askeri araçlardı. Arslantepe’deki silahların kurşun izotop analizi, metalin Transkafkasya ve Karadeniz kıyılarından ithal edildiğini gösterir; bu bölgelerden Malatya Ovası’na gelen gruplar, göçebe yaşam tarzlarında ürettikleri diğer ürünlerle birlikte metali de saraya getirmişlerdir. Bu, Arslantepe elitlerinin, Kafkaslar’ın zengin maden yataklarına erişimini sağlamış ve Arslantepe de büyük olasılıkla metal ticaretinin yoğunlaştığı ana merkezlerden biri haline gelmiştir.
Tüm bu öğeler, İÖ 3300’deki Arslantepe “sarayı”nın, ilk devlet örgütlenmesinin oluşumunda çok önemli bir yere sahip olduğunu kanıtlar. Bu öğeler, Güney Mezopotamya’da aynı zaman diliminde görülenlere benzer olmakla birlikte, gücün laikleşmesinin erken gelişimi ve şehirleşmenin olmayışı gibi farklı karakteristiklere de sahiptir. Arslantepe’de dönemin kamusal ekonomik ve idari çevresi, dini/törensel çevreden açıkça ayrıdır ve siyasi, ekonomik ve dini gücün hala fazlasıyla birbirine bağlantılı olduğu Mezopotamya’dan daha laik bir yürütme söz konusudur. Şehirleşmenin bulunmayışı ise, Arslantepe’nin önceki döneme göre daha küçük oluşuyla açıklanabilir. Nedenlerden biri de tarımsal alanların yer aldığı verimli, ancak kısıtlı dağlık bölgedir; bu durum, Arslantepe’nin bütün Yukarı Fırat bölgesinin siyasi ve ekonomik merkezi haline gelmesine engel teşkil etmiştir. Böylece Arslantepe, devlet oluşumuna giden tek bir yol olmadığını, başka bölgelerde bu olguya farklı yollardan cevap verildiğini göstermiştir.
İÖ 3000 yıllarında, tüm saray çok büyük bir yangınla yok oldu ve bu da temel ekonominin merkezileşmesine dayalı bu erken devleti tamamen tarih sahnesinden sildi. Bunun nedeni, büyük olasılıkla sistemin erken gelişmişliğidir. Bu sistem, Mezopotamya’dakinin tersine, kurumsallaşması yetersiz kalmış hiyerarşik bir sosyal sistem üzerine kuruludur ve büyük olasılıkla kendi halkı tarafından bile tam olarak tanınmamıştır. Başka bir istikrarsız öğe de, Malatya Ovası’nı düzenli olarak ziyaret eden, dağlarda (Transkafkasya) yaşayan göçebe grupların varlığıdır. Bu gruplar önce sarayla bağlantı kurmuş, sonra da gücün askerileşmesinin de gösterdiği üzere olasılıkla yerel elitlerle çekişmişlerdi.
Transkafkasya Üstünlüğü
Arslantepe’deki merkezi gücün çöküşünden sonra, Transkafkasya ile bağlantılı toplumlar bölgede baskınlaşmış ve bölgeyi bir süreliğine “yönetmişlerdir”. İÖ 3000 yıllarında, Arslantepe’de doğrudan sarayın kalıntıları üzerine, belirgin bir şekilde kuzey ve doğu bölgelerinin etkisinde, dal örgü evlerden oluşan bir köy inşa edilmişti. Bu durumun, komşu Elazığ bölgesinde olduğundan daha eski bir tarihte gerçekleşmesinin nedeni, Arslantepe’nin olasılıkla daha önceki evrelerden beri göçebe nüfus alması ile açıklanabilir.
Son iki kazı sezonunda, bu köyün 20 yılı aşkın süredir düşünüldüğü kadar önemsiz olmadığı fark edilmiştir. Höyüğün, kulübe ve hayvan ağıllarına bakan en yüksek kısımlarına doğru, sağlam bir kerpiç yapı vardır. Henüz tamamı kazılmayan bu yapının, merkezinde fazlasıyla büyük bir ocağın bulunduğu bir oda yer alır. Aralarında iki metal mızrak ucu ve bir kurşun kolye ucu da olan buluntular zengin ve ilgi çekicidir. Bu yapının ünik olması ve içindeki buluntular, buranın umumi ya da kamusal bir bina olduğuna işaret eder. Ayrıca, köyün en yüksek yerine büyük bir kulübe inşa edilmiştir. Kulübenin dışında bulunan ve yemek artıkları olduğunu düşündüğümüz yüzlerce kemikle birlikte yanık dolgular, bu köyde şölen ve ziyafetlerin verildiğini düşündürür. Dolayısıyla, bu dönemde de şeflerin varlığı belirgindir.
Şeflere ait olan bu yapıların yakınlarında antropomorfik özelliklere sahip küçük kapların bulunması, olasılıkla inançlarla ilgili ya da törensel karakterli bazı faaliyetlerin yapıldığı bir alan vardır. Kısacası Arslantepe, artık mal ve işgücünün merkezileştirilmesi üzerine kurulu olmasa da, bir güç merkezi olmaya devam etmiştir.
Siyasi ve Askeri Liderler
Köyün sınırında, “Kraliyet Mezarı” olarak adlandırdığımız önemli ve benzersiz bir mezar vardır. Söz konusu evre ile sonraki dönem arasına tarihlenen mezar, büyük levhalarla kaplanmış ve süslenmiş bir taş sandukadan meydana gelir. Geniş bir çukurun dibindeki bu sandukanın içinde çanak çömlek, silahlar, bazı aletler ile bakır, gümüş, bakır-gümüş alaşımı ve altından yapılmış süs eşyaları gibi metal objelerden oluşan mezar hediyeleriyle bir yetişkin iskeleti vardır. Sandukanın üzerinde ise büyük olasılıkla kurban edilmiş dört gencin iskeleti yer alır. Mezarı kaplayan levhaların üzerine uzanmış, başlarında bakır-gümüş alaşımı taç bulunan genç bir erkek ve bir kız sandukada gömülü kişi ile bağlantılı insanlar olmalıdır. Diğer iki genç kız iskeleti ise hizmetkârlara ait olabilir. Bu mezarın bir Transkafkasya liderine mi, yoksa Transkafkasya işgalinin ardından kurulan köyün şefine mi ait olduğunu henüz bilmiyoruz. Liderlikle ilgili bir yapıya ya da olaya sahne olduğunu sandığımız höyüğün tepesi, 5 metre kalınlığında, görkemli bir sur duvarıyla çevrilidir. Tarımcı, küçük çekirdek ailelere ait olduğu gözlemlenen, özgün konumlarında açığa çıkarılan buluntularıyla kerpiç evlerden oluşan bir köy, bu duvarın dışına inşa edilmiştir. Bugüne dek yapılan kazılarda sur duvarıyla çevrili, olasılıkla şeflere ait olan alanda ise hiçbir buluntuya rastlanmaması bu alan hakkında fikir yürütülmesini zorlaştırmaktadır.
Kraliyet mezarının özellikleri ve höyüğün tepesindeki sur duvarlarının varlığı, 52 yıllık kazının da gösterdiği üzere, İÖ 3. binyılda Arslantepe’deki elit gücün, halkın ekonomisinin kontrolünü elinde bulundurmaktan çok, siyasi ve askeri liderliğe dayandığına işaret eder. Ancak devam eden kazılarla yakın gelecekte, yeni buluntuların bizleri şaşırtabileceği de beklenmelidir.
Atlas 2014 Haziran / Sayı 243
Foto Galeri