Anasayfa Atlas Tarih MAHYA: AY YAZISI

MAHYA: AY YAZISI

Harika Pelin Şengül

Minareler arasında göğe asılı gibi duran o kelimeler, zamanın Ramazan olduğunu işaretlerken bir yandan da eski bir geleneği günümüze bağlıyor, adeta yıldızları yere yaklaştırıyor. Dijital ışık tasarımı işin içine girse de bir avuç usta geleneksel mahyacılığı sürdürüyor. Atlas, dünden bugüne mahyacılığı araştırdı, İstanbul’un camilerini dolaşıp şehre mahyaların gözünden baktı, ustalarla konuştu.  

Yukarıdaki görsel: Mahya ustaları Kahraman Yıldız (solda) ve Aziz Tosyalı, Sultanahmet Camii’nin minarelerine Ramazan’ın ilk mahyasını asıyor. Fotoğrafta görünmeyen alt şerefede, diğer usta Cemil Buyurgan var. Defalarca çıktıkları minarelerde işlerine yoğunlaşmışlar. Arkalarında uzanan Nuruosmaniye ve Süleymaniye camileri ile onlara eşlik eden Beyazıt Kulesi’nin manzarasına artık alışmışlar.

Yazı: Tevfik Taş

Fotoğraflar: Tolga İldun

Karanlıktır leyla ya, içinde mah olmasa, derdi bizim aksakallar. Geceye “leyli/leyla” ve ona ışığına veren Ay’a “mah” denen zamanların edebiyatında bu sözler, çoğunlukla sevdayı, yüceltilesi olanı ve onun zorluklarını iç içe söylerdi. Fuzûlî’nin üslubuyla halk türkülerine giren dizede, şair sevdiğini hem över, hem kıskançlığını ironiye gizleyerek yazar: “Mah yüzüne bir nikap çek/ Ben yandım el yanmasın.” Zamanımızın konuşma ve edebiyat dilinde kullanılmadığı için “nikap”ın “örtü” veya “peçe” olduğunu belirtmek kaçınılmaz görünüyor.

Haliç’ten Yeni Cami ve ardında Ayasofya’nın mahyaları… Camiye dönüştürülmesiyle Ayasofya’ya da mahya asılmaya başladı. Fakat yönü Sultanahmet Meydanı’na değil, Haliç’e bakıyor. Bunun sebebi, meydana bakan minareler arasındaki mesafenin çok uzun olması. Bu yüzden Mimar Sinan’ın yaptığı ve birbirine daha yakın minareler kullanılıyor.

Ramazan orucunun başlamasıyla, özellikle selatin camilerinde (sultanların yaptırdığı camiler) gördüğümüz mahyaların sözcük kökünde de, mantığında da geceye bir ışık vermek var, diyebiliriz. İstanbul’da, Üsküdar, Valide-i Cedid, ya da yaygın söylenişiyle Yeni Valide Camii avlusunda, günümüzde klasik mahya yapımını sürdürebilenlerin handiyse son ustalarından Kahraman Yıldız’la sohbet ederken biraz da bunları düşündüm. Bir zamanların Divan şiirinde ramazaniyye diye bir dal vardı. Bu dal içinde mahyalar o kadar güzel anlatılmış ki; örneğin şair Sâbit, ramazâniyyesinde “Eşkâl-i Süreyyâ-yı felek yeknesak üzre/ Mâhiyyesi her gece bunun başka nişandır” demiş. Mahyayı, feleğin Süreyya takımyıldızına benzetir şair ama o yıldız yeknesaktır. Yazısı, şekli değişebilen mahyalar, bu sabit yıldızdan üstündür.

“Osmanlı zamanında mahya büyük süstür elbette” diyor Kahraman Usta, “fakat sadece süs değildir. Elektrik yok, hoparlör yok. Kentin uzağında oturan insanlar ezanı duymayabilir. Ancak yükseğe caminin minaresine asılmış mahyalar yanınca anlar ki, iftar vakti de gelmiştir. Çünkü işin âdeti, iftar ezanıyla yakmaktır mahya kandillerini.”

Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlı çalışan mahya ekibi Ramazan boyunca günde bazen iki ya da üç camide çalışıyor. Şaşırdığımı gören ustalardan Cemil Buyurgan, “Kimi camide yazıları değiştirmemiz gerekiyor” diyor. Benim kâmilen anlamadığımı gören Kahraman Usta, “Diyanet İşleri Başkanlığı bize her yıl kendi belirlediği temaya uygun olarak bir yazı listesi verir: ‘Hak dini İslam’dır’, ‘muhtaca yardım et’, ‘zekât malı artırır’ gibi. Biz bu listeyi camilerin minare aralıklarının uzunluğuna bakarak taksim ederiz. Böylece her camide oruç ayı boyunca üç ya da dört kez mahyaları farklı yazılarla değiştiririz.”

Valide-i Cedid Camii’nde, gece bozulmuş bir ampulü değiştirmeye gelmişti ekip. Bundan anlıyorum ki, yazı değiştirmenin yanı sıra bir de mahyaların acil onarımı için ekip camiler arasında dönüp duruyor.

Sadece ışıkla yazı yazmak değil, yüksekte olmak da zor. Fakat bu işin de güzel yanı, yerin kalabalığı ve keşmekeşinden nispeten uzaklaşıp yüksekteki sakinliğe çekilmek. Hele burası Eminönü’ndeki Yeni Cami olunca, aradaki tezat daha da çok hissediliyor

Eminönü’nde Yeni Cami’nin minaresinin merdivenlerini çıkarken, bir zamanların müezzinlerinin sağlam spor yaptıklarına karar verdim. Günde beş vakit, 300’e yakın basamağı bulunan bu merdivenleri eğile büküle çıkıp inerse bir insan, başkaca spora gerek kalmaz sanırım. Mahya ustaları burada “doğruluk cennete götürür” yazısını “namaz dinin direğidir” yazısıyla değiştiriyor. Aslında ampullerle yeni bir yazı yazıyorlar. Bir harfi oluşturan ampullerle bir yazı sırasını oluşturanlar ve yazı iki satıra taşıyorsa eğer alttaki satırı oluşturacak olanlar, bir çelik halat üzerinde ve birbirlerinden 45 veya 60 santim mesafede senkronize ediliyor.

Böyle anlatılınca kolay görünüyor olabilir ama aslında o kadar kolay değil. Matematik, geometri, elektrik bilgisi ve elbette zanaatkârlık iç içe işliyor.

ESKİ ZAMANLAR, ESKİ USTALAR

Osmanlı Devri’nde ilk mahyacılığa ilişkin berrak bilgiler yok. Sultan camileri başta olmak üzere, camilerin kandillerle süslenmesi elbette çok eski. Ancak minareler arasına bir teçhizat kurularak yapılan mahyanın Osmanlı’daki tarihi çoğunlukla padişah I. Ahmed zamanına (1603-17) dayandırılıyor. Bu yıllarda, Fatih Camii müezzinlerinden hattat Hâfız Ahmed Kefevî’nin minareler arasına ilk mahyayı kurduğu rivayet ediliyor. Mahyaya ilişkin ilk resmi belge de Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’nın 1722’de “bütün selatin camilerine mahya kurulsun” diye verdiği emirdir.

Yeni Cami’nin minaresinden bakıyorum İstanbul’a. Bir zamanlar burada Bahçe Kapısı, Çıfıt Kapısı, Balık Pazarı Kapısı gibi kentin en büyük limanıyla bağlantılı kapılar vardı. 1597’de, Sultan III. Mehmed döneminde yapımına başlanan bu cami, 1663’te Sultan IV. Mehmed döneminde bitirilebilmiş.

Yakından bakınca mahyanın mesajı anlaşılmıyor; görünen sadece ampuller ve elektrik kabloları

Mahya ustaları şimdi tıklım tıklım olan Mısır Çarşısı’nın çatısına paralel mahya yazılarını asarken, ben, kendi eksenimde dönercesine, minarenin dairesince dönerek kente, siluetindeki değişimlere bakıyorum. Bakmamak daha iyi galiba.

Kahraman Usta’ya nasıl başladınız bu işe diye soruyorum. “Vakıflar Müdürlüğü’nde elektrikçiydim. Münir Can adında bir ustam vardı. Bir Ramazan ayında, bizi Dolmabahçe Sarayı’nın bir mahzenine götürdü. Bir sürü kablo, halatlar, ampuller. ‘Ne yapacağız bunlarla?’ dedim. ‘Mahya’ dedi. Ben mahyaları görürüm, severim ama nasıl yapılır bilmem. Neyse Münir Ağabey tarif etti, ben yaptım. Bitti zannettim. Bir sonraki bayram, beni Sultanahmet Camii’ne gönderdi. İşte, asıl ustamla o zaman tanıştım. Osmanlı devrinin son iki padişahına da, cumhuriyet devrinin en yoksul günlerinden en şaşaalı günlerine kadar mahya yapmış olan Hacı Ali Ceyhan. Biz ona ‘hacı baba’ derdik O öğretti bana” diyor.

Konun tamamı Atlas’ın Mayıs 2022 sayısında. Almak için tıklayın!

Kahraman Yıldız ve ekibi, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Taksim’deki atölyesinde projesini çizdikleri mahyaları hazırlıyor (üstte). Kahraman Usta ve ekibi, 159 ampulle yazacakları “Hak din İslamdır” yazısı için malzemeleri kol gücüyle minarelere çıkarıyor

1922’nin Ramazan ayında Velid Ebüzziya Bey’in Tevhîd-i Efkâr gazetesinde Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen mahyalı başlık

Hacı Ali Ceyhan hem Osmanlı, hem cumhuriyet döneminde mahyacılık yapmış unutulmaz bir usta.

 

 

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap