Anasayfa Atlas Tarih Dünyanın çizgileri

Dünyanın çizgileri

Harika Pelin Şengül

1970’lerde insanlık, John Lennon’ın ülkelerin olmadığı bir dünyayı hayal ettiği şarkısı Imagine’i ezbere söylüyordu. Peki, insan gerçekte sınırlar olmadan yaşayabilir mi? Değil limitsizlik; insan kendi çizdiği sınırlarla dahi yaşamakta zorlanıyor. Vize engelleri nedeniyle, başta Afrika kıtası sakinleri olmak üzere yoksul dünyanın uluslararası seyahat seçenekleri 1960’lı yılların bile gerisine düştü. Sınırdan geçebilmek veya geçememek, artık bütün mesele bu!

YAZI: CEMAL TUNÇDEMİR

Çoğumuz, insanların göçünü yeni bir fenomen, sınırları ise tarih boyunca var olmuş yapılar olarak görüyoruz. Oysa gerçek tam tersi. İnsan, tıpkı kuşlar gibi göçmen bir tür. 200 bin yıllık tarihe sahip modern insan, 65 bin yıl önce Afrika’dan ilk kez çıktığından beri daha iyi yaşam, iklim ve güvenlik koşullarına göç ediyor. Bu 65 bin yıllık tarihin son 100 yılı hariç, insan politik bir sınır engeliyle karşılaşmadan, dünyanın istediği yerine gidebiliyordu. En belirgin ulus kimlikleri bile bu göç dalgalarında oluştu. Gen teknolojisine dayalı bilimsel araştırmalar, “Avrupa yerlileri”nin neredeyse tamamının, son 15 bin yılda, ikisi Ortadoğu’dan olan üç büyük kitlesel göçle kıtaya gelenlerin çocukları olduğunu gösteriyor. Örneğin, Almanlar antikçağ Filistinlileri ve Keşmirliler ile ortak genetik köklere sahip. Amerikalı nüfus genetiği uzmanı Lynn Jorde, “Hiçbir insan saf ırk ürünü değil. Aksine, bütün modern insanlar, göçmenliğin neden olduğu kompleks bir tarihe sahip” diyor.

Arizona eyaletine bağlı Nogales örneğinde olduğu gibi, günümüzde ABD-Meksika sınırında güvenlik seviyesi tarihte görülmemiş boyutlara ulaştı, 2019

Göçün tarihselliğine karşın, politik sınırların insanın özgürce seyahatini kısıtlaması oldukça yeni. Gerçi birkaç bin yıl boyunca imparatorluk, krallık ve sultanlıkların bir sınırı olduğu varsayıldı ama bunlar bugünkü gibi somut engel veya işaretlerle belirlenmiş çizgiler değildi. Avrupa’da Otuz Yıl Savaşları’nı sona erdiren 1648 Vestfalya Barışı, ulus devletlerin ve modern uluslararası sistemin, dolayısıyla modern sınır algısının başlangıcı kabul ediliyor. Buna göre, devletler belirli bir coğrafyada egemenlik tekeline sahip olacak ve hiçbir devlet diğerinin egemenlik sahasındaki içişlerine karışamayacaktı. Detaylı ülke haritalarının çizildiği ve insanların bu haritalarla kimliklerini özdeşleştirdiği dönem başladı. Sınırlar, tarihçi Charles Maier’in nitelemesiyle “coğrafyayı tarihe dönüştüren şey” haline geldi.

Vestfalyan Düzen, 20’nci yüzyılda Avrupa ülkelerinin kolonilerine de ulaştı. Günümüzdeki ülke sınırlarının yaklaşık yarısı son 100 yılda İngiliz ve Fransızlarca çizildi. Bu çizimlerin neredeyse hiçbirinde insan faktörü göz önüne alınmadı. Örneğin, Hindistan’ı ve Pakistan’ı ikiye bölecek sınırı çizen İngiliz arabulucular, özensizlikleriyle, sadece birkaç ayda on milyonlarca Hindu, Sih ve Müslümanın asırlardır yaşadıkları topraklardan zorunlu göçüne ve milyonlarcasının bu yolculukta ölümüne neden oldu. 1948 yılında Kudüs’ü ikiye ayıran haritanın çiziminde kullanılan İngiliz kaleminin ucunun kalınlığı, sonraki on yıllar boyunca İsrail ve Araplar arasında birçok ihtilafa, çekişmeye ve şiddete neden olacak bir ara koridor oluşturacaktı.

11 EYLÜL’LE GENİŞLEYEN SINIRLAR

İki asır boyunca sadece bir yerde hangi egemen otoritenin yasalarının geçerli olduğunu harita üzerinde gösteren bu hayali çizgiler, Birinci Dünya Savaşı sırasında, taş veya tel örgülerle işaretlenen somut sınırlara dönüştü. Sınırın düşmana karşı bariyer noktası görüleceği bu çağın sembolü olacak Berlin Duvarı 1989’da yıkıldığında, açık sınırlar çağına dönüleceği fikri oluşmuştu. Avrupa Birliği ülkelerinin 1990’larda kendi aralarında sınır kapıları ve gümrükleri kaldırdığı Schengen süreci ile pekişen bu iyimserlik yaklaşık 10 yıl sürdü. 11 Eylül’ün neden olduğu sınır güvenliği önlemleriyse süreci tersine çevirdi. Yüzyıllardır beyazların göçüne sahne olan ABD ve Avrupa’da “esmer tenli” göçmen nüfusundaki artış da sınırları tarihte benzeri görülmemiş fiziki bariyerlere dönüştürdü. 2010’larda yükselmeye başlayan popülist lider ve politikalar, sınırları kültürel, dilsel, inançsal veya etnik farklılıkları aşikâr hale getiren bir çizgi kabul edip kimliğin merkezine oturtmaya başladı. Bu bakışa göre, sınır sadece devletlerarası ilişkinin alanı değil, “biz”i, “onlar”dan ayıran şeydi. Örneğin Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, “Sınırlarımızı, bizimkinden farklı dinde doğmuş, büyümüş ve farklı kültürden beslenmiş insanlara karşı korumak yükümlülüğündeyiz” şeklinde konuşacaktı.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Kıbrıs Rum kesimi arasında bölünmüş başkent Lefkoşa’nın kuzey tarafında, Türk toprakları içinde bir çocuk parkı. Hemen ardında Birleşmiş Milletler güvenlik güçleri tarafından kontrol edilen ara bölge.

Siyaset bilimci Matthew Longo, Sınırların Politikası (2018) kitabında, 11 Eylül’den sonra çıkarılan Vatanseverlik Yasası ile ABD sınır kolluğuna, sınırdan yüzlerce kilometre içeriye kadar geçerli olağanüstü yetkiler tanınmasına dikkatimizi çekiyor. ABD’nin Kanada ve Meksika sınırları, sahiller dahil sınırdan yaklaşık 100 mil (yaklaşık 160 kilometre) içeri genişlemiş kalın birer hat artık. Bu uygulamayla 200 milyon Amerikalı, yani ülke nüfusunun neredeyse üçte ikisi “sınır” içinde yaşıyor artık. Bütün bu alan, vatandaşı koruyan anayasal hakların her zaman garanti altında olmadığı, ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza bürosu başta olmak üzere diğer güvenlik birimlerinin kolayca istismar edebilecekleri birçok gizli yetkiye sahip oldukları bir coğrafya. Böylece, yasal göçmenler bile sınırdan geçtiklerinde sınırı geçmiş olmuyor; ev ve işyerlerinde gözetim altında tutulmaya devam ediyorlar.

Sınırlar sadece içe değil, dışa doğru da genişliyor. ABD sınır güvenliği, sınırın diğer tarafında Meksika güvenlik güçleriyle operasyonlar ve düzenlemeler yapıyor. İspanya Fas’ta, İtalya Libya’da benzer operasyonlar yürütüyor. Matthew Longo, zengin ülkelerin yoksul komşularını göçmenlik cephesi haline dönüştürdüğü bu trendi “emperyal çağın modern bir yansıması” olarak yorumluyor ve ABD’nin sınırlarını bütün dünyaya yaydığından bahsediyor.

SINIRIN İKİ YANI

Pakistan-Afganistan sınırı, yıl 1955… Tabela şöyle diyor: “Pasaport düzenlemelerine uymayan yolcular, bu duyuru tabelasını geçemez.” İki ülke arasındaki sınır, bugün bir yüksek gerilim hattını andırıyor. 2 bin 640 kilometrelik sınırı oluşturan Durand Hattı, 1893’te İngiliz Hindistan’ı Dışişleri Bakanı Sir Mortimer Durand ile Afganistan Şahı Emir Abdurrahman Han arasındaki anlaşmayla belirlenmişti.

RIchard HarrIngton/Three LIons/Getty Images

KUDÜS’ÜN SINIRLARI

İsrail, 1948’de kurulmasının ardından Kudüs’ün batısını ele geçirdi. Fotoğrafta, Arap-İsrail Savaşı sürerken Kudüs yakınlarındaki bir siperde şehri savunan silahlı Araplar görülüyor. Günümüzde İsrail şehrin tam kontrolüne sahip olsa da, Kudüs’te sınırların nerede başlayıp nerede bittiğine dair tartışma asla bitmedi. Filistinli Araplar, özellikle Doğu Kudüs’ten vazgeçmiyor.

Konunun tamamı Atlas’ın Kasım 2022 sayısında. Almak için tıklayın.

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap