Yemen’den kalkıp kaçgöç dalgaları halinde Anadolu’ya geldiler. İbadetlerini, törenlerini, geleneklerini gizlilik içinde yürüttüler. Hz. Ali’ye, ehlibeyte ve yemine sadık kaldılar. Mersin, Tarsus, Adana, İskenderun, Antakya ve Samandağ’ın uzandığı Akdeniz kıyı şeridinde Arap Alevileri, iyilik yolunun taşlarını döşemeye devam ediyorlar.
Yazı: Faik Bulut / Fotoğraf: Umut Kaçar
Yıllardır giderim Hatay’a. Sofrasından nasiplenir; lokmayı paylaşırım. Nusayrilik üzerine araştırmalarıyla tanınmış Dr. Ömer Uluçay’ın deyimiyle “İnsaniyet, kısmet, hikmet, rahmet ve keramet sofrasıdır. Kâmillerin, âriflerin, zariflerin, tevhid ehlinin ve sevginin sofrasıdır.” Gelgelelim; bu seferki yolculuğumda farklı durumlarla karşılaştım: Mesela; Hatay seferi yapan uçakta küçümsenmeyecek sayıda sakallı, her hallerinden Cihatçı olduğu anlaşılan ve Suriye’de çatışmalara katılacak gibi görünen İslamcı militanlarla Nusayriler yan yana, önlü arkalı oturmuşlardı. Öte yandan, Gezi Parkı ve Suriye olayları münasebetiyle gerçekleştirilen protestolar sırasında Abdullah Cömert memleketi Hatay’da, evinin yakınında; hemşerisi Ali İsmail Korkmaz ise Eskişehir’de katledilmişti. Şehre iner inmez, A. Cömert adına yapılan dini törene (40. gün) katıldık. Toplum yaslıydı ama A. İ. Korkmaz’ın annesinin, Cömert’inkine sarılışı yürek parçalıyordu. Aynı akşam Armutlu semtindeki protesto gösterilerini izlerken, Taksim’deki ayarda bibergazı yedik. Hatay, gece gündüz ayaktaydı. Ardı arkası kesilmeyen protestoların şehri olmuştu.
Ol nedenle bu aralar sönük geçiyor. Evvel Temmuz benzeri etkinlikler; halk matem havasında. Suriye’de yaşanan çatışmalar ve savaş, ortamın daha şenlikli olmasına elvermiyor. Hatay İnsan Hakları Derneği (İHD) yöneticisi Mithat Can’ın gözlemleri şöyle: “Devlet halkın yaptığı bu etkinliklere göz dikmiş. Güya kendince alternatif festivaller yapma çabasında. Devlete en bağımlı olan ve düzenli vergi ödeyen Nusayriler, krizden bu yana ‘ben kimim, ben neyim, benim inancıma neden bu kadar saldırı oluyor’ diye meseleyi sorguluyorlar. Nusayrilik konusunda araştırmalar çoğalıyor ve kitaplar yazılıyor.”
Samandağ ÖDP İlçe Başkanı Süleyman Öztürk’e göre; “Suriye krizi nedeniyle yaşanan kaos ve resmi politikalar yüzünden insanlar yoruldu. Buna karşılık Nusayrilerin inanç boyutunda ciddi bir gelişme yaşanıyor. Daha fazla dayanışma içine giriyorlar.”
Mana Yolunda
Arap Alevileri ya da Nusayriler, Caferiliğin farklı bir kolu sayılırlar. Şii fıkhını benimserler ancak özgün Bâtıni yorumda Şiilerden ayrıldılar. On iki imamın ardından onların babı (kapısı, vekili) sayılan din ulularını yetkili bildiler. Fakat kimin gerçek bab/vekil olduğu konusunda uzlaşma çıkmayınca Caferilik çatısı altında toplanan Aleviler miladi 9. yüzyılda üçe bölündüler: Nusayrilik, Caferilik ve İshakilik.
On birinci imam Hasan el Askeri’nin meclisinin saygın adamı ve babı sayılan Ebu Şuayb Muhammed bin Nusayr el Basri el Numeyri “gerçek bab/vekilin kendisi olduğu” teziyle Kûfe’de (Irak), sırasıyla 12 imamdan devredildiği veya miras kaldığı söylenen dini öğretinin Bâtıni yorumunu yapmak suretiyle kendi adıyla anılan Alevi kolunu kurdu. Samarra (Irak) kentine yerleşerek bu inancını yaymaya başladı. Kimileri kurucunun lakabından hareketle, bu inanç yolunu izleyenleri Nusayri diye adlandırırlar. Hatay Harbiye’nin tanınmış dini önderlerinden Nasreddin Eskiocak (74), inançlarını şöyle tanımlıyor: “Müslümanlık, Hz. İbrahim zamanından beri var. Hz. Muhammed devrinde başlayan ise günümüzdeki Müslümanlıktır. İster camide, bahçemde, evimde; ister kilisede ibadet ederim. Allah için olduktan sonra, her yerde ibadet makbuldür. Hz. Ali’nin Kâbe’nin içinde dünyaya geldiğini bilmezler ama Aleviler hacca gitmez diye tuttururlar. Biz kendimize Alevi diyoruz; bizi dışlayanlar ise (genelde kötüleme maksadıyla) Nusayri diye adlandırıyorlar. Biz, Ali’nin izinden giden, anadili Arapça olan Arap Alevileriyiz.”
Yerli veya yabancı tarihçi, sosyolog ve antropologlar “Arap Aleviliği” tanımının yanı sıra “Nusayri” sıfatını kullanmakta sakınca görmezler. Bu tanımı bilimin gereği olarak yaparlar; karalama veya aşağılama diye bir art niyetleri yoktur.
Defalarca görüşüp konuştuğumuz inanç mensupları da kimi zaman “Nusayri”, kimi yerde “Alevi Nusayri”, bazen “Caferiliğin bir kolu olarak Alevi veya Nusayri” olduğunu ifade ettiler. Araştırmacı yazar Ömer Uluçay’ın Nusayri meşrepli ozan Virani’den aktardığı bir şiir, bunun tipik kanıtıdır. “Nusayriyem, Nusayriyem, Nusayri/ Ne ölmüşem, ne hod sağım, ne sayrı…”
Nusayrilik, tarihsel sürecinde kendi içinde aşağıdaki kollara ayrıldı: Cerraneler (kornacılar), Gaybiler, Kilaziler (yahut Kameriler), Haydariler (veya Şemsiler), Mahusiler, Neysafiler, Zuhuratiler. Türkiye sınırları içindeki Alevi topluluğu arasında Kilazi inanç yolundan gidenler güney kesimlerinde; Haydariler ise kuzey mıntıkalarda yerleşiktirler. Hatay’daki dağılım, hem karma hem de karışıktır. Örneğin Harbiye, Samandağ, Aknehir, Yaylıca ve Karaçay’da Haydariler; Antakya, Serinyol, Döver ve İskenderun’da Kilaziler daha yoğundur.
İki ana kol arasında bazı farklılıklar bulunur: Haydarilere göre Hz. Ali göktedir. Gök bir semboldür ve mananın bulunduğu yerdir. Güneş Muhammed’i, ay ise Selman-ı Farisi’yi temsil eder. Hz. Ali’nin oturduğu makam güneştedir. Kilazilere göre ise ay Hz. Ali’nin mekânıdır. Güneş Muhammed ve gök ise Selman’dır.
Nusayri ilahiyatı Tanrısallığa, varoluşa ve dolaysız biçimde insan-insan ve insan-Tanrı ilişkisine dair anlamlandırmalar üzerine oturtulur. Nusayri inancına göre; kâinattaki canlı, cansız tüm varlıkların yaratanı Allah’tır. O, her şeye gücü yeten, mutlak ve eşsiz bir Tanrıdır. Allah, varoluşunun nedeni ve anlamıdır. İşte bu neden ve anlam, Nusayrilik inancında mana olarak anlamlandırılır. Her sözün bir manası, kastı; muradı, aslı ve özü; esas fikir ve amacı vardır. Şekilden, vakitten öte, bir doğru, bir gerçek var. Mana budur. Yüceler yücesi; her şeyin özünde, ruhunda olan budur. Mana görünmezden rü’yete gelecek, görünür olacak; ete kemiğe bürünecek. La mekândan (mekansızlıktan), mekâna inecek. İşte bu, isimdir. Mekânsızlıktan belli bir mekâna gelecek olan şey isimdir. İnsanların tanınması, kavranması böylece mümkün olacak. Buna tecelli denir. Yüceler yücesi olan mana, cisimde dönüşür ve isimde tecelli eder; onda görünür olur. İsim üzerinden insanlara, varlıklara seslenir. Bu bir eksiğin giderilmesidir. Buna göre Hz. Ali, Allah’ın tecellisidir. Hz. Muhammed ile Ali, gündüzleri ayrı, geceleri birdirler. Her şehrin bir kapısı vardır. Peygamber şehir ise, Ali de onun babı yani kapısıdır. Kapı (bab) yapıya, kaleye veya şehre bir azamet verir. Hz. Ali’nin “bab” olmasındaki hikmet budur. Nurlu varlıktan doğan nurlu varlığa dönüşmesi sürecinde babın tecellisinde aldığı isim Salman-ı Farısi’dir.
Nusayriler, Hz. Ali ve soyundan (ehlibeyt) gelen 12 imamı kutsar; her imamın bir bab (vekil) tayin ettiğine inanır. Hz. Ali, Hz. Muhammed ve Salman-ı Farısi’den sonra en çok kutsanan Mikdat, Ebu Zerr, Abdullah bin Rahava, Osman bin Mazun ve Kanber peygamber sahabesi ve Hz. Ali’nin yakın dostlarıdır. Bunlara Beş Yetim denilmektedir. Mana isimde, isim babda, bab ise Beş Yetim’de tecelli eder.
Din önderleri şeyhler, Nusayri toplumunda hayati bir rol oynarlar. Antropolog Hüseyin Türk’ün 2011 yılında söyleştiği genç şıhlardan Tahsin Yılmaz, kendilerini şöyle tanımlamış: “Kur’anı Kerim’de Ehlibeyt’in insanüstü varlıklar olduğu zikredilmiş. Her Müslüman, her gün ve her namazda Hz. Muhammed ile onun ailesine (ehlibeytine) salavat getiriyor. Biz, Ehlibeyt’i kutsayarak konuştuğumuzda, bu kez, Aleviler için ‘batıl konuştu, sapkın oldu’ deniliyor. Toplumumuz, herkesi şıh olarak kabul etmiyor. Şıhlık babadan oğla geçiyor ama bu teoride böyledir. Uygulamada ise bilgi, dürüstlük, doğru kaynaklara yönelmek ve insanları doğru yönlendirmektir esas olan.”
1997’de kurulan Alevi Değerleri Deneği (Samandağ) başkanı eczacı Zülfikar Çiftçi, aynı söyleşi münasebetiyle şunları söylemiş: “Dernekte Kur’an okutuyoruz ve Aleviliğin ahlaksal boyutunu öğretiyoruz. Geçen yıl yaz tatilinde çocuklarımıza Kur’an öğretmemiz suç sayıldı, beraat ettik ama çok üzüldük.”
Benzer bir sıkıntıya ve kısıtlamaya Tarsus’ta tanık olduk. Çocuklara ahlaki eğitim veren bir din adamı, görüntü almamıza ve söyleşi yapmamıza izin vermedi. Kendisinin “Alevilikle değil, İslam’la ilgilendiğini” vurgulayarak konuyu kapattı.
Nusayrilerin, Suriye kriziyle birlikte artan tedirginlikleri yeni değil. İnançlarından dolayı karşılaştıkları baskı ve aşağılama, hatta kimi tarihi dönemlerde yaşadıkları kırım ve katliamlar toplumsal bellekte derin izler bırakmış. İbadetlerini, törenlerini, geleneklerini gizlilik içinde yürütmelerinin, sır tutmayı zorunlu ve kutsal saymalarının bir nedeni de bu. Sır tutmak Nusayri inancının temel öğelerinden. Zamanı geldiğinde topluluğun her üyesi sınavdan geçerilir ve “cemaate ilişkin sırları saklayacağına, ahlak ve öğretiye” uyacağına dair yemin ettirilir. Yemine sadık kalmayanlar dışlanır. Cumhuriyetin laiklik anlayışı ile daha rahat bir hayat sürdürseler de Nusayriler, geleneklerini ve gizliliğe dayalı yaşam biçimlerini sürdürdüler. Onlar şimdi de Mersin, Tarsus, Adana, İskenderun, Antakya ve Samandağ’ın uzandığı Akdeniz kıyı şeridinde yüzyıllardır iyilik yolunun pirleri olarak varlıklarını devam ettiriyorlar.
Özcan Balıkçı, Suriye krizinin Nusayri inancı üzerindeki etkilerine farklı açıdan yaklaşıyor: “Kriz ve savaşla birlikte Suriye’yi, Ortadoğu’yu ve daha önemlisi kendimizi yakından tanımış olduk. Kriz siyasi perspektifin yanında inanç boyutunu da kattı işin içine.” CHP Hatay Milletvekili M. Ali Ediboğlu, bölgedeki değişimi şöyle özetliyor: “Krizden önce halk, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat için iyi konuşmuyordu. Savaş ortamındaki kutuplaşma, mezhepsel politikalar yüzünden aynı toplum Esat’ın gitmemesini temenni ediyor ve hatta neredeyse onu Aleviliğin can yeleği, kalkanı gibi görebiliyor. Alevilik burada bir direnç noktası, demokrasinin çimentosu sayılır. Savaş ve mezhep kışkırtıcılığı devam ederse, Hatay’da iç savaş başlayabilir.”
Tabip Odası Başkanı Dr. Selim Matkap ise gözlemini aktarıyor: “Buradaki sendika veya derneklerde kişi, eskiden ilerici ve demokrat kimliğiyle söze başlıyordu. Savaş sonrası, ‘Öncelikle Arap Alevisiyim’ diyerek söze giriyor; inadına kimliğini vurguluyor. Bana sorsalar, ‘Aleviyim’ demek yerine ‘Türkiyeliyim’ demeyi tercih ederim. Fakat mezhepçi söylemler, insanı zorla kimliğine sarılmaya itiyor.”
Samandağ şenliklerinde etkin rol oynayan eczacı Timur Rencüzoğulları, Suriye konusunda şıhların (din adamları) başlangıçta ön planda olduklarını; sonradan geri adım attıklarını söylüyor. Din adamlarının geri adım atmalarında, son zamanlarda bazılarına yönelik saldırıların etkisi olabilir. Suriye kriziyle birlikte yaptığı konuşmalar nedeniyle hem popüler olan hem de dikkatleri üzerine çeken Ali Yeral’ın evine gizlice girilmesi, bir din adamının dövülüp sakalının kesilmesi ve Reyhanlı patlaması bağlantılı bir din adamının gözaltına alınması, Nusayri toplumunun manevi önderlerini geriletmiş görünüyor.
Hatay Samandağlı avukat Hatice Can, benzer konunun ayrıntısını veriyor: “İnsanlar, cadde ve parkları kaplamış sakallılardan, Cihatçılardan çok etkilendiler. Sataşmalar ürküntü vermeye başladı. Onları burada istemiyoruz şeklinde itiraz, protesto ve şikâyetler oldu. Suriye’den gelenler yüzünden mezhepçi yaklaşımlar, panik ve tedirginlik yaratmanın ötesine geçti, fiilen hayatı altüst etti.”
Kadınlar konusunda eski dernek yöneticilerinden Şükran Dağcabir’in gözlemleri de aynı: Antakya sokaklarının, kadınlara yönelik çok yönlü tacizden ötürü güvenli olmadığını söylüyor. “Kadınlar, dinci zihniyetin sokağa böylesine taşması nedeniyle ötekileştirmenin farkına vardılar. Kadın olarak gelişmeleri daha fazla merak ediyoruz; mezhepçi ve savaşçı söyleme karşı ortak davranmaya, ortak sokak siyasetine ihtiyaç var.”
Hatay Yeşilpınar Kadınları Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Meryem Kılıç, eşi Belediye Başkanı Malik Kılıç’ın da desteğiyle sınırda ve Hatay’da yaşananlar sonucu giderek artan işsizlik ve kadınların yaşadıkları psikolojik problemlere çare arıyor. Bu amaçla kırkyama, el sanatları, ipekböceği gibi küçük üretim alanları açmış. Şifalı bitkiler ve meyveleri doğal yöntemlerle kurutma atölyesi kurmuş. Kılıç ailesine kulak verelim: “Savaş öncesinde 300 bin aile bavul ticareti sayesinde geçiniyordu. Ekmek kapıları kapandı. Her türlü sosyal ilişki dumura uğradı.”
Kardeşliğin bozulması, iktidara antipatiyi yaygınlaştırdı. Bu nedenle geçen yıl, “Kardeş Kanına Hayır! Barış İçin Bir Çığlık” başlıklı etkinlik düzenlenmiş. Kadınlar, çocuklarının geleceği için sokağa dökülmüş, politikayla tanışmışlar. Belediye Başkanı Malik Kılıç, meselenin salt Hatay’a ilişkin değil, Türkiye ölçeğinde olduğunu vurguluyor.
Kılıç’ın sözlerini doğrulayan kimi olgulara tanık olduk. Eskiden, minibüslerde sol ve demokratik içerikli kasetler, klipler dinlenip izlenirken; şimdilerde Arapça klipler rağbette. Sosyal paylaşım ağlarında kendilerini “sosyalist Nusayriler” ve “Arap gençliği” diye tanıtanların cümlelerinde sıkça şu ifadelere rastlanabiliyor: “Alevi doğduk; Alevi öleceğiz.”
Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği yöneticilerinden Mevlüd Oruç, yöre halkının duygularına tercüman oluyor: “Siyasi yöneticilerin, yazar ve çizerlerin, Suriye olayları ve diğer nedenlerle Nusayri inancına karşı nefret söylemi içinde olmalarından dolayı sokaktayız. Hatay ilimiz Suriye krizi sorunlarının ithal edileceği bir yer değil. Bu yük herkesi ezer, çatlatır. Türk, Arap, Kürt, Ermeni, Sünni, Alevi, Hıristiyan vs. hepimizin sınırın öte yanında akrabalarımız var.”
Samandağ Vakıflı Köyü Ermeni Cemaati Başkanı veteriner Cem Çapar’la, köydeki kilise önünde düzenlenen çok kültürlülüğe ilişkin bir panel sırasında söyleştik: “Yöremizdeki farklılıklar zenginlik katıyor. Hataylı insan, en az iki dil biliyor. Mesela ben üç dili rahatlıkla konuşuyorum. Bayramlarımızı üç farklı inançta ortak kutlayabiliyoruz. Biz birbirimizin ötekisi değil; komşusu ve arkadaşıyız. Farklılıklarımızla var olmak istiyoruz.”
“Aynı Allah’a farklı dinlerde inanıyoruz” ibaresi, neredeyse iyi niyetli herkesin sloganı olmuş. Hatay’ın tanınmış düğün salonu Helene Center’de, Ali Yeral öncülüğündeki Nusayrilerin düzenlediği yemeğe katılanlar arasında Sünniliğin temsilcisi müftü yardımcısı, Katolik ve Ortodoks kilise sözcüleri vardı. Ortodoks din adamı şöyle konuştu: “Aynı Allah’a değişik yollardan ibadet ediyoruz. Dualarımız sadece Ortodokslara değil; dünya barışı ve bu toprağın bereketi içindir.”
Ali Yeral, Hatay merkezli Ehlibeyt Kültür ve Dayanışma Vakfı (EHDAV) kurucu başkanı. Nusayri inancına bağlı din adamı olduğundan halk arasında “Şıh Ali” olarak biliniyor. Gittiği her toplantıda yüzlerce, binlerce Nusayri mensubu tarafından karşılanıyor; dini ve siyasi konuşmaları, vaaz ve nasihatleri can kulağıyla dinleniyor. Suriye olayları nedeniyle muhaliflere destek çıkan İslamcı kesimlerin adeta boy hedefi. Fakat o, dini söylem içinde, günün siyasi gelişmelerini de ele alarak inandığı doğruları söylemekten geri durmuyor. Yeral ile Samandağı Değirmenbaşı köyünde düzenlenen iftar sonrası dini sohbet sırasında karşılaştık. Bir köye göre kalabalık çok büyüktü. Ertesi günü ihtişamlı sayılan düğün salonu restoranında 500 kişinin üzerinde davetlinin katıldığı iftar yemeğinde buluştuk. EHDAV’ın düzenlediği yemeğe vali yardımcısının yanı sıra, milletvekilleri, Müslüman ve Hıristiyan din adamları katıldılar. Yeral, zarif eşi ve kızının da katıldığı yemekte başından sonuna kadar dini sohbet konuşması yaparken; günün sıcak gelişmelerine değindi. Sözgelimi siyasi gösteriler nedeniyle katledilen Abdullah Cömert ile Ali İsmail Korkmaz’ın “ruhuna Fatiha” okudu. Bu arada Adana’daki bir “polis memurunun görevi başında şehit olduğunu” söyleyerek dua etti.
O kalabalık sırasında vakit ayırabildiği ölçüde, kendisiyle söyleşebildik: “İran’daki Kum dini havzasında Sünni ve Şii fıkhını okuyup icazet aldım. Köklü ve dini bakımdan kutsal bir aileden (Şeyh Yusuf) geliyorum. Ecdadımın türbesi ziyaret edilir, saygı görür. Vakfımızı kurduğumuzda; kimi Nusayri şeyhleri dâhil birçok kesim tedirgin oldu, ürktü. On yıl boyunca karalama kampanyaları yürütüldü. Güya İran’ın adamıymışım, Aleviler arasında Şiiliği yaymaya çalışıyormuşum? Bu yüzden çok takip edildim. Sonradan güvenlik görevlileri bunun böyle olmadığını öğrenince, gelip açıkça konuştular. Doğru bildiğim yolda ısrar ettim. İnancımızı, kültürümüzü yaşamak istiyoruz. Unutulmaya yüz tutan Arapçayı canlandırmaya çalışıyoruz. Suriye’ye müdahaleye karşıyım. Suriye olaylarından ötürü, çevremizdeki gelişmeler konusunda yarı yarıya iyimser ve karamsarım. Birbiriyle çatışmayacak bir toplum anlayışı çıkmasına gayret ediyorum. Kültür, medeniyet ve sevginin karıştırıcılara rağmen galip geleceğine inanıyorum.”
İskenderun’da kurulan Alevi Kültürünü Araştırma Derneği Başkanı (AKAD) emekli öğretmen Nihad Yenmiş’e bir dokunduk, bin ah işittik: “Mum söndü, sapkın mezhep, batıl inanç gibi iftiralar bir dert. Uydurma hadislerle bizi aşağılayıp karalıyorlar. Neredeyse yerin dibine batırıyorlar. Ne zaman çağdaş, dinde kardeş ve yaradılışta eşit olacağız. Oruç tutuyorsak, namaz kılıyorsak, Allah, Kur’an, Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Ehlibeyt’e inanıyorsak, İslam dininin bizim için yol gösterici nur olacağına inanıyoruz demektir. Ötekileştirme dili, hiçbir yapıcılık arz etmez. Suriye üzerinden bana, bize saldırıyorlar. Beşar Esat’a duyulan hıncın acısını bizden çıkarıyorlar. Bu halimizle, biz Arap Alevileri, bir sıfır mağlup olarak doğuyoruz; sürekli manevi baskı altında bırakılıyoruz. Diyanet ibadet yerlerimizi tanımıyor, kabul etmiyor. Hâlbuki bizde ‘ocak’ vardır; yalın, sade, köklü ve doğru bilgi aktarma yerleridir bunlar. Bizler, eşit vatandaş olmak istiyoruz.”
İskenderun’da diş hekimliği yapan Melih Sürmeli, savaş gölgesindeki Arap Aleviliğine farklı yaklaşıyor: “Olayı Alevi hareketi olarak göstermek, onunla yetinmek; Alevileri yalnızlaştırıp tecrit etmeye ve köşeye sıkıştırmaya kadar götürür. Suriye krizinden sonra yöre Alevileri Cumhuriyetin kazanımlarını, laikliğin değerini yeni anladılar.”
Adana Alevi Kültürünü Araştırma Derneği (AKAD) yöneticilerini, Alevi toplumun yoğun olduğu bir mahalledeki bir okulu “imam-hatip”e dönüştürmeye nasıl itiraz edeceklerine ilişkin toplantı öncesinde görüştük. Başkan Hasan Atıcı aynı zamanda bir işadamı: AKAD sürecini anlatıyor: “Toplumsal, kültürel ve inançsal faaliyetimiz kişisellikten kurumsallaşmaya doğru gelişti. Farklı kesimden ileri gelenlerle birlikte toplam 120 kurucu üyeyle dernek kurduk. İçinde 60 inanç önderimiz de var. Bu sayı, rekordur. Sorunlarımızı sadece sivillerle değil, inanç önderlerimizin katılımıyla çözebileceğimize inanıyoruz.”
AKAD yönetiminde başkan yardımcısı olan Abdullah Yeniocak, hükümetin başlattığı “Alevi Çalıştayı”na katıldıklarına değinerek şunları söyledi: “Ders ve yardımcı kitaplarda Alevilik ile İslam anlayışına ilişkin yanlış ibarelerin düzeltilmesi ve Alevi kimliğine ilişkin önerilerde bulunduk. Örneğin, ‘Hayır ve şer Allah’tan gelir” ifadesinin Kuran’a aykırı olduğunu’ belirttik. ‘Öğrenci, Alevi Nusayriliği tanır; onun İslam şemsiyesi altında ve içinde olduğunu bilir’ formülünü sunduk. 1400 yıldır ilk kez, Nusayriliğin Alevilik olarak görülmesine sevindik. Çünkü kendimizi tanıtan bir şey vermiş olduk. Fakat çalıştaylardan sonra hayal kırıklığı yaşadık.”
Tarsus’tan Kemal Aydın, Alevilerin genel sosyal hizmetleriyle uğraşıyor. Ona göre Alevilerin yaşadıkları Musalla yöresinde, “iştirakiyun” (ortaklaşmacılık) kültürü ve geleneği yaygın. “Tokken komşusunun aç kalışına aldırmayan benden değildir” hadisine uygun hareket ediliyor.
Mersin Karaduvar yöresinde limanda çalışan bazı işçilerin mağdur olmaları nedeniyle anma ve dayanışma kabilinden her yıl eylül-ekim aylarında düzenlenen bu gelenek, Karaduvar aksanıyla Arapça Hasant-ı De’a (Arapça Hasanat-ul Hıdır yani Hızır Hayratı) paylaşımcı bir halk şenliğine dönüştürülmüş. Cevdet Uysal, bu ve benzeri hayrat geleneğini organize edip yöneten saygın bir insan olarak ön plana çıkmış. Hayrat yapacak (mesela adak sunacak) kişi ile halk arasında köprü oluşturuyor; vekillik yapıyor. Davetlileri ağırlama konuşmaları Türkçe ve Arapça. Katılan yabancılar olursa anlasınlar diye, İngilizce öğrenip bu dille de hitap ediyor halka.
Mersin Kazanlı yöresinden Mahmut Kurtuluş, imam hatip mezunu bir Alevi inanç önderi. İskenderun’daki ünlü inanç önderi Şıh Mahmut Reyhani’nin yanında dini eğitim almış. Topluma her bakımdan önderlik yapıp dertlerine derman, illetlerine şifa olmuş. Mahmut Hoca, yaşadıkları sıkıntıları sıralıyor: “Alevilerin dini eğitim alacakları hiçbir yer yok. Çocuklarımıza Arapça öğretemiyoruz. Asimile olmuşuz. Ben Arapça bilen son kuşaktanım. Kendi aramızda bölünmüşüz. Köylümüz de Alevi hocası olmayınca, Sünni imamın peşinde namaza durmuyor. Resmi görevli imam olmayınca, zaman zaman cuma namazını cemaate ben kıldırıyorum.”
Kazanlı Halk Kültürünü Yaşatma Derneği, yöre halkının sosyal, kültürel ve inançsal değerlerini canlandırabilmek amacıyla 2009’da kurulmuş. Bir yıl sonra ilk festival (Evvel Temmuz) yapılmış. Dördüncü şenlik sırasında daha çok katılım sağlamışlar. Bu arada 30 Mart’ta Eyd-i Sabataş, Türkçede Kocakarı Fırtınası), Ras-el Sene (14 Ocak, Yılbaşı) Eyd-il Qıddes (güneş çıkmadan deniz ve nehir suyuna girme merasimi) gibi kutlamalar yapılıyor. İnanç önderleriyle birlikte Arapça dil kursları düzenleniyor. Halka yararlı eğitim ve taziye merkezleri açmış. Üçüncü Göz Eğitim Derneği aracılığıyla çevresel faaliyetlerde (mesela denizkaplumbağalarını koruma gibi) bulunuyorlar. “Kazanlı’da Yaşam” başlıklı belgesel sinevizyon gösterimi gerçekleştirilmiş. Derneğin genç başkanı Serdar Cengiz, “Mevcut sistemin bilinçaltında bir Alevi düşmanlığı var. Esat’ın kendisinden ziyade onun üzerinden bize vuruyor. Suriye olayı, sıradan insanı bile politikleştirdi. Kendiliğinden harekete geçirdi. Alevi-Sünni çatışması hem Suriye hem Türkiye’de dış müdahalelere yol açabilir. Biz halkların kardeşliğine vurgu yapıyoruz. Çünkü aynı toprağın insanlarıyız. İnsanlık bayrağına sarılarak hareket ediyoruz” diyor.
ATLAS EKİM 2013/SAYI:247
Foto Galeri