Hasan Sabbah, Alamut Kalesi’nde yaşıyor ve topluluğunu buradan yönetiyordu. Peki Alamut Kalesi nerede? İsmaili karargahı, İsmaili devrinin sonu ve Haşhaşiler hakkında şaşırtıcı bilgiler Atlas Dergisi Nisan 2015 arşivinden:
Efsanevi lider Hasan Sabbah, topluluğunu “kartal yuvası” anlamına gelen Alamut’tan yönetiyordu. Atlas, İran’da, Hazar Denizi’nin güneyinde yer alan ve geçit vermeyen bu yalçın coğrafyaya gitti, kalelerine tırmandı ve hakkında sayısız söylentiler üretilen “Haşhaşiler”in sır perdesini araladı.
Yazı: Faik BULUT / Fotoğraflar: Umut KAÇAR
Yıllarca bir efsane peşinde koştum. Bu efsane İslam tarihinde radikal ve ortakçı bir fırkanın, bir topluluğun simgesi haline gelen Hasan Sabbah ile onun yaşadığı Hazar Denizi’nin güneyine düşen Alamut Kalesi’ne ilişkindi. Daha sonra gerçeğini araştırmak üzere uzun soluklu bir yolculuğa çıktım. Menzile vardığımda elimde kalanlar, Hasan Sabbah Gerçeği isimli kitabım ve Suriye, Hindistan, Pakistan ve İran’ı dolaşarak gerçekleştirdiğimiz İsmaililer belgeseliydi. Sanıyordum ki, Alamut ismi sadece bir kaleden ibaret. Çünkü eski Farsçada kartalların zirvesine erişemediği bir yüceliği ifade ediyordu. Gördüğüm kale yüceydi, sarptı, üç yanı blok kayalardan oluşuyordu; ancak değil kartallar, sıradan kuşlar bile o tepeye ulaşabiliyorlardı. Ezberimi ilk bozan, bir köylü oldu. Kalenin dibindeki Gazurhan köyünden emekli öğretmen Murtaza Seferi’ye sordum, “Alamut neresi?” Ders verir gibi cevapladı: “Alamut dediğin bir kaleden ibaret değil, koskoca bir mıntıka. Bir ucu Elburz’da, bir ucu Hevdekan, diğeri Haşkeçal Dağları’nda. Şarki (doğu) ve Garbi (batı) Alamut arasındaki mesafe 55, dağları birbirine bağlayan vadi 25 kilometre uzunluğundadır. Şarki Alamut’ta 65, garbisinde 75 köy bulunur. Çevresinde Meydani Dime, Kebeği Dime, Domiki, Harajuru, Dilmande, Latı, Bağıldeşt isimli yerleşim yerleri var.”
Biz, başa dönelim. Alamut’a en yakın ilden, İran’da eski ismi Rudbar olan Kazvin’den yola çıktık. Mesafemiz 160 kilometre. Üç beş beldeyi geçtikten sonra dağa tırmanış başladı. Son derece dolambaçlı, sarp yolları nedeniyle iki saatte Alamut Kalesi’ne ulaşabiliriz. İlk zirve, Elburz Sıradağları’nın geçiş noktası. Rudbar ve Alamut vadileri bölgesinde Elburz Sıradağları’nın orta ve doğu kısmında en tepe nokta Siyah Lan’dır (4 bin 175 metre). Batıdaki zirve Taht-ı Süleyman (4 bin 850 metre), kuzeydekiyse Elburz Tepesi’dir (4 bin 56 metre).
Karşı dağlar, Gilan/Deylemistan bölgesinin vadiye bakan yüzü. Vadi, masallardaki kadar derin, göz alıcı ve büyüleyici. Her köy yemyeşil; çıplak dağ yamaçlarında zümrüt gerdanlık gibi duruyor. Mevsimine göre farklı renklerde olan tarlalar tarım ve hayvancılık yapıldığına işaret ediyor. Birkaç akarsuyun birleştiği Şahrud Irmağı’nın geçtiği vadide çeltik tarlaları, meyveli ve meyvesiz ağaçların varlığına rastlıyoruz. Uzak tepelerdeki köylerde hayat durmuş gibi. Buna karşılık vadideki yaşam hareketli ve bereketli. Kadınlı erkekli köylüler çalışıyorlar. Vadinin dibinden dağlara bakmak, insana Kaf Dağı masalını hatırlatıyor. Yeryüzü cennetinde yedi renk ve yedi iklimde yaşadığınız izlenimine kapılıyorsunuz. Vadiye inen her yükselti ve tepede toprak gri, kahverengi, kırmızı, siyah ve sarımsı tonlara bürünmüş. Arazi tedbili kıyafet giymiş gibi şekilden şekle girmiş.
Doğal bir şenliğe hazırlanıyorcasına habire örtü değiştiriyor. Gerçekte bu, doğanın topografik bir tasarımı. Birinci zirve ve iniş yetmedi; ikincisine tırmanmak üzereyiz. Ana köprüyü geçer geçmez sırasıyla Recaideşt, Siyahdeşt, Veşte, Elyabad, Germarud, Medeni Nemek, Ezret, Dikin, Miyanihami, Muallim Kalaye, Şehrek, Mehmudabad, Şiturhan, Laman ve Gazurhan güzergâhıni izleyerek Alamut Kalesi’ne varıyoruz. Kalenin dibinde bilet gişesindeki görevli Türkiye’den geldiğimizi öğrenince, Tuncel Kurtiz’in oynadığı Ezel dizisine atıfla “Ha, bu kaleden bahsedilmişti, izledim” diyor. Görevliye göre buraya her milletten yılda ortalama 40 bin turist geliyor, Alman turist çoğunlukta; biz, mevsimin son gezgincileriyiz. Bu mevsimde gelmemiz isabet oldu, zira karın yağmasıyla birlikte tekmil çevrenin, dağların ve yamaçların bembeyaz bir örtüye bürünmesi renk şöleni sunuyor. Bir yandan sonbahar bitki örtüsünün solgun yeşilden sarı, kahverengi ve kırmızıya dönüşen ahengi; diğer yandan bozkır grisinden kar beyazına uzanan pitoresk tablosu. Bu renk cümbüşünü, kaleye giden 25 kilometrelik güzergâhın yedi kilometre sağına düşen Ovan isimli krater gölünü çevreleyen doğada gözlemledik.
İSMAİLİ KARARGAHI
Dış görünüşüyle kalenin üçte ikisi tümüyle sarp kaya bloklarından meydana gelmiş. Sol tarafta derince bir dere ve diğer kaya blokları doğal bir set oluşturuyor. Tek giriş yolu, köyün hemen üstündeki 300 basamaklı patika. İki kademeli patika, kalenin ana kapısına götürüyor. Patika deyip geçmemek lazım, gerçekten her babayiğidin kolayca gidemeyeceği kadar zahmetli bir yol. Ana kapıdan sonra enformasyon bürosu işlevi gören ahşap barakanın duvarında Farsça ve İngilizce iki afiş asılı. İlkinde Alamut bölgesindeki İsmaili kalelerinin haritası gösteriliyor.
İsimleri şunlar: Rudbar, Talikan, Lamasar, Meymundiz, Samiran, Nevizarşah, Rukhan. Ayrıca sekiz yerleşim birimi de haritaya alınmış: Anbuh, Lat, Akucan, Telatr, Amazade Harun, Razmiyan, Safidab Barud, Felar. İkincisinde kale hakkında genel bilgi var. Kalenin yüksekliği yönlere göre farklı, örneğin nehrin aktığı Gazurhan Vadisi’nden yüksekliği 2 bin metre. Köyün girişinden itibaren 250-300 metreye ulaşırken kaleye giden patikanın dibinden yaklaşık 100 metre. Kale 20 bin metrekarelik bir alanı kapsıyor, farklı yamaç ve yüksek uçurumların değişik kenarlarına inşa edilmiş. Uçurumların, sarp kayaların ve dik yamaçların kale duvarlarının bir parçası olmasına azami dikkat gösterilmiş Kale, iki bölümden oluşuyor: Üst kalenin batı kısmı “Jar Kale Pila Kale” (Yukarı Kale/Büyük Kale), alt kalenin doğusu ise “Jir Kale” (Aşağı Kale) veya “Piaz Kale” diye adlandırılmış.
Patika, sarp kaya, yarık ve oyuklarından olmak üzere alt kaleye birçok yol ağı uzanıyor. Bazı yollar ise koruyucu (savunmayı tahkim edici) kaya duvarlarının dibinde bitiyor. Güneydoğu ana kapısı gözetleme kulesidir; yanı yöresi bozkır çalılarıyla kaplıdır. Bu çalılıklar, kale sakinlerinin yaşam alanlarına ve çalışma atölyelerine götüren yolu gösterir. Güneybatısında geniş ve kapsamlı iri bir kule var. Kule kayalara oyulmuş gibidir. Gazurhan köyüyle Gazur Vadisi, düzlük alanları gözetlemeye yarar. Bu yanıyla, kaleyi koruma işlevi görülür. Bu kule, oranın yerlilerince Asbihane (at ahırı) olarak adlandırılmış. Üst kale, alt kısmından bir duvarla ayrılmış. Güneybatı duvarlarından arta kalanların yüksekliği 16 metre olup 14 basamakla ulaşılabilir. Ondan sonra gelen nöbetçi kulübeleri, tepe noktasının çürümüş son ucunda yer alıyor. Kalenin en üst kısmı, yaklaşık 160-175 sene boyunca İsmaili önderlerin ve üst düzey komutanların ana karargâhıydı.
HASAN SABBAH KİM?
Hasan Sabbah, 23 Mayıs 1124 yılında vefat edene kadar 34 yıl boyunca Alamut Kalesi’nden hiç dışarı çıkmadı. İslam’ın beşinci mezhebi Oniki İmam Şiiliğinin kalesi olan İran’ın Kum kentinde dünyaya gelmişti. Kökenine ilişkin rivayetler muhteliftir. Kimine göre, Şii babası bu inanç mensuplarının kutsal merkezlerinden biri sayılan Kûfe şehrinden Kum’a göçüp yerleşmişti. Daha sonra gittiği Rey şehrinde eğitim gördü. Şiilikten Yedici İmam Kolu olarak ayrılan İsmaili bir davetçi (örgütçü, propagandacı) sayesinde geleneksel Şii inancından soğudu; daha radikal ve ihtilalci kolu olan İsmaili görüşünü benimsedi. Bu inancın eğitimini tamamlamak için Mısır’a gitti; ülkeyi yöneten Fatımi iktidarındaki görüş ayrılığında İsmaili inancının Nizari kolunu izledi; bu radikal inancın İran’daki kurucusu oldu. Gerçekte Nizarilerin toplumunu yönetip inancını yaymak üzere başta Alamut olmak üzere ele geçirdiği onlarca kaleyi yönetme başarısını gösterdi. Hasan Sabbah, otoriter bir lider olmasının yanı sıra, derin bir dini ve dünyevi bilgiye sahipti. Savunma amaçlı militan bir toplum ve fedai bölükleri kurmayı başardığından karalama amaçlı “Haşhaşiler tarikatı’’ olarak damgalanmıştır. Sabbah’ı tarih sahnesinde farklı yapan etkenler onun dünya ölçeğinde tanınmasına ve olumlu yahut olumsuz düzlemde tartışılmasına yol açmıştır.
Hasan Sabbah’ın, Selçuklu baş veziri Nizamülmülk ve ortaçağ bilgesi Ömer Hayyam ile okul arkadaşı olduğuna, gelecekte birbirlerini tutup dayanışacaklarına dair söz birliği ettiklerine dair rivayetler gerçek dışıdır. Alamut mıntıkası, İran’ın tarihi bölgelerinden Deylemistan’ın coğrafi bir parçası. Merkezi Alamut Kalesi olan İsmaili devleti 1090-1256 yılları arasında hüküm sürdü.
Klasik ekonomik, siyasal ve sosyal bir devlet olmaktan ziyade, inanç eksenli bir hükümranlıktır. Dailer (dini önderler) tarafından yönetiliyordu. İsmaili topluluğu, Sünni meşrepli Selçuklu yöneticileri tarafından “mülhid, zındık” (inançsız) diye karalanıyordu. Haçlılar, Marko Polo’nun anlatısına istinaden aynı topluluğu, “Haşhaşiler” (esrarkeşler) olarak adlandırdılar. İsmaililerin kendilerini koruma ve saldırganları caydırma amacıyla harekete geçirdikleri fedailerin, başta Selçuklu baş veziri Nizamülmülk olmak üzere çok sayıda siyasetçi ve komutanı öldürmeleri, Haçlılar arasında “Assassin” (suikastçı, katil) olarak nitelenmelerine yol açtı. Böylece Haşhaşi kelimesi Latinceye Assassin olarak geçti ve bu kötü sıfat İslam dünyasında yaygınlaşarak günümüze kadar geldi. Oysa başta Alamut Kalesi olmak üzere tüm İsmaili merkezleri astronomi, kimya gibi fen bilimlerinde ileri bir aşamaya ulaşmıştı. Dönemin en zengin kütüphanesi Alamut Kalesi’ndeydi.
Çok sayıda bilim adamının bu kütüphaneyi ziyaret ettiği biliniyor. Kale daha önce Justanid hükümdarlarının yönetimi altındaydı. Bir süre sonra Aleviliğin bir kolu sayılan Zeydiler tarafından kullanıldı. Hasan Sabbah, yardımcısı Abdülmelik aracılığıyla Alamut Kalesi’ni alarak burayı İsmaililerin merkezi haline getirdi. Kalenin alınışına ilişkin rivayet muhteliftir. Bunlardan biri, Hassan Sabbah’ın Alamut’un eski sahibinden 3 bin altın dinar karşılığında bir öküz derisi kadar yer satın aldığı yolundadır. Buna göre öküz derisini Hasan Sabbah, kalenin etrafını dolanacak şekilde incecik sırımlar haline getirmiş. Böylece kalenin tümü satın alınmış. Diğeriyse Hasan Sabbah’ın yandaşlarının süreç içinde, peyderpey kaleye sızmak suretiyle burayı ele geçirmiş olmaları. Gerçeğe en yakın rivayet bu olmalı. İsmaili inancına göre Alamut isminin Farsça (A-L-h-A-M-v-T) yazılan harfleri Ebced hesabıyla 483 Hicri takvimine denk düşüyor. Bu, Hasan Sabbah’ın kaleye giriş tarihi. İki kelimelik bu isim, kartalların zirvesine ulaştığı yükseklik, “kartal yuvası” anlamında.
BİR DEVRİN SONU!
Hasan Sabbah’ın ölümünden sonra yerine en güvendiği komutanı Buzurg Umid geçti. Onun da yerini oğlu Muhammed aldı. Muhammed oğlu Hasan II, 17 Ramazan 1164 tarihini kıyamet günü olarak ilan etti. Buna göre, İsmaili topluluk, artık görünüşte bile olsa şeriata uymaktan vazgeçiyor ve cennetin seçkinleri arasına giriyor. Hasan II’nin katledilmesinden sonra görevi devralan oğlu Nureddin Muhammed, babasının bu uygulamasını geliştirip yaygınlaştırıyor. O zamana kadar Alamut’ta saklandığı söylenen Nizar soyundan gizli imamın artık ortaya çıkacağını ilan ediyor. Yükseliş döneminde İsmaililer, Elburz bölgesini denetim altına alabilmek için çok sayıda kale kurup tahkim ettiler. İmamlık makamını 1210 yılında devralan Celaleddin Hasan III, kendisinden öncekilerin kıyamet uygulamasından vazgeçip Sünniliği benimsedi. Bu tarihten itibaren Alamut yönetimi gerileme devrine girdi. Moğollar 1252’den itibaren İran’ın en disiplinli, güçlü ve örgütlü askeri topluluğu sayılan İsmaili kalelerini hedef aldılar. Alamut’u 1256’da ele geçirip dini önder Rukneddin’i tutsak ettiler, ardından öldürdüler. İsmaili dönemine son verdiler.
Moğol ve Sünni katliamından kurtulabilen İsmaililer, 1275 yılına kadar dört bir yana dağıldılar. Alamut bölgesindeki Meymundiz Kalesi, Andac yakınında, aşılmaz uçurumların çevrelediği, içinde mağara ve dehlizlerin bulunduğu bir tepede kurulmuş. Lamasar ise yöredeki Şahristan köyünün kuzeyinde en geniş, bütünlüklü ve sağlam kale olarak yapılmış. Alamut Kalesi’ne 30 kilometre uzaklıkta. Semiran Kalesi, Alamut’a pek uzak olan Mencil’in karşı tarafında yer alıyor. Rudbar, Şirkuh, Navizar Şah, Talikan gibi kaleler görece küçükler. Günümüzde hepsinin ancak kalıntıları var. Yüzyıllardan beri ismi etrafında birbirine zıt tartışmaların sürdüğü Hasan Sabbah kişiliği, doğulu ve batılı birçok yazar tarafından bin bir surat olarak tasvir edilmiş. Konuya ilişkin kitaplar, 19. yüzyıldan itibaren basılmış. İran’da en yaygın olanı Hudavendi Elamut isimli bir tercümedir.
Oysa İranlılar tarafından yıllar boyunca Farsça yazılmış çok sayıda kitap ve makaleye rastlamak mümkün. Bunlar arasında Alamut bölgesinden üç yazarın eseri de bulunuyor. İran’ın İngilizce yayın yapan televizyon kanalları, turistik bir perspektifle Alamut Kalesi’ne ilişkin birkaç tanıtım programı gerçekleştirmişler. Kazvin’deki müzede Hasan Sabbah dönemine ait bazı tarihi eserler sergileniyor. Buna rağmen toplumun genelinde mezhepsel farklılık nedeniyle Hasan Sabbah’a karşı bir önyargı var.
Bu olumsuz imaj, kitaplarda resmedilen Hasan Sabbah minyatürleri ve resimlerine de yansıyor. Bazı kitaplarda birbirinden farklı Hasan Sabbah portrelerini görmek mümkün. Bir tanesinde tam bir şeytan tasviri resmedilmiş. Alamut’un zapt edilişine ilişkin minyatürler ise gerçeğe en yakın tasvirlerdir. Batılı fantastik filmler Hasan Sabbah’ı kana susamış zebellaha, Alamut Kalesi’ni de masallardaki cadı şatolarına benzetiyorlar.
Türkiye’de piyasaya sürülen Hasan Sabbah hakkındaki yabancı ağırlıklı kitaplar, replikleri ve tasvirleri açısından oryantalist bakış açısıyla zedeliler. Alamut Kalesi’nin “üst kale” denilen bölümüne açılan ana giriş kapısında, minyatürlü bir açıklama yer alıyor. Alamut Kültür Mirası Kurumu’nun açıklamasına göre; üst kısım, İsmaili ve Safevi döneminde kullanıldı. Üst kalenin tümü taş yapı ve sağlam harçla inşa edildi. Taş basamaklarla bir geçiş yeri var. İsmaililer zamanındaki iç cümle kapısının iki yanına, Safeviler tuğlayla kemer/mazgal yaptılar.
Kapının iki tarafındaki köşeli (sekizgen) sütunlar İsmaililere ait. Kayaların arasından oyulmuş bir tünel, asbihane (at evi, at ahırı) olarak adlandırılıyor. Aynı zamanda ambarkiler işlevi görüyor. Güney yönündeki noktadan Gazurdeşt (Gazur Çukuru) görülüyor. Aynı yerden 12-50 metre uzunluğu, dört metre genişliği ve üç ile on metre yüksekliği olan bir geçit buraya bağlanıyor.
GEÇMİŞİN YANKILARI
Cami-mescid ve iç avlu, İsmaili zamanından kalma. İsmaililerin bu mekânda geçirdikleri 175 yıl boyunca karargâh, merkezi bir role sahip olan kalede namaz salonu olarak kullanılmıştı.
Mescidin kuzey kısmında göz kamaştırıcı muhteşem bir çıkış kapısı ile güney kısmında mihrap yer alıyor. Mescidin ortasına çift kanatlı kapılardan giriliyordu. Girişin her iki yanı çinilerle kaplıydı. Kırık parçalardan anlaşıldığı kadarıyla kapının sol girişinde Kufi yazıtlar vardı. Safeviler zamanındaki at ahırı, İsmaili devrindeki yukarı kapının üstüne inşa edilmişti. İç avlu 100 metrekarelik olup altında iki mahzen/kiler bulunuyor. Doğu ve batı tarafından iki girişi var. Tuğla ve çiniyle döşenmiş olup geometrik şekillerle ince ince işlenmiş. Soldaki en uzun duvarın yüksekliği 15 metre.
Benzerleriyle karşılaştırıldığında orijinal duvar 11 metre yüksek. Su deposu ve mahzenler, İsmaili ve Safevi döneminde kullanılmıştı. Kalenin en önemli niteliklerinden biri, içinde birçok su deposu ile mahzenin aynı zamanda ikâmet ve gözetleme mekânlarının yanı başında bulunmasıydı. Kalede yaşayanlar için yiyecek ve içecek temini, özellikle kuşatma zamanlarında hayati bir meseleydi. En büyük su deposunun hacmi 144 metreküptü. Depoların üstü örtülüydü; kar ve yağmur sularıyla doldurulurdu. Aynı zamanda kilden yapılmış borularla çevreden kaleye su getirtilirdi. Bize açıklamalarda bulunan resmi görevli, “bu sistem, ciddi bir mühendislik çalışmasının sonucudur” dedi. Kalenin kuzey ucu, İsmaili ve Safeviler döneminde yapılıp kullanıldı. Bu bölümde 13 metre uzunluk, üç metre genişlik ve dört metre derinliğindeki bir su deposu, duvarlar, gözetleme kuleleri, sığınaklar ve askerlerle nöbetçilerin dinlenme odaları bulunuyor. Her biri, diğerine oyularak yapılmış basamaklarla bağlanıyor. Bölgeye 2014’ün Eylül ayında gerçekleştirdiğim gezide Hasan Sabbah hakkında kitap yazdığımı öğrenen İranlı akademisyenler ile arkeologların sorusu şu olmuştu: “Türkiye’de Alamut Kalesi ve Hasan Sabbah ne kadar biliniyor?” Onlara, her iki konunun da son derece popüler olduğunu söylediğimde, sevinerek hayret etmişlerdi. Kalede 2008 yılından itibaren başlayan kazıya ilişkin ayrıntılı açıklamalarda bulundular.
Merak ettiğim iki noktayı daha sordum. Bir: “Kalede gizli bir geçit var mı?’’ Cevap, evet! Kaya yarıklarının genişletilmesiyle oluşturulan bir geçit hâlâ duruyor. İki: “Moğollar, hangi yönden kaleyi zaptetmişler?” Cevaplar farklıydı ama ortak görüş şuydu: Kalenin giriş kapısına bakan yüksek dağlardan akarak gelen Moğollar, toprak zeminden istifade ederek kaleyi ele geçirmeyi başarmışlar.
Önce kaleyi yakmışlar, sonra hepten viraneye çevirmişler. Alamut’tan önce ve sonra düşen kalelerin çevresindeki İsmaililer, gözden ırak diyarlara kaçmış; inanç önderlerinin çoğu ise tasavvufçu çevrelerde (özellikle sufi ve derviş toplulukları) arasına girerek izlerini kaybetmişler. Zaman içinde Hindistan ile Doğu Afrika ülkelerine yerleşmişler. İsmaili mezhebinin imamları (önderleri), 19. yüzyılın sonlarından itibaren “Ağa Han” unvanını kullanmaya başladı. Mezhebin 46. imamı olan Hasan Ali Şah 1887’de “Birinci Ağa Han”, oğlu Ali Şah “İkinci Ağa Han” oldu; onun oğlu olan “Üçüncü Ağa Han” Sultan Muhammed de siyasi faaliyetleri ve özel hayatı ile “Ağa Han’’ kavramını bütün dünyada meşhur etti. İlk Ağa Han, inanç yönetim merkezini Bombay şehrine taşıdı. Günümüzdeki önderleri, Şah Kerimül Hüseyni 49. imam olarak bilinir. Her yıl dünya ölçeğinde düzenlenen Ağa Han Mimarlık Ödülü, bu topluluğun önderinin geleneksel sosyal faaliyetlerinden biri. Günümüzdeki İsmaili toplulukları, ABD ve Avrupa dahil dünyanın her yerinde varlıklarını sürdürüyor. Tahmini nüfusları ise 20-25 milyon.
TARİHİ HATIRLAMAK
Gazurhan köyü 2 bin 500 nüfuslu; Hasan Sabbah’tan çok önceleri kurulmuş. Tarihe ve günümüze ışık tutuyor. İran yönetimi, Alamut Efsanesi’nin dünya kamuoyunu ne kadar cezbettiğini son yıllarda keşfetti ve şu adımları attı: Kalenin kültür mirası olarak tescil edilmesi amacıyla UNESCO’ya başvurdu. Alamut’a giden yolları asfaltladı, turizm tanıtım broşürlerine koydu ve gezi turlarının önünü açtı. Gazurhan köylüleri de buna uygun olarak turistleri ağırlayacak konaklama tesisleri kurdular. Ayrıntılı bilgiler için Murtaza Seferi’ye başvurduk: Vadideki bütün yerleşimler gibi Gazurhan’da bolca ceviz, kiraz, oraya özgü bir tür şeftali, muşmula, zerdali, elma, erik ağaçları bulunuyor. Küçük baş hayvanlar besleniyor. Akarsularında kızılala denilen bir alabalık türü çok ünlü. Arıcılık pek yaygın. Yörede keklik, domuz, kurt, tilki ve ayı hiç eksik olmuyor, çünkü avcılık yasak.
Alamut bölgesi, 1970’lere kadar toprak ağalarının elindeydi. Yerleşimler, vadinin güneyinde yoğunlaşıyor. Yörenin ticaret merkezi sayılan Muallim Kalaye beldesi hâlâ bu işlevini sürdürüyor. El dokuması kilim ve halılar önemli bir gelir kaynağı. Daha önceleri geçim kaynağı sayılan tahılgiller, yerini meyveye bıraktı. Eskiden katırlarla Kazvin şehrine iki günde gidip geliniyordu.
Halk, Gilakiye (Gilan halkının konuştuğu dil) yakın bir lehçeyle konuşuyor. Bazı köylülere Hasan Sabbah’ı sorduk. Alamut hakkında okudukları biricik kitap, Paul Amir tarafından yazılıp Farsçaya çevrilen Hudavendi Elamut (Alamut’un Efendisi) imiş. Atadan babadan işittiklerine göre Hasan Sabbah bilge, öngörülü ve zahit bir kişiymiş. Beyaz atına bindiğinde etrafına nurlar saçılıyormuş.
Şifalı bitkilerden ilaç yaptıkları için kendilerine Haşhaşiler denilmiş. Kalede sahte cennet adı altında huri misali kızların güya fedailere peşkeş çekilmesi rivayetine inanmıyorlar. Zaten kalenin bulunduğu yaşam alanı onca huriyi alamayacağı gibi öyle bir has bahçe de yok. Kalenin düşüşünden sonra onlarca köyde yaşayan ve Moğol katliamından kurtulabilen İsmaililer, dört bir tarafa dağılmışlar. Muhtemelen bu topluluğun bir kısmı, başka isimler adı altında vadideki köylerde hayatlarını devam ettiriyorlar. Yıllar önce bölgede askerlik yapmış olan bir Azerinin aktardığına göre vadideki üç köyde yaşayan bir topluluk, “Meraği” veya “Kellebozi” diye adlandırılıyor. Farklı bir inanca sahipler. Bu topluluk, senede bir defa kesik keçi başını alarak kutsal sayılan bir yere götürüyor ve ayin sırasında keçiyle söyleşiyormuş. Konunun uzmanı Rus araştırmacı İvanov, bu topluluğun aslında eski İsmaili geleneklerini farklı biçimde devam ettirdiğini ve giyimlerinin de Zerdüştilerden kalma olduğunu yazmış. Efsanelerle girdiğimiz Alamut’tan yukarıdaki gerçeklerle ayrıldık.
HASAN SABBAH’IN FEDAİLERİ
“HAŞHAŞİ” SÖYLENTİSİ
“Haşhaşi” lakabı, Hasan Sabbah ve taraftarlarına, 12. yüzyılın egemen Sünni yöneticileri ve hükümdarları tarafından karalamak amacıyla yakıştırıldı. Peki, neden? Onun davasına gönül verenler, dini ve siyasi önderleri Hasan Sabbah’a ölümü göze alacak kadar inanıyor, emirlerini kutsal bir buyruk gibi algılıyordu. Savunma amaçlı siyasi suikastları gözlerini kırpmadan gerçekleştiriyor, hatta cinayeti işleyince “ben İsmaili fedaisiyim, Hasan Sabbah’ın fedaisiyim” diye bağırıyorlardı ki, bu cemaate saldırmayı planlayan siyaset adamları ve hükümdarlar adım atmadan önce on kez düşünsünler.
Sözgelimi Suriye’de Masyaf Kalesi’ni kuşatan ünlü İslam komutanı Selahaddin Eyyübi, otağında yastığına saplanmış bir hançerin üstünde şöyle bir mesaj bulmuştu: “Yatacak sedirine girdiğimizde sen uyuyordun. Dileseydik, seni hançerleyebilirdik. En iyisi sen bu kuşatmayı kaldır, biz de sana dokunmayalım!” Nitekim bu olaydan sonra Selahaddin Eyyübi kuşatmayı kaldırmıştı. Aynı fedailer, özellikle Suriye ve Filistin’e hükmeden büyük güçler karşısında hayatta kalabilmek için, zaman zaman Müslüman hükümdarların kendi aralarındaki çatışmalarda birinin yanında yer alıp diğerine karşı tutum takınırlardı. Kudüs’ün Haçlılardan alınması genellikle Selahaddin Eyyübi’ye mal edilir. Doğru ama eksik bir bilgidir. “Haşhaşi” diye karalanan bu fedailer, Kudüs’ün Müslüman egemenliğine girmesinde sayısız fedakârlık göstermişler. Böylesine gözü kara olan fedailerin cesaretlerinin kaynağını, uğruna canlarını verecek bir davaları olduğunu bir türlü anlamak istemeyen Sünni ve Haçlı yöneticiler şu masalı uydurdular: “Bu tür suikastları yapan, davaları uğruna canlarını veren kimseler, olsa olsa uyuşturucu madde alıyorlardı.
2 yorumlar
Değerli araştırma ve bilgilerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim. Şems-i Tebrizi’nin Alamut Kalesi ile bir bağlantısı olduğu konusunda bir cümlecik bilgi dinlemiştim. Detaylarına dair de merak ettiklerim var. Bu konuda sizin bir araştırmanız oldu ise okumak isterim.
Çok güzel bir yazı tebrik ederim.