Dünyanın en güzel fuarları, tarihi alışveriş merkezleri, benzersiz bir mimari ve lezzetli bir mutfak. Häfele Türkiye’nin CEO’su Hilmi Uytun çok sevdiği, tasarımın başkenti olarak bilinen Milano’yu anlatıyor.
Röportaj: Sedef Seçkin Büyük
Häfele, mobilya ve kapı aksesuarları alanında 90 yıldan fazla deneyime sahip Almanya kökenli global bir şirket. Häfele Türkiye’nin CEO’su Hilmi Uytun ise tam 16 yıldır şirketin Türkiye operasyonunun başında. Sadece iş yaşamında değil, özel yaşamında da çok seyahat eden Uytun’un bu seyahat sevgisi onu Dünya Mirası Gezginleri Derneği’ne de üye olmaya yöneltmiş. Uytun, Milano’nun farklı, bilinmeyen yüzünü anlatıyor.
Ne sıklıkla seyahat ediyorsunuz, hangi ülkelere gittiniz?
Bugüne kadar 50’nin üzerinde ülkeyi ziyaret ettim. İş için sık sık seyahat ediyorum. Ailece yaptığımız tatillerde de farklı ülkelere gitmeyi çok seviyoruz. Geçen yıl ailece Kenya’ya safari yapmaya gittik, bu yıl ise ailece Kanada’ya gitmeyi planlıyoruz. Norveç ve Finlandiya haricinde bütün Avrupa ülkelerine gittim. Hindistan, Tayland, Vietnam, Brezilya gibi farklı ülkelere de gittim. Avrupa’da gitmekten en keyif aldığım ülke İtalya ve orada da Milano şehrine bayılıyorum. Cıvıl cıvıl, modanın ve tasarımın başkenti olan bu kentte yaşayabilirim de…
Milano’ya sık sık gidiyor musunuz?
Her yıl birkaç kez gittiğim oluyor. Çünkü bizim sektörümüzde dünyadaki en önemli fuarlar Almanya ve İtalya’da düzenleniyor. Milano fuar alanı özgün mimarisiyle benim gördüğüm en güzel, en özel fuar alanı. Bu yapının adeta örümcek ağını andıran bir görüntüye sahip cam tavanı ve cam tente görüntüsünü veren bölümleri gerçekten çok şık ve farklı.
Hangi fuarları takip ediyorsunuz?
Dönüşümlü yapılan Eurocucina ve Salone Del Mobile fuarlarını yıllardan beri hiç kaçırmadan takip ediyorum. Mutfak tasarımı ve ekipmanları alanındaki Eurocucina, her yıl nisan ayında düzenleniyor ve 320 bine yakın ziyaretçi çekiyor. Almanya’da, Çin’de kısacası dünyanın pek çok ülkesinde fuarlara katıldım ama Milano’daki bu fuarlar gerçekten kafeleri, standları, fuar alanları ve katılımcılarıyla çok farklı ve çok şık. İtalya mobilya ve mutfak tasarımında dünyada haklı bir üne sahip. Tekstilde de benzer bir durum gözlemleriz. Ben sanata ve tasarıma verilen önemi sadece fuarlardaki katılımcılarda değil, tüm şehirde gözlemlerim.
Milano’ya gittiğinizde neler yaparsınız?
Dünyanın birçok ülkesinden trendleri takip etmeye çalışan insanların bu öğrenme iştahı ve fuarın şık enerjisi her defasında kendimi iyi hissetmemi sağlıyor. Fotoğraf çekenler, ürünler üzerinde tartışanlar, inceleyenler, salonlar arasında koşuşturanlar… Kendimi her defasında bu koşturmaya kaptırırım, her gün fuar kapanana kadar standlar arasında dolaşmaya ve öğrenmeye çalışırım. Tasarım ve uygulamaların sebeplerini anlamaya çalışırım.
Önerileriniz nedir?
Kuzey İtalya’nın Lombardia bölgesindeki Milano benim için Avrupa’daki en keyifli şehirlerden biri. Roma ve Floransa daha çok tarih kokarken Milano moda, futbol ve fuar kokar. Her yıl iki üç kez çoğunlukla iş sebebiyle ziyaret etmeme rağmen her defasında fırsat yaratıp şehrin enerjisinden, renklerinden istifade etmeye çalışırım. Ben şehirlerin tarihi dokularını incelemeyi, o bölgedeki eski mimariyi ve güncel mimariyi incelemeyi çok severim. Güncel mimaride eskiden izler ararım. Milano Katedrali defalarca ziyaret ettiğim bir mekân. Dantel gibi işlenmiş bir dış görünümü var. Ayrıca dünyanın en büyük opera binalarından biri olan La Scala’yı ziyaret etmek opera sevenler için unutulmaz bir deneyim. La Scala’nın 2 bin 200 kişilik salonunda opera izlemek istiyorsanız internetten önceden bilet almanızı öneririm. Aksi takdirde yer bulamayabilirsiniz.
“Mutlaka görülmeli” dediğiniz başka yerler de var mı?
Bence Duomo Meydanı özellikle görülmeli. Meydandaki Galleria Vittorio Emanuele alışveriş merkezinin ihtişamlı duruşu da görülmeye değer. Yapımına 1865 yılında başlanan binanın bugünkü hali hâlâ çok bakımlı ve etkileyici. Bu alışveriş merkezi yuvarlak bir meydanın etrafına dikey olarak sıralanmış binalar ve mermer sokaklar şeklinde planlanmış. Toplam dört girişi olan yapıda tüm binalar muhteşem bir kubbenin altında buluşuyor. Bundan 160 yıl evvel ticarete bakışın, ticari zekânın nasıl olduğunu ve müşteriye verilen önemi anlatıyor. Restoranlar, kafeler o dönemde mağazalarla iç içe planlanmış. Mağazaların şıklık ve zariflikte birbirleriyle yarıştığını hissedebilirsiniz. Dünyanın her yerinden gelen insanlarla beraber saatlerce gezebilirim orada.
Merkezden uzaklaşmak isteyenler nereyi görmeli?
Milano’ya gitmişken Como Gölü’ne de araba kiralayarak ya da trenle bir saatte ulaşabilirsiniz. Boğaz’daki yalılar nasıl dantel gibi suyun kıyısını güzelleştiriyorsa orada da gölün etrafında İtalyan mimarisinin doruk noktasını temsil eden evler bulunuyor. Como Gölü’nün etrafındaki yapılaşma çok güzel ve doğayla bütünleşmiş. O muhteşem manzaraya karşı bir restoranda oturup lezzetli bir mola da verilmeli. Orada kalmak ve atmosferini yaşamak isterseniz Villa d’Este, Casta Diva ve Villa Balbianello otellerini tavsiye edebilirim.