Düzce ve Bolu doğa yürüyüşü yapanlar için inanılmaz güzellikte fırsatlar sunuyor. Bunlar arasında Düzce’nin 26 kilometre güneydoğusunda yer alan Samandere Şelalesi’yle Sakarca, Bolubaşı ve Sinekli yaylaları öne çıkıyor.
Yazı ve Fotoğraf: Yıldırım Güngör
İki tarafı da yaklaşık iki metre karla kaplı bir yoldayız ve büyülü bir orman yolu bizi yutuyor. Kendimizi kaybolmuş gibi duyumsuyoruz. Karlarla bezenmiş kayın ağaçları ve çamlar, nazlı nazlı salınıyor. Hafif esen rüzgârın salladığı ağaçlardan dökülüp savrulan kar, ince dalgalı bir tülü düşündürüyor.
Demir bir merdivenin üstündeyim. Düzce’nin Samandere Şelalesi’nden ürkütücü bir hızla inen suya bakıyorum. Beyaz köpükler çıkararak akan su, düştüğü yerde büyük bir dev kazanı oluşturmuş. Bilinenin aksine kayaları aşındıran salt suyun akışı ve suyun çıplak gücü değil, suyun taşıdığı diğer irili ufaklı taşlardır. Şelalenin sert düştüğü yerlerde su derine doğru işler. Bu aşınan yere giren çakıl parçaları binlerce yıl boyunca burayı açarak, büyüterek çukura dönüştürürler. Suyun sert döküldüğü yerlerde su tarafından taşınan taşların oyarak oluşturduğu çukurlara jeologlar “dev kazanı” diyor.
Bölgenin tektonik yapısı burada çok genç fayların oluşmasına yol açmış. Bu faylar sayesinde bölgedeki kayalar basamak haline gelmiş ve her bir basamaktan bir şelale akıyor. Su aşağılara doğru akıp gidiyor, binlerce yıldır yaptığı gibi. Tüm gücüyle kayalardan bir parça koparıp denizlere taşımak için uğraşıp duruyor. Su ile kayaların bu mücadelesi yer yuvarlağında suyun varlığının ortaya çıkmasından sonra hep var oldu.
Doğa yürüyüşü yapanlar nedense Kocaeli’nden öteye geçmiyor. Oysa Düzce ve Bolu civarında inanılmaz güzellikte birçok doğal değer bulunuyor. Birkaç yıldır planlamama rağmen bir türlü gidememiştim. Bu hafta sonu denk geldi ve bu coğrafyada yeni yerler keşfetmek için düştük yollara. İlk hedefimiz son yıllarda dillerden düşmeyen Düzce merkez ilçeye bağlı Samandere Köyü sınırları içindeki Samandere Şelalesi… TEM Düzce çıkışından sonra, kısa süre içinde Düzce’nin kalabalığını geride bırakarak yemyeşil ormanlarla kaplı yolda ilerlemeye başlıyoruz. Hele Beyköy’ü geçtikten sonra baharın uyanışının her anına şahit oluyoruz. Tüm kavşaklarda uyarı levhası olduğu için hiçbir sorun yaşamadan şelalenin girişine varıyoruz.
Samandere Şelalesi Düzce il merkezinin 26 kilometre güneydoğunda yer alıyor. Tabiat parkı içinde yer alan şelale yaz aylarında Düzce ve komşu illerden kalabalık bir ziyaretçi akınına uğruyor. Dar ve derin bir vadiden akıyor ama ona şelale değil de şelaleler demek belki daha doğru olacak. Çünkü müthiş bir gürültüyle düşen birkaç şelale var ve üzerleri adete demir köprülerle donatılmış durumda. Bu metal aksamların su şölenlerini doğallıktan uzaklaştırdığını söyleyen çok insan var. Haksızlar diyemem, ama güvenlik için de bu tür önlemler kaçınılmaz görünüyor.
Şelaleyi geride bırakarak L200’e atlayıp orman içindeki yaylaları keşfetmek için düşüyoruz yollara. İlk hedefimiz şelaleye beş kilometre mesafedeki Sakarca Yaylası. Şelaleden sonra asfalt bitiyor. Bu nedenle bir anda kendimizi kötü bir yolda buluyoruz. Ancak ulaşımı etkileyecek kadar bozuk değil. Yaylanın son 500 metrelik yolu oldukça dik. Bir tepenin yamacında kurulmuş yayla henüz bozuma uğramamış, sakin. Birkaç kişi tamirat yapıyor. Yayla evleri çoğunlukla geleneksel mimarisini koruyor.
Yaylanın ortasında büyük ve yemyeşil bir düzlük var. Bu düzlükte yaklaşık bir saat zaman geçirdikten sonra tam yola çıkacakken geceyi yayla evinde geçirmeye gelmiş Mehmet Ataseven’le karşılaşıyoruz. Mehmet artık yaylalara yaylacılık için gelenlerin sayısının çok az olduğunu söylüyor. Daha çok turistik amaçla geliyormuş insanlar yaylaya artık. Ne yazık ki eskiden yaylalarda yaptıkları tereyağı, peynir ve yoğurdu da artık marketten alıyorlar.
Mehmet’in demlediği çaydan iki bardak içtikten sonra önerisi üzerine Bolubaşı Yaylası’na doğru yola çıkıyoruz. Ormanın içinden geçip 10 dakika sonra yine etrafı ormanla çevrili Bolubaşı’na varıyoruz. Bu yayla Sakarca’ya göre daha küçük ve bazı evler ne yazık ki bakımsızlıktan yıkılmaya yüz tutmuş. Sadece iki ev beton ve yaylaya hiç mi hiç yakışmamış. Yaylanın ortasındaki çeşmenin suyu çok soğuk ve çok lezzetli. Termoslarımızı bu lezzetli suyla doldurarak, keşfimizin son hedefi Sinekli Yaylası’na yöneliyoruz. Orman içinden geçen yol yaklaşık10 dakika sonra bizi Sinekli’ye getiriyor. Buradan Abant dört kilometre. Yayla tam yamaca kurulmuş. Diğer yaylalara oranla daha planlı. Düzlükte ise hayvanlar otluyor. Evler geleneksel mimariye uygun yapılmış ve hiç beton bina yok. Gördüğümüz üç yayla içinde yaylacılığa en yaraşır yaşam ve kullanım tarzının burada bulunduğunu söyleyebiliriz.
Güneş yaylada batmaya yüz tutmuşken rotamızı Abant Gölü’ne çeviriyoruz. Tüm peyzajına ve düzenli görümüne rağmen yaylalardan aldığımız tadı alamadığımızı fark ediyoruz. Doğal bir çevreden çok, bir piknik alanı görüntüsü çıkmış ortaya.
Akşamı Bolu Dağı’nda karşılamaya karar vererek tekrar yola koyuluyoruz. Çok değil sadece sekiz saat içinde doğanın mucizelerine ve yaylaların sade ama etkileyici görüntülerine tanık olduk, en güzel oksijeni çektik ciğerlerimize. Düzce civarında keşiflerimiz durmayacak, Her hafta yeni yaylalar yeni şelaleler eklenecek.
Fotoğraf: Abant Dağları’nın yamacındaki Sinekli Yaylası’nda geleneksel bir yaşam sürdürülüyor.