Magnitogorsk’un kaderi, Sovyetler Birliği’nin lider Stalin’in, “biz bir metal ülkesi haline geliyoruz ve bu metal Magnitogorsk’ta dövülecek” sözleriyle 1930’larda değişti. Şehir, adeta coğrafi bir mucizeyle oluşmuş ve hemen hemen saf demirden meydana gelmiş Magnitnaya Dağı’nın (Mıknatıslı Dağ) yanı başına kurulmuştu. Bu dağ dümdüz edildi çoktan, artık yerinde yok. Ama kentin sayısız bacası Sovyetler Birliği’nin geçmişte kalmış ruhunu yaşatıyor hâlâ.
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: SERKANT HEKİMCİ
Magnitogorsk’a yaklaşırken hava açık olmasına rağmen üzerindeki duman dikkatimi çekiyor. Şehrin içine girdikçe daha da yoğunlaşıyor duman ve boğazımı yakan, soluması zor bir koku ona eşlik etmeye başlıyor. Şehri doğu-batı yönünde kesen ve onu ortadan ikiye ayıran Ural Nehri’nin batı yakasına varınca, karşı kıyıda dumanları tüten, irili ufaklı sayısız fabrika bacasının distopik görüntüsüyle irkiliyorum. Rusya’nın en büyük çelik üreticisi şehrinde, Josef Stalin’in tabiriyle “anavatanın çelik kalbi”ndeyim. (En üstteki fotoğraf: Magnitogorsk’ta günbatımına, fabrika bacalarından
tüten dumanlar eşlik ediyor. Bir işçi, şehrin doğu yakasından, donmuş Ural Nehri’nin batı yakasını izliyor.)
Ural Dağları’nın güney ucunda bulunan Magnitogorsk, “Magnitnaya Dağı’nın (Mıknatıslı Dağ) yanındaki şehir” anlamına geliyor. Rusya Federasyonu’nun Çelyabinsk Oblastı’nda yer alan 400 bin nüfuslu bir metal endüstrisi şehri burası. Avrupa’nın kara sınırları da bu kentte sona eriyor; İstanbul gibi hem Avrupa, hem de Asya’da toprakları bulunuyor. Magnitogorsk, adeta coğrafik bir mucizeyle oluşmuş; hemen hemen saf demirden meydana gelmiş Magnitnaya Dağı yakınında 1743 yılında bir kasaba olarak kuruldu. 1759 yılından itibaren de madencilik başladı.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) döneminde, bölgenin batılı rakiplerine meydan okuyabilecek potansiyeldeki demir rezervleri şehri öne çıkardı ve Sovyet lider Stalin’in “Biz bir metal ülkesi haline geliyoruz ve bu metal Magnitogorsk’ta dövülecek” sözleriyle kaderi değişti. Şehir, 1930’larda Sovyet sanayiinde hızlı bir gelişme sağlamaya yönelik ilk beş yıllık plana dahil edildi ve ülkenin en büyük demir-çelik fabrikasının burada kurulmasına karar verildi.
Çelik endüstrisinin ilk işçileri için şiirler yazıldı, filmler çekildi ve şarkılar söylendi. Sovyet propagandası, genç komünist gönüllülerin ve büyük ölçüde Magnitogorsk’ta başlayan ulusal gençlik hareketi Komsomol (Genç Komünistler Birliği) üyelerinin katkılarını vurguladı. Şehir, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra birkaç on yıl boyunca ülke için önemli bir çelik kaynağı olmaya devam etti. Bununla birlikte, devrimci dönüşümün sembolü olarak önemi azaldıkça, sermaye yatırımları ve fabrikaların verimliliği de düştü. 1960’larda çelik fabrikasının genişlemesinin sona ermesinden bu yana nüfusu neredeyse hiç artmadı.
Sovyet liderler Nikita Kruşçev ve Leonid Brejnev yönetimindeki fabrika sovyeti (konsey), konut talebini karşılamak amacıyla tipik sosyalist tarzda apartman kompleksleri inşa etmeye devam etti. Sovyetler Birliği’nin son lideri Mihail Gorbaçov döneminde, bunlara geniş parklarla çevrili yüksek binalar da eklendi. Günümüzün Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yönetiminde ise şehre büyük alışveriş merkezleri inşa edildi.
ŞEHRİN İKİ KUTBU
Sovyetler Birliği 90’ların başı itibarıyla geçmişte kaldı, ama Magnitogorsk Rusya’da önemli bir endüstri merkezi olmayı sürdürüyor. Günümüzde, Ural Nehri üzerindeki üç köprü kentin doğu ve batı yakasını birbirine bağlıyor. Nehrin batısındaki yaşam, şehrin ağır sanayi kökenini maskeleyen bir düzen ve rahatlama hissi veriyor. Belediye binası, üniversite, opera binaları, tiyatrolar, müzeler ve alışveriş merkezleriyle batı yakası zamanla paralel ilerlerken, dev çelik fabrikasının bulunduğu doğu yakasında zaman durmuş gibi görünüyor. Alman mimar Ernst May’ın 1930’lu yıllarda prefabrik malzemelerle inşa ettirdiği eşitlikçi konutlar hâlâ ayakta, ancak bakıma ihtiyaçları var; genellikle maddi durumları kötü aileler oturuyor. Çalışanları, SSCB kurucusu Vladimir Lenin heykelinin karşıladığı Magnitogorsk Metalurji Tesisi’nde (MMK) çalışan işçi Aleksander Vermatov, bu konutlardaki ısınma sorunları yüzünden ailesiyle batıya taşındığını anlatıyor.
Magnitogorsk, son yıllarda “kara turizm” olarak bilinen turizm akımından nasibini alıyor. MMK da artan talebe bağlı olarak fabrikanın belirli bölümlerine yerli ve yabancı turistler için ücretli turlar düzenliyor. Hafta sonları yapılan ve yaklaşık iki saat süren bu turlardan birine katılıyorum. Soğuk bir Magnitogorsk sabahında, ana girişin önünde 10 kişilik bir grubuz. Moskova, Ufa ve Çelyabinsk’ten gelenler var, aralarında tek yabancı benim. Fabrikada güvenli gezebilmemiz için hepimize özel kıyafetler ve gaz maskeleri dağıtılıyor. Ayrıca arkamızda bizi sürekli takip eden bir güvenlik birimi var. Fabrikada görevli bir rehberin önderlik ettiği tur boyunca, demir cevherinin hazırlanışından haddelenmiş, yani kalınlığı azaltılmış çeliğin işlenmesine kadar tüm üretim zincirine dair bilgiler veriliyor. Zaman zaman yürüyerek, zaman zaman otobüslerle bir noktadan diğerine geçerken, fabrikanın muazzam büyüklüğünü daha iyi anlıyorum. 41 ayrı çelik türünün üretildiği tesislerde, ürün transferi için bir de demiryolu hattı var. 11 bin 800 hektarlık bir alan için bu anlaşılır bir durum.
Turdan sonra taksiyle şehrin batı yakasına geçiyorum. Taksi şoförü Marat Gafurov, Başkurdistan’ın Inzer kasabasında yaşıyor. Başkurt Türkçesi ve Türkiye Türkçesinin ortak kelimeleriyle anlaşmaya çalışıyoruz. Marat, Inzer’de çok az müşteri bulabildiği için hafta sonları 2 saat 20 dakikalık yolculukla Magnitogorsk’a geldiğini ve daha çok şehrin bir yakasından diğerine yolcu taşıdığını anlatıyor. Marat günübirlik gelip gitse de, Magnitogorsk nüfusunun yüzde 15’ini Başkır ve Tatarlar oluşturuyor. Şehir Başkurdistan sınırlarına çok yakın, çevresinde de pek çok Başkır ve Tatar köyü bulunuyor. Batı yakasında gördüğüm camiler de bu etnik gruplara hizmet veriyor.
Köprüden geçerken arıtma gölünden gelen muazzam yoğunluktaki duman dikkatimi çekiyor. Marat’a durmasını söyleyip taksiden iniyorum. Mart ayındayız ama dışarısı yaklaşık eksi 15 derece. Fabrikadan gelen ve arıtma gölüne dip kısımlarından borularla karışan sıcak sular, üzeri buz kaplı gölün çatlaklarından dışarı çıkıyor, onların buharına bacalardan gelen yoğun dumanın da eklenmesiyle olağanüstü bir görüntü oluşuyor.
Batı yakasına geçtikten sonra taksiden inip, şehrin iç kısımlarına ilerlemek için tramvaya biniyorum. Şehir statüsü elde ettikten sonra Magnitogorsk’un Leningrad’la birlikte ülkenin en gelişmiş tramvay ağına sahip olması amaçlanmış ve öncelikle şehrin doğu yakasındaki işçilerin fabrikaya kısa sürede ulaşımı sağlanmış. Nüfusun zamanla batıda yoğunlaşmasıyla, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası tramvay ağı bu yakada da gelişmiş. Metro sisteminin bulunmadığı şehirde birkaç ruble karşılığı aktarmalarla her iki yaka da tramvayla gezilebiliyor. Magnitogorsk, tramvay güzergâh sayısı açısından Rusya’da St. Petersburg ve Moskova’dan sonra üçüncü sırada yer alıyor. Tramvayların çoğu eski; zamanın izi ve şehrin kiri üzerlerine sinmiş, paslı pastel tonlarla kaplanmışlar, ama geliş ve varış saatleri asla aksamıyor. Sovyet zamanlarından kalma bir alışkanlık olsa gerek. Batı yakasındaki çoğu tramvay durağı ise Magnitogorsk’ta son 5-10 yılda açılmış büyük alışveriş merkezleri. Kışın soğuğun eksi 40’lara kadar düşebildiği şehirde özellikle hafta sonları buralara rağbet var.
KONUNUN TAMAMI ATLAS’IN ARALIK 2020 SAYISINDA. SATIN ALMAK İÇİN TIKLAYINIZ
ATLAS · ARALIK 2020