Anasayfa KeşfetGezi İstanbul’un Gizemleri

İstanbul’un Gizemleri

Ayşegül Parlayan Özalp

İstanbul’un tarihi mekanlarını hikayeler, sırlar, rivayetler dolduruyor. Atlas, Kasım 2014 tarihli 260. sayısında okurlarına “İstanbul’un Gizemleri” kitabı hediye etmişti; bu özel çalışmadan 12 maddelik bir seçki hazırladık.

Hazırlayan: Tevfik Taş

BAZİLİKA SARNICI (YEREBATAN SARAYI)

BAZİLİKA SARNICI (YEREBATAN SARAYI)
Picture 5 of 12

Yerebatan Sarayı’nın üzerinde bir saray mı vardı yoksa İstanbul’un en eski üniversitelerinden biri mi? İnciciyan, “sarnıcın bir sarayın altına yapıldığı”nı yazıyor ve ekliyor; “Justinianus sarnıcın üzerine bir heykel diktirmişti. Hazreti Süleyman’ın çenesi eline dayanmış vaziyette, kendi eserinden çok daha güzel olan Ayasofya’yı hayretle temaşa ettiğini tasvir ediyordu. Daha sonra İmparator Basil bu heykeli kaldırmıştır.” John Freely, yapıya Bazilika Sarnıcı denmesinin nedenini “Stoa [üstü örtülü, önü sütunlu galeri] bazilikasının altında yer almasıdır” diye açıklıyor ve sürdürüyor; “Stoa bazilikası kentin birinci tepesindeki ikinci büyük meydandır. 532 yılındaki Nika isyanından sonra yapılmıştır. Konstantinos olasılıkla sarnıcı genişletmiştir.”

Bazilika Sarnıcı, Ayasofya’nın karşısındadır. Sarnıcı, Bizans İmparatoru I. Justinianus (527-565) yaptırmış. Bu kapsamda bir sarnıcın buraya yapılması, pek çok araştırmacının söylediği gibi salt o dönemde kentin yönetim merkezinin burada olmasından değil. Kuraklık gibi doğal felaketlerin yanı sıra surların dışında kalan su kanallarının işgallerle, kuşatmalarla işlevsiz kalması durumunda da bir çözüm olarak görülmesindendir. Ancak dönemin mimarları su sorununu çözmenin de en estetik, en sağlam ve uzun zaman dayanabilecek yolu olarak böyle yapılar inşa ettiler. Dahası da var. Celal Esad Arseven’in kaleminden okuyalım: “Bizanslılar, sarnıçlara neredeyse ibadethaneler kadar önem verirdi. Sarnıçların içinde bugün gördüğümüz müzeyyen ve mükellef sütun başlıkları bu ihtimamın derecesini gösterir.”

Yerebatan Sarayı’nın sütunlarının kimi korint başlıklı, kimi dor tarzındadır. Tuğladan örülmüş hayli kalın duvarları ve tuğla döşeli zemini Horasan harcından kalın bir tabakayla sıvanarak su geçirmez hale getirilmiş. Günümüzde çok insanın turistik ve romantik duygularla baktığı, kimilerinin de “Koca binaya iki avuç su dökmüşler, avuçla para alıyorlar” dediği yapı, zamanında durgun bir deryadır, çünkü yaklaşık 100 bin ton su depolama kapasitesine sahiptir.

Sarnıcın eski adlarından birinin “Suyabatan Sarayı”, diğer adının da “Baziliki Kinoterna” olduğunu söyleyen İnciciyan 18. yüzyılı anlatırken şöyle yazmış: “Bu sarnıcın üstündeki evler suyunu, evlerin zemin katlarındaki deliklerden sarkıtılan kovalarla karşılardı. Bilhassa kış aylarında deniz gibi dolan sarnıçta balık da bulunurdu.” Yapım planı nedeniyle sarnıca, Latince kökenli dillerde de “Citerne Basilique” denmiştir.

“Dünyada bütün kentler ölüme mahkûmdur. Fakat İstanbul, insan var oldukça yaşayacaktır,” diyor Petrus Gyllius. İnciciyan’ın, “18. Yüzyılda İstanbul” adlı eserine not düşen H. D. Andreasyan’dan öğreniyoruz ki, sarnıcı Batı dünyasına ilk tanıtan kişi, Pierre Gilles adıyla da bilinen bu kâşif oluyor. “İçinde sandallarla dolaşmış Gyllius’a göre sarnıç 336 ayak uzunluğunda, 182 ayak genişliğindedir. [Bugünün ölçüleriyle 140x70 metre.] Üzerine, birbirinden 12 ayak mesafede bulunan 336 mermer sütuna oturtulmuş kemerli bir çatı yapılmıştır.”

Yerebatan’ın tılsımını zirveye çıkaran devasa sütunların bir kısmı, Bizans’ın pek çok mimari eserinde görüldüğü üzere kendisinden önceki başka yapılardan getirilmiş. Yüksekliği yapıya kısa gelen sütunlara ek yapılmış. Sarnıçta en çok ilgi çeken öğelerden biri olan Medusa başları da bu eklerden biridir. Medusa başlarının daha önce hangi yapının süsü olduğu bilinmiyor.

Fotoğraf: Turgut Tarhan

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap