Anasayfa KeşfetGezi İstanbul’un Gizemleri

İstanbul’un Gizemleri

Ayşegül Parlayan Özalp

İstanbul’un tarihi mekanlarını hikayeler, sırlar, rivayetler dolduruyor. Atlas, Kasım 2014 tarihli 260. sayısında okurlarına “İstanbul’un Gizemleri” kitabı hediye etmişti; bu özel çalışmadan 12 maddelik bir seçki hazırladık.

Hazırlayan: Tevfik Taş

HAREM-İ HÜMAYUN

HAREM-İ HÜMAYUN
Picture 6 of 12

Harem’i oryantalistlerin gözünden anlamaya çalışmak pek çok bakımdan eğlendirici olabiliyor. Hemen her şeyin cinselliğe bağlandığı, kadın bedeninin ve cinselliğinin pornografiye varan görünümleri üzerinde kâh aralanıp kâh kapanan giz perdeleri… Pierre Loti’nin çizdiğine benzeyen sayısız sahnenin birbirine karıştığı bir âlem… Nazım Hikmet’in Loti’yi azarlamasına neden olan “Gümüş tepsilerde raks eden sultan / Mihrace padişah …” gibi sözcüklerin sıkça kullanıldığı bir yazın dünyası.

“Harem” sözcüğünün yanına gelen açıklayıcı sözcükler şunlardır: “Girilmesi yasak olan yer.” Bir de şunlar ekleniyor: “Korunan, mukaddes ve muhterem yer.” Sır da tılsım da burada başlıyor. Peki, ama kim giremez? Padişah dahil, hiçbir erkek... Topkapı Sarayı’nın Harem bölümünün hem mimari, hem de yaşayış düzenlenişi böyledir. Harem-i Hümayun, padişahın annesi, gözdeleri, hasekileri, cariyeleri, kızları ve onlara hizmet etmek için köleleştirilmiş cariyelerle, hadım edilmiş siyahi harem ağaları dâhil, sarayın hümayununda, yani himayesinde olan cümle insanın, zaman geçirdiği mekânlar silsilesinden oluşuyordu.

Osmanlı saray yaşantısının tarihiyle ilgilenen herkes için en çok merak uyandıran, en gizemli kurum Harem olageldi. Hakkında az bilgi olan her şey gibi Harem de insanların kafasında farklı farklı yorumlarla şekillendi. Bilgiden çok hayal konuşuyordu. Bugün de Osmanlı Harem teşkilatının ilk yılları hakkında yeterli bilgi yok. İki Bizanslı prensesle evlenen Osmanlı’nın ikinci hükümdarı Orhan Gazi (1326-1362) döneminde devletin kurumsallaşmaya başlamasıyla Harem de kurum haline geldi. Fatih Sultan Mehmet zamanında Harem devlet ve saray teşkilatını geliştirdi, bu gelişmeler de Harem-i Hümayun’u şekillendirdi.

Osmanlı sarayı Birun (dış), Enderun (iç) ve Harem olmak üzere üç bölümden oluşuyordu. Bu, Osmanlı’yı belirleyen bir örgütlenme biçimiydi. Cariyelerin çok önemli bir bölümü, savaşlarda esir alınan ya da satın alınarak saraya getirilen güzel ve zeki kızlardan oluşuyordu. Aslında bu oluşum, harem üzerine yazılmış pek çok hayali metni alacakaranlığa gömüyor. Çünkü devletin kendisinde, Osmanlı diplomasisinde, ilişkilerinde ne kadar hile, dolambaç, sabır, hırçınlık, cinayet, büyü, düşürme ve yüceltme varsa, Harem hem bunların büyük ölçüde kaynağı, hem yansımasıydı. Örneğin padişahla halvet olup oğlan çocuğu doğurmak yetmez; bu olsa olsa bir kadını “gözde” ya da “kadınefendi” yapabilirdi. Asıl mesele bir kadının doğurduğu çocuğu imparatorluk tahtına oturtmasıydı. Bir kadın, oğlu padişah olduğunda büyük bir törenle Harem’e gelir ve Valide Sultan unvanını alabilirdi. Padişah anneleri, Harem’in de, Osmanlı Hanedanı’nın da arkadaki yöneticisiydi. Kimi kaynaklar Harem’in önemini vurgulamak için şunu söyler: “Harem ağalarının başı olan kızlarağası, protokolde, sadrazam ve şeyhülislamdan sonra gelirdi.”

İstanbul’un alınmasından sonra Osmanlı’nın ilk Harem’i Fatih’in Beyazıt’ta yaptırdığı ve kısa zamanda terk ettiği Büyük Saray, yani son adıyla Eski Saray oldu. Haremin Kanuni Süleyman zamanında toptan Topkapı Sarayı’na taşınmasına, öyle anlaşılıyor ki, padişah değil Hürrem Sultan gibi Harem mensubu kadınlar karar vermiş. Zira, Eski Saray, Topkapı’da gözden düşen kadınların sığınağı haline gelmişti. Harem-i Hümayun’u tanımak için Topkapı Sarayı’nın Bâbüsselam’ından (sarayın ikinci kapısı) geçmek gerekiyor. Harem, Bâbüsselam ile Bâbüssaâde, yani sarayın üçüncü kapısının arasından kuzeybatıya doğru, Kubbealtı’nın, yani padişahın, yönetici kesimle toplandığı yer olan Divan-ı Hümayun’un arkasından Hırka-i Saadet Dairesi’nin ardına kadar uzanıyor. Darüssade ağaları ve diğer harem ağalarının görevli oldukları ve ikamet ettikleri ‘’Dış Harem Bölümü’’ ile cariyelerin, kadınefendilerin, valide sultanın bulunduğu ‘’İç Harem Bölümü’’ olacak şekilde yapılandırılmış.

İşte bütün mesele, buradaki o muazzam zor yolları aşıp anayola gelmekte. Çünkü bu, padişaha ulaşan yol. Harem’deki her kadının beklentisi bu olmuş. Bu yola “Altın Yol” deniyordu. Yolun “en güzel sonu” Padişah Dairesi’ydi. Bu yolu geçemeyen kadınlar, cariyelerin yaşadığı bölümün kapısındaki yazıyı okuyarak teselli buluyordu: “Allah’ım bize de hayırlı kapılar aç.” Bu da padişah tarafından çeyizleri verilip evlendirilmeyi beklemek anlamına gelirdi. Harem’de sekiz ya da on kadınefendi bulunuyordu. Bunlar padişaha çocuk veren kadınlardı ve valide sultandan sonraki hiyerarşik grubu oluşturuyordu. Kendilerine ait dairelerinde; çocukları ve hizmetindeki cariyeleriyle yaşayan kadınefendiler arasında, veliaht şehzadenin annesi olan başhaseki ve sonraki üç kadınefendi, Harem hiyerarşisinde önemli bir yere sahipti.

Topkapı Sarayı’nın Harem’i bir sistematiğe göre yapılmamıştır. Her padişah devrinin değişen ihtiyacına göre eklemelerde bulunulmuştur. Ancak buradaki her bölüm sarayın bütün ihtişamını özetleyecek denli görkemlidir. Duvarlardaki 17. yüzyıl Osmanlı çinilerinin en seçkin örnekleriyle yapılmış süslemeleri, 19. yüzyıl başında, Batı etkili panoramik manzara resimleri tamamlıyor. Osmanlı hanedanı fertlerinin karşı karşıya gelebildikleri tek yer olan ‘’Valide Taşlığı’’ lebiderya Haliç manzarasına açılıyor. Burada diğer bölümlerden ayırt edici bir dekora sahip olan “Yemiş Odası” dönemin ahşap kullanımı ve süslemesi bakımından çarpıcı.

Saltanat Kapısı’ndan girdikten sonra, Çeşmeli Sofa’dan başlayarak bütün bu bölümler sarayda çıkan çok büyük bir yangından sonra yeniden yapılmıştır ve Mimar Sinan’ın eseridir.

Sinan’ın 1574’te yaptığı bu bölümler Topkapı Sarayı’nın dış görünümünü dünyaya tanıtmak bakımından önemlidir. Üzerlerini örten kubbeleri, her kubbenin üzerindeki bacalarıyla sarayın Marmara’dan görülen siluetini oluşturur. Haliç’i bir de Topkapı Sarayı’nın Harem Dairesi’nden izlemek gerek. Pek çok insana “sanki o ana kadar Haliç’i hiç görmemişim” dedirtir. Topkapı Sarayı, dünyada günümüze gelebilmiş sarayların en eskilerinden ve kapladığı 700 bin metre karelik alanla, değişik dönemlerde eklenen yapılarıyla en genişlerinden biridir.

Halka açık koleksiyonunun en değerli parçaları arasında sayılan ve Yavuz Sultan Selim döneminde Kahire’den getirtilen Hazreti Muhammed’in hırkası, dişi, ayak izi ve kılıcı; dünyaca ünlü Kaşıkçı Elması; Topkapı Hançeri ilk akla gelenler. Ancak, sarayın barındırdığı ve görülmeye değer eserlerin yalnızca adları binlerce sayfa tutabiliyor. Şu kadarı söylenebilir: Sarayda Osmanlı İmparatorluğu’nun 400 yıla yakın birikimi sergilenmekte.

İstanbul’un kurulduğu akropol tepesindeki konumu, Topkapı Sarayı’nı yeryüzünün güzide yapılarından biri kılıyor. Bir tarafta Haliç ve Boğaziçi’ni, bir tarafta Marmara Denizi’ni gören balkonları, Topkapı Sarayı’nı başlı başına bir cihannüma, yani dünyanın seyredildiği yer haline getirmiş. Denir ki dünyada yaşayan herkes Topkapı Sarayı’nın bir balkonundan bir kahve içimi bakmalı bu dünyaya.

Fotoğraf: Sinan Çakmak

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap