Anasayfa KeşfetGezi İstanbul’un Gizemleri

İstanbul’un Gizemleri

Ayşegül Parlayan Özalp

İstanbul’un tarihi mekanlarını hikayeler, sırlar, rivayetler dolduruyor. Atlas, Kasım 2014 tarihli 260. sayısında okurlarına “İstanbul’un Gizemleri” kitabı hediye etmişti; bu özel çalışmadan 12 maddelik bir seçki hazırladık.

Hazırlayan: Tevfik Taş

AYASOFYA

AYASOFYA
Picture 4 of 12

Hükümdarların yaptırdığı her dinsel yapı, onu yaptıranın “Tanrının gücünü bu dünyada ben temsil ediyorum” demesinin bir simgesi olarak da okunabilir. Bu, pek çok yorumcuya bir bakıma dünyadaki hükümdarların birbiriyle rekabetini de düşündürmüş.

Nasıl bakarsak bakalım, görkemli dini yapılar, tarih boyunca onları yaptıran hükümdarların ve onların siyasi coğrafyalarının gücünün de temsilcisi olarak yaşamın içine karışmış. Ayasofya’nın görkeminde de bu rekabete açık hüküm, güç ve niyet bulunuyor. Roma İmparatoru Justinianus siyasi bütünlüğünü yitirmekte olan imparatorluğunu yeniden toplamaya karar verdiğinde, Doğu’daki başkenti İstanbul’da, o güne kadar dünyada yapılmamış görkemde bir tapınağın yapılmasına da karar vermiş.

Ayasofya’nın açılış töreni, Roma’nın kendini dünyaya bir kez daha duyurmasının da vesilesine dönüşmüş. Açılış törenindeki konuşan İmparator Justinianus’un bilinçaltını bastıramayıp Hazreti Süleyman’a hitaben “seni geçtim Süleyman” diye bağırması, egemenlik çatışmalarıyla, mimari arasındaki ilişkinin yansıması olarak da değerlendiriliyor.

Ancak sanatın bütün bu hesapları aşan başka bir gücü, başka “büyüleri” vardır. Ayasofya da yapıldığı tarihten başlayarak hem onu yaptıran hükümdardan söz ettirirken kendisi öne çıkmış, hem de onu bir kenara bıraktıracak denli unutturmuş. Bir anlamda, kendi “imparatorluğunu” ilan etmiş denebilir. Üstelik üstünden geçen onca siyasi didişmeye karşın, bu tılsımlı etkisini bugüne kadar taşımayı başarmış büyük bir yapıttır.

Şimdiki Ayasofya’nın yerinde daha önce iki kilisenin yapılıp yok olduğu hem yazılı tarihten biliniyor, hem de şimdi Ayasofya’nın bahçesindeki kalıntılar bunu söylüyor. Ayasofya’nın içindeki mozaikleri, freskleri, ikonagrafinin başka ayrıntılarını anlatmak için yazılmış ciltlerce kitabın bile yetmediği düşünülürse, burada ayrıntılardan söz edilmemesi anlaşılabilir. Öte yandan Ayasofya, bir kez gezilmekle bütünüyle anlaşılabilecek bir yapı değil. Bu tapınaktaki her öğe, burada olma nedenleri, efsaneleri, dokuları, sanatsal tarzları incelendiğinde insanda başka başka zihinsel zenginlikler geliştirecek, değişik yolculuklara çıkaracak güçtedirler. En azından bu yapıyla ilgili bazı temel kaynakları okumuş olarak burayı gezmeye başlamak, anlamak bakımından kaçınılmaz görünüyor.

İS 532-537 yılları arasında inşa ettirilmiş bu yapının planları ve mimarisi, aynı zamanda bu coğrafyadaki eski matematikçileri ve matematik seviyesini de tanımayı sağlıyor. Tralleisli (Aydın) mimar ve matematikçi Anthemius ve Miletoslu geometri bilgini İsidorus kilisenin baş mimarlarıdır. Bina yapıldıktan bir süre sonra meydana gelen bir depremde hasar görünce, bu kez işe İsidorus’un yeğeni genç İsidorus katılıyor. Onun hesap gücüyle kubbe kasnağı yükseltiliyor ve binaya binen ağırlık azaltılıyor.

Ayasofya, İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethinden sonra camiye dönüştürüldü. Çok tartışılan bu durumu, her şeyden önce yapının karakteristiğini koruyan bir hat izlediği için olumlu bulmak kaçınılmaz oluyor. Osmanlı’nın, Roma’dan Bizans’a ve onlardan kendi egemenliğine geçen bu yapıya olağan bütün siyasi ve ideolojik kaygıları aşan bir itibar gösterdiği, bu yapı ekseninde çarpışan fikirlerin bile ortak noktası oluyor. Osmanlı devrinde, Ayasofya’da Hıristiyan inancının öykülerine ait simgeler, badana veya sıvayla örtülmüş. Öte yandan I. Mahmut’un burada oluşturduğu kütüphane, Osmanlı tarihinin de ilk önemli kütüphanesidir. Ayasofya’daki Osmanlı türbeleri, bu binaya verilen kıymetin de ölçütlerinden biri olarak değerlendiriliyor.

Ayasofya’daki mozaiklerin, fresklerin tümü, ikonoklastların vandalca saldırganlıklarından sonra yeniden yapılmış. Bu nedenle de İS 5.-6. yüzyıllarda yapılmış süslemelerin yerinde, şimdi çoğu 10. yüzyılda yapılmış mozaikleri ve freskleri görüyoruz.

Ayasofya’nın üst katındaki “gynecceum” (kadınlar bölümü) hem mozaik ve süsleme bakımından en zengin bölümlerden biridir, hem de o yükseklikten yapının diğer bölümlerini izlemek baş döndürücüdür.

İstanbul’da Roma ve Bizans tarihi boyunca, Ayasofya’yı aşan ya da ona bütünüyle yaklaşabilen bir mimari eser yapılmamış. Toplam 7 bin 500 metrekare üzerine kurulan Ayasofya’nın uzunluğu yüz metreyi geçiyor. Yerden yüksekliği 55 metre 60 santimdir.

Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde, Ayasofya’nın güney tarafında bulunan ve üzerinde dört farklı melek resim bulunan yapının gizemine de yer vermiş:

“Bila teşbih (rivayet) yılda bir direğin üstünde bulunan Cebrail doğuya doğru kanat çırpıp bağırınca o tarafta bolluk, İsrafil resmi kanat çırpınca batıda kıtlık, Mikail melek aynısını yapınca kuzeyde bir kahraman çıkarmış, Azrail melek aynısını yapınca da dünya çapında veba salgını çıkar birçok kayıplar verilirmiş.” Çelebi, Ayasofya’ya pek çok bakımdan yer vermiş. Buradaki mozaikleri de anlatmış olması, buradaki mozaiklerin, bina cami olduktan sonra da hayli zaman kapatılmadığı biçiminde yorumlanıyor.

Ayasofya’nın sütunları Efes Artemis Tapınağı’ndan, Heliopolis’teki Güneş Tapınağı’ndan, Balbek’ten ve dünyanın değişik coğrafyalarından toplanarak buraya getirilmiş. Duvarlarda kullanılan değişik renkten ve farklı yataklardan getirilmiş mermerlerle bu sütunlar, insanı afallatan bir görünüme bürünmüş. Yaklaşık altı yüz yıl önce camiye çevrilirken binanın dört yanına minareler eklenmiş; 1935’ten beri müze olarak işlev gören Ayasofya, İstanbul’da bir yeryüzü temsilcisi olmuş.

Fotoğraf: Sinan Çakmak

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap