Avrupa’nın en yüksek dağı Mont Blanc’ın eteklerinde bir kış cenneti… Kartallar havada görkemli daireler çiziyor. Dünyanın en yüksek dikey çıkış teleferiğinden dünyanın en yüksek müzesine çıkılıyor burada. Tüneller buzullara açılıyor. Chamonix küçük, ama şaşırtıcı.
Yazı ve Fotoğraflar: Yıldırım GÜNGÖR
Türkiye’de tırmanmadığım dağ azdır. Tam 35 yıldır dağlardayım, gücüm yettiği kadar da dağlarda olacağım. Ancak dünya dağcılığının merkezlerinden Fransa’daki Chamonix’yi (Şamoni okunuyor) hiç görmemiştim. Tamamen granitten oluşan 4 bin metrenin üzerindeki zirveler, kaya duvarları ve buzullarla bu muhteşem coğrafyada zaman geçirmek benim için çok ilginç bir deneyim olacaktı.
Toplam 11 ülkeden outdoor deneyimi olan gazeteciler olarak Chamonix’de toplanmıştık. The North Face’in Future Light serisinde kullandığı “nano-spinning” teknolojiyle imal edilmiş ürünlerini doğa koşullarında deneyecektik. Etkinliğin ilk gününde programda kayak vardı. Teleferiğe binerek kısa sürede dağların bağrındaki pistlere ayak bastık. Tüm ekip kayak konusunda çok iyiydi. Bu nedenle rehber eşliğinde pistin dışına çıkarak kaymaya başladılar. Ben de rehberimle birlikte pistlerde kaydım, nihayet yorgun düşünce daha yükseklere çıkmaya karar verdim. Hemen teleferiğe binerek 2 bin 700 metredeki başka bir istasyona çıktım. Manzara muhteşemdi. Tam karşımda 4 bin 810 metre yüksekliğe sahip Mont Blanc duruyordu. Avrupa’nın en yüksek dağı. Sırf bu manzara için bile buraya gelinirdi. Derken göklerden gelen bir ses yukarı bakmama neden oldu. Bir kartal, zirvelerin tepesinden bize bakıyordu. Birkaç tur attıktan sonra yüksek duvarların arasında kayboldu.
Ertesi sabah bir grup tekrar kayak için piste giderken, bir grup da buz ve kaya tırmanışı için 3 bin 842 metre rakımlı l’Aiguille du Midi zirvesinin altındaki buzul bölgesine doğru yola çıktı. Böylece ürünleri test olanağı bulduk. Üç yıllık bir çalışma sonucunda hazırlanmış su geçirmeyen bu hafif ve esnek ürünlerin, dağcılık ve diğer outdoor etkinliklerinde kolaylık sağladığını gördük.
Ben ikinci gruba katılarak dünyanın en kısa sürede en çok rakım farkına ulaşan teleferiğine binerek yükselmeye başladım. 1955 yılında yapılmış bu teleferik iki etaptan oluşuyor. İlki 1035 metreden başlıyor, ikinci etap ise 3 bin 777 metrede sona eriyor. Bu, dünyanın en yüksek dikey çıkış teleferiği.
İlk istasyon 2 bin 317 metre yükseklikte bulunan Le Plan de l’Aiguille. Burada inerek zaman geçirmek ve yüksekliğe alıştıktan sonra tekrar teleferiğe binerek yukarı çıkmak en akılcı davranış. Başlangıçla bitiş arasındaki süre sadece 20 dakika. Yani 20 dakika içinde 2 bin 742 metrelik bir rakım çıkılıyor. Zirve ise 3 bin 842 metre, son kısım merdivenlerle çıkılıyor. Tepedeki iki zirve arasında cam geçit ve zirvenin etrafını dolaşan bir tüp bulunuyor.
Zirvedeki her teras başka bir yöne bakıyor. Granitin içinden geçen uzun tünelin sonu buzula açılıyor. Burada açılan patikadan dağcılar, kayakçılar, yamaç paraşütçüleri ve snowboardcular aşağıya inmek için sıra bekliyor. Biraz ilerleyince burnun üstünün de sporcu kaynadığını görüyorum. Buradan Geant ve Rebuffat buzulları ile Fransa, İsviçre ve İtalya Alpleri muhteşem görünüyor. Zirvede kayaya oyulmuş Espace Vertical, 80 metrekare alana sahip. Burada açılmış dağcılık müzesi, deniz seviyesinden 3 bin 777 metrelik yüksekliğiyle dünyanın en yüksek müzesi.
Mont Blanc’a bakan terasların birinde bir de tarihçe var. Bu zirveye ve diğerlerine çıkanları o dönemin giysileriyle çizmişler. Erkekler kalın pardösü veya kabanlarla, kadınlar ise entariyle tırmanmış. O dönemin dağcıları tek bir hatada öleceklerini bilmelerine rağmen cesurca zirvelere giden geçitler açmışlar. Karşımda dik ve dümdüz duvarıyla duran merkez granit kuleye bakıyorum. Şimdi bir köprünün olduğu yere merdiven koyarak karşıya geçip bu muhteşem kuleyi 1856 yılında tırmanan Ferdinand de Bouille isimli dağcıyı görüyorum sanki.
Bir alttaki istasyona inerek Alpler’in muhteşem manzarasını seyrediyorum. Dağlar tüm büyüleyiciliğiyle önümde uzanıyor, sanki beni çağırıyor. Biliyorum ki buraya tekrar geleceğim.
Atlas Şubat 2020