Anasayfa KeşfetDoğa Coğrafya Kuşadası, Ege’nin Güvercini

Kuşadası, Ege’nin Güvercini

Ayşegül Parlayan Özalp

Yazı: İbrahim Baştuğ / Fotoğraflar: Kerem Yücel

Anakaraya mendirekle bağlanan küçük bir kaleydi Güvercinada. Sonra adını yarımadaya ve körfeze verdi; “güvercin” “kuş” oldu, yarımada da “ada”. Çehresi 1960’larda değişmeye başladı; Türkiye’nin turizm gelirinin yaklaşık yüzde 10’unun kaynağı oldu. Kendini güvercinle özdeşleştiren Kuşadası, birbirinden güzel koyları, otelleri, tatil köyleri, su parkları; yeşille maviyi buluşturan Dilek Yarımadası’yla başlı başına bir tatil merkezi.

Kuşadası’nın çekim alanı neresi diye düşündüm durdum. Türkiye’nin en büyüklerinden biri olan limanı mı? Merkezdeki alışverişin en belirgin motifi olan halı ve deri dükkânlarıyla turistik çarşı mı? Yoksa surlarının büyük bölümü yıkılmış ya da yapıların arasında yitmiş olsa da şehrin çeşitli yerlerine konan 17. yüzyıl gravüründen de yardım alarak rahatlıkla hayal edilen antik kale mi?
İlk bakışta liman ve çevresini kuşatan turistik çarşı merkezmiş gibi görünse de hemen sonraki halkada lokantaları, barları, yan yana dizilmiş dövmecileriyle bir başka merkez beliriyor. Gece ışıklandırılınca Sisam’dan (Samos) görülen Atatürk heykelinin bulunduğu tepeyi çevreleyen eski kent… Daha çok Romanların yaşadığı dar sokaklarıyla meraklısı için bir başka çekim alanı. Kaymakamlık ve emniyet limana yakınsa da belediye başta olmak üzere resmi kurumların daha içerilere çekildiği, yerleşik nüfusun da yoğunlaştığı iç bölgede ise kış mevsiminde de yaşamın sürdüğü bir çekim alanı oluşuyor. Çevre il ve ilçelerden özellikle hafta sonları akın edenler içinse Kuşadası, Kadınlardenizi ve milli parktaki plajlar demek.

Kuşadası’nın 2009 sayımına göre köyleriyle birlikte yerleşik nüfusu yaklaşık 80 bin. Yaz nüfusu ise Kuşadası Ticaret Odası’nın verilerine göre milyonu buluyor. Türkiye’nin toplam turizm gelirinin yaklaşık yüzde 10’u Kuşadası kaynaklı. Turistik çarşıda ev tekstili üzerine çalışan Süleyman Kırmızı “İşletmecilerin yüzde 70’i dışarıdan geliyor” diyor. “Kuşadası’nın yerlisi dükkânını kiraya vermeyi tercih ediyor. Kolayına geliyor. Ekim sonuna doğru dışarıdan gelenler dükkânını kapatıp gider, biz kasımın ortalarına kadar açık tutarız. Tek tük gemi gelir diye.” Kuşadası’nda liman ve çevresi başta olmak üzere turistik çarşı, kafeler, lokantalar, barlarıyla her milimetrekare turizme hizmet ediyor. Şimdi otel ve halı mağazası olan Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı’nın duvarına dayadığı sac üzerine yapıştırdığı Kuşadası manzaralı mıknatıslı andaçları (magnet) dükkânların iki katına satan ilkokul öğrencisi de bu turistik dekorun bir parçası. “Dükkânlarda bir buçukken sende niye üç lira” diye sordum, “Çarşıya girerken ilk beni görüyorlar” dedi.

Tam ortasında yer aldığı ve adını verdiği körfezi bereketli bir hilale benzetirsek, Kuşadası bu hilalin orta noktasında denize uzanan bir yarımadadır. İlçe sınırları içinde kalan coğrafya ise körfez hilalinin güney yarısına yayılıyor. Kuzeyde Pygela antik kentinin biraz üstünden başlayan ilçe sınırı güneyde körfezin bitim noktasında denize boynuz gibi uzanan Dil Burnu’yla sonlanıyor. Bereketli körfezin alt yarısı çok değil 1960 öncesine kadar meyve ve tahıl verimiyle bilinirdi. Tarım ve meyvecilik ilçe sınırları içinde belli ölçüde sürdürülüyorsa da son elli yıldır Kuşadası’na kimliğini veren başat uğraş turizm. Birbirinden güzel koylarına kurulu otelleri, tatil köyleri, kendi başına bir çekim oluşturan su parklarıyla Kuşadası, Dilek Yarımadası’ndaki milli parkı sayesinde yeşilin dinginliğiyle mavinin sonsuzluğunu buluşturuyor. Yaklaşık 650 yat kapasiteli yat limanı hiç boş kalmayan Kuşadası’nın plajları da kent merkezinden başlayıp milli park içine kadar uzanıyor. Kente üç kilometre mesafede, Davutlar beldesindeki kaplıcalar birçok derde deva olmasıyla ilgi odağı.
Kuşadası kendini güvercinle özdeşleştirmiş. Limanın yanı başındaki Güvercinli Park’ta belediyenin diktiği beyaz güvercin heykeli hem barışı hem de kentin ve ilçenin sonradan bir mendirekle anakaraya bağlanan Güvercinada’dan gelen adını simgeliyor.

Kuşadası, Türkiye’de turizm potansiyeli ilk fark edilen yerlerin başında geliyor. İzmir’in ilçesiyken 1954’te Aydın’a bağlanan Kuşadası’nın turizm atılımı da bundan sonra başladı. Çevre ilçe ve illerden gelenlerin yaptığı yazlık evleri oteller ve siteler izledi. Fransız Tatil Köyü’nün 1960’lı yılların sonuna doğru kurulması Kuşadası’nın ününü yurtdışına da yaydı. Turizm yatırımlarının getirdiği plansız ve hızlı betonlaşma meyve ve zeytin ağaçlarıyla süslü bu Ege kasabasının çehresini 1960’tan sonra hızla değiştirdi. İlçenin devlet hastanesinin yeni binasının arsa bulunamadığı için şehir dışına inşa edilmesi, yapılaşmanın ulaştığı boyutun bir göstergesi. Yapılaşmanın sahil ve ovayı doldurduktan sonra dağ yamaçlarını zorladığı izleniyor. Dev Atatürk heykelinin bulunduğu tepeden kente bakıldığında göz dolduran tek yeşil alan, eski mezarlık ne yazık ki. Aynı tepeden çarşıya inen yamaçların ön cephesindeki yüksek yapıların ardında Kuşadası’nın en eski mahalleleri gizleniyor. Dağ yamacının ön cephesi yüksek apartmanlarla doldurulmamış olsa, kente denizden yanaşanlar Kuşadası’nın tarihini ilk bakışta görebilecek. Ne yazık daha çok kazanma hırsı Kuşadası’nda da şehir planlamasından ve güzellik anlayışından önce geliyor!

Kuşadası çok eskiden beri bir ticaret limanı. Osmanlı sadrazamı Öküz Mehmet Paşa’nın 17. yüzyıl başında yaptırdığı kervansaray da antik dönemden beri süregelen bu ticarete işaret ediyor. Geçmişinde Lelegler (İÖ 3000), Aeoller (İÖ 2. yüzyıl), İonlar (İÖ 9. yüzyıl), Lydialılar (İÖ 7. yüzyıl), Perslere (İÖ 546) vatan olan Kuşadası, Anadolu’nun tamamı gibi İÖ 334’te Büyük İskender’in eline geçti. Kuşadası çevresi tarihindeki en parlak dönemlerden birini İonlar zamanında yaşadı; 12 İon kentinin İÖ 700’den önce kurduğu Panionion adlı birliğin başkentliğini yaptı. Koloni temsilcilerinin toplanarak önemli kararlar aldığı, kayalar oyularak yapılmış 11 basamaklı tiyatro günümüze ulaşmayı başardı.
Kuşadası Yunan adalarına yakınlığıyla, 1980 askeri darbesi yıllarında birçok kaçış öyküsüne liman oldu. Uzun yıllar deri ticaretiyle uğraştıktan sonra emekli olan Mehmet Yücel’le limanda bir çay bahçesinde oturup o günleri konuştuk. O da askeri darbeden hemen önce, gerektiğinde Yunanistan’a geçmek üzere Kuşadası’na geldi. Ankara Mamak’ta 1978-79 arası bir buçuk yıl cezaevinde kalan Yücel’in yeni bir tutukluluğa tahammülü yoktu. “Tanrı bu millete o günleri bir daha yaşatmasın” derken boğazı düğümleniyor, kaybettiği yoldaşlarını düşünüyordu. “Peki gerekse Yunanistan’a geçecek miydiniz” diye sordum. “Tabii. Yeni bir yargılama olsa geçecektim ama gerek kalmadı.” Bir “geçme” öyküsü sorunca sanki hazırlıklıymış gibi anlattı: “Yıl 1982, Ankara’dan bir İGD’li (İlerici Gençlik Derneği) gelmişti Kuşadası’na. Adı Hakan. Limana yanaşan Fransız Azur katamaranının kamarotlarından biriyle arkadaşlık kurdu. Bir akşam kamarotla limanda yürüyorlar. Baktım gemiye yöneldiler, kamarotu uğurluyor sandım önce, ansızın Hakan da bindi gemiye. Bu onu son görüşümdü. Gemi o akşam ayrıldı limandan.”
Mehmet Yücel, Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü’ne bağlı FKB’de (Fizik Kimya Biyoloji bölümlerinin kısaltılmasıyla oluşan bu adlandırma çok yaygındı) üçüncü sınıf öğrenciyken her şeyden vazgeçmek zorunda kaldı. Kuşadası’nda tetikte geçen ilk yıllardan sonra bir de bakmış Kuşadalı oluvermiş. Bir deri giyim mağazasında tezgâhtar olarak çalışan Mehmet Bey kolejden miras İngilizcesine zamanla birkaç dil daha ekledi. Fransızca ve Almancayı mal satacak kadar, Yunancayı ise kendi deyişiyle “muhabbet edebilecek kadar” ilerletti. “Sisam’a yüzerek geçenler olduğunu duydum, bu mümkün mü” diye sordum Mehmet Bey’e, “Tabii gerekirse yüzülür” dedi.

Kuşadası, sokak lambalarına eklediği güvercin formlu aydınlatma süsleriyle Altın Güvercin Festivali’ne hazırlanıyor. Sahil bandına paralel caddede kısa aralıklarla asılan afişler, ulusal ölçekte ünlenmiş birçok sanatçının festival kapsamındaki konserini haber veriyor. İlki 1986’da düzenlenen ve Fatih Erkoç’a ün getiren, belki de onu cazdan popüler müzik alanına çeken Kuşadası Altın Güvercin Müzik Yarışması altı yıl aradan sonra yenilen canlandırılıyor. Bu yılki yarışmaya katılan 11 beste ve icracıları İstanbul Suada’daki kokteylle basına tanıtıldı bile.

Kent merkezine hâkim tepedeki dev Atatürk heykelini çevreleyen gezi parkı aynı zamanda bir seyir terası. Tepenin denize bakan yönüne kurulu çardaklar bakım gerektirse de kendini günbatımının şarabi kırmızısına kaptıran genç çiftler halinden memnun. Tepeden aşağı, Kuşadası’nın en eski mahallelerinden Camiatik’e iniliyor. Bu mahalleye “İkioluklu” diyenlere de rastladım ama bu bir “anlam genişlemesi” örneği; zira yokuşun daha başlarında karşılıklı konumlanmış iki kıraathane çıkıyor karşınıza. Sağdakinin duvarında iki oluklu bir çeşme var. “Anlam genişlemesi” de buradan. Kahvehanenin adı da İkioluklu. İşin gerçeği, karşı kahvenin önü daha kalabalık; cüssesi küçük ama lezzeti büyük armut ve elmalar da burada satılıyor. Her ikisinden yarımşar kilonun doldurduğu poşeti İkioluklu Kıraathanesi’nin yan duvarındaki İkioluklu Çeşme’nin altına tutup su boşalsın diye dibini deldikten sonra kararlı adımlarla karşıdaki Köşem Kıraathanesi’nin yolunu tuttum. “Merhaba”mı baş selamıyla da destekleyerek karşılığını alır almaz elimdeki poşeti uzattım meyvelerden ikram etmek için. “Biz onları toplamıyoz, bıktık artık” sözüyle irkildiğimi belli etmiş olmalıyım ki posbıyıklı muhatabım ekledi: “Siz yiyin biz hep yiyoz.” Yemesinler zararı yok, biz yeriz. Atlas ekibi çaylarını yudumlayıp meyvelerini tırtıklarken mahallenin yerlileri meyvelerin reçelinin, pekmezinin muhabbetini bitirip söz yine “pazarda bir karşılığı olmadığı için dalında çürüme” meselesine bağlıyor. SSK emeklisi, doğma büyüme Kuşadalı (köyünden değil), 1947 doğumlu posbıyık, rolünü beklenmedik çeviklikle kavrayıp arıcılık üzerine bir muhabbet kuruyor. “Bu kene arıya da musallat oldu ya!” Burası artık muhabbete çengel atmanın tam yeri, soru da hazır zaten; “Bildiğimiz kene mi bu?” “Yok, olur mu hiç, kene diyoz ya küçücük, kıl gibi bir şey. Yapıştığı arının önce kanatlarını yiyor, sonra beynini. Yeni çıktı bu bela, eskiden yoktu.”

Bu arada üçüncü çayları içtik, kahveci bizim kör noktamızda kalan, kimin sattığı pek belli olmayan sandıktan seçip İkioluklu’da yıkadığı erikleri ikram etti. Posbıyıklı Hasan Dağyaran’ın soyadı üzerine Ferhat’ın dağları delmesi de anımsandı ister istemez. Söz zeytinyağının hasının Kuşadası’nda yapıldığına geldi dayandı ki birkaç kişiden duyulmuştu bu mesele. Hasan Dağyaran’ın 300 zeytin ağacı var ama zeytinyağındaki iddiaya pek katılmıyor. “Herkes kendine yetecek kadar yapıyor” diyor. Çevre köylerde geleneksel el sanatları; halıcılık ve tahta oymacılığı gibi zanaatların, Kuşadası’nı anlatan kaynaklarda geçmesi meselesi kahvehanede de gündeme getiriliyor ama sonuç aynı; tek köy, tek kişi bile kalmamış. Geleneksel köy nedense Kuşadası’nda, komşu ilçe Selçuk’taki Şirince’yi akla getiriyor hemen, kahvehanede de hal böyle olunca vedalaşma vaktidir artık.

Kent ışıklarının karanlık sularda boğulup yittiği mendireğin ucunda bir hareketlilik var. Kadınlı erkekli bir grup günbatımının alaca mavisine olta sallıyor. Oltalara henüz bir şey takılmış değil ama gece uzun, umut sonsuz. Karanlık sulara uzanan mendireğin uç noktasında, oltalarıyla bekleşen karaltılı sessizlik bir çığlıkla bölünüyor. Çığlığın kaynağına bir tek ben dönüp bakıyorum, diğerleri kanıksamış anlaşılan. Birkaç yüz metre geride, sahile kurulmuş lunaparktan yükseliyor çığlık, sonra sıklaşıyor. İki metal direk arasına gerilen ipin ortasında, içinden bacakların geçtiği, belin bir kemerle sabitlendiği “anakucağı” benzeri bir oturma yeri var. Altta bir zıplama tentesi ve tentenin üzerinde, göğe yükselen zıpzıp salıncağa hız veren bir görevli. Karşılıklı kurulu iki salıncağa binmiş ergenlik çağındaki iki genç kız, tente üstündeki görevli zıplayıp ayak bileklerinden tutarak aşağı her çekip bıraktığında yukarıya daha ivmeli çıkıyor. Yukarı çıkış hızı yükseldikçe genç kızların çığlığı daha uzak mesafelere ulaşıyor.

Kuşadası’nda yokuşları iri cüsseleriyle kruz gemileri dolduruyor. Yükseklerden yokuş aşağı inerken ansızın ufku koca bir gemi kaplıyor. Kruvaziyer turizmi denince ilk akla gelen limanlardan biri Kuşadası’nda. Yılda ortalama 600 büyük tonajlı turist gemisinin uğradığı Kuşadası’na 2008 kayıtlarına göre yaklaşık 600 bin turist giriş yaptı. Kuşadası’nın duayen rehberlerinden Cahit Şimşek, 23 Nisan 1963 günü Kuşadası Limanı’na yanaşan yolcu gemisinden inip tur için sekiz otobüsü dolduran turistlere halkın tepkisini şöyle anlatıyor: “Kalabalıktan orta yaşlı bir bey, yerel şive ile ‘Ne le bu’ diye bağırdı. Diğer biri de onun dediğini teyit eder gibi ‘Le ordu bu ya’ diye karşılık verdi. Günümüzde gelmekte olan üç bin kişilik gemilerden inen turistleri görseler kim bilir yorumları ne olurdu?”
Gemilerin limana giriş çıkış takvimini gösteren aylık çizelgeler şehirde taksiciden halıcıya, dericiden lokantacıya herkeste. Her işi bu çizelge belirliyor. Ben 15 Haziran sabahı iki geminin yolcu indirmesine tanık oldum. Ruby Princess saat 7 civarında, Silver Spirit ise 8 gibi yanaştı. İkincisi tam karşımdaki iskeleye doğru yaklaştıkça irkilmedim desem yalan olur. Düşünsenize suyun üzerinde hareket halinde birkaç apartman dizisi üstünüze üstünüze geliyor. Daha önce limandan ayrılan bir gemiyi izlerken tanık olduğum ritüel bu kez tersinden yineleniyordu. Güvertenin iki yanındaki kulakçıklar açıldı, ellerinde telsiz ve çeşitli işaret gereçleriyle “muavinler” kaptanı yönlendirmeye başladı. Halatçılar gemi açıktayken küçük bir tekneyle limana ulaşmış, halatların atılmasını bekliyordu. Bana en yakın halatçının boynundaki kalın altın zincir, gemiden atılan halatla mücadelesi sırasında bir o yana bir bu yana sallanıyor.

Yolcuların yakasına numara yapıştırılıyor ki limanda hazır bekleyen yüzlerce tur otobüsü arasında kendi otobüslerini kolaylıkla bulsunlar. Yakasında numara olmayanlar, yani tur satın almayanların bir bölümü şehir merkezini gezmek için iniyor. Tur satın alanlar otobüslerle çevredeki Ephesos, Meryemana Evi gibi arkeolojik alanları gezdikten sonra çoğunlukla gemiye dönüyor. Tur otobüsleri şehir dışındaki anlaşmalı büyük halı ve deri mağazalarına uğradıktan sonra liman içine girene kadar durmuyor, çarşıda yolcu indirilmiyor. Çalışmalarımız sırasında çok yardımını gördüğümüz liman görevlilerinden Ali Uzun’a bu durumu sordum. Otobüs turlarının gemi yolculuğuna dahil olmadığını, uğranılan her limanla ilgili turların ayrı ayrı satıldığını söyledi. Yani, bütün gemi yolcuları bu turları satın almıyor, yarıya yakını gemide kalıyordu. Uğranılan liman şehir merkezine yakınsa turistler bireysel olarak şehre çıkıyordu. Kuşadası da bu anlamda limanın şehir içinde olmasıyla büyük bir avantaja sahipti.
Kuşadası esnafından Süleyman Kırmızı “Bizim için asıl sorun gemilerin acenta bağlantılı olması” diyor. “Kredi kartı taşımayın, para taşımayın, her dükkâna girmeyin. Ne fiyat söylenirse söylensin en az yarısını verin deniyor. Acenta bağlantılı rehberler gemi müşterisini korkutuyor; acentaya bağlı dükkânlar dışındakiler çakma, aldığınız ürünler sahte çıkar diyorlar.” Kimi mağazaların vitrininde gördüğüm, gemi isminin yer aldığı panolar da mağazalarla gemiler arasındaki yönlendirmeyi gösteriyor.
Ali Tekin Kaptanoğlu, Kuşadası’nda kışı da geçiren az sayıdaki esnaftan biri. Konakladığımız yere yakın bir bakkal dükkânı işletiyor. “Bu işin aslı nedir” diye ona da sordum. “Senelerce bir edecek şeyi 10’a sattılar, haliyle uyandı turist. Şimdi kendi rehberlerini gönderiyorlar önceden” dedi. Kendi iş alanından verdiği örnek ilginçti: “Burada gece 11’den sonra açan bakkal dükkânları var. Benim üçe sattığımı beşe, 10’a satıyorlar. Ali Abi kapatsın da yüzümüz gülsün diye gözümün içine bakıyorlar. Bunlar yaz esnafı.”

Limanın bitişiğinde barınabilmeyi başarmış balıkçı barınağı ve çevresindeki eski lokantalarla balık hali ve üst katında balıkçı kooperatifinin işlettiği lokanta Kuşadası’nın geleneksel dokusuna örnek. Balıkçı barınağının arkasındaki balık halinin üst katı hem kahvehane hem lokanta. Kuşadası Su Ürünleri Kooperatifi’nin işlettiği lokantada gözlemeden ekmek arası ya da ızgara balığa birçok seçenek ve alkollü içecekler uygun fiyata sunuluyor, hiç boş kalmıyor. Eskiden aşağıdaki balık halinden aldığı balığı pişirtip yermiş burada Kuşadası’nın yerlileri. Ali Baba ve Kazım Usta gibi eski balık lokantaları hâlâ varlığını koruyor balıkçı barınağının çevresinde. Ama Kumkapı, Kızkulesi gibi adlarla, daha gösterişlileri de eklenmiş çarşının lokantaları arasına.

Teknelerin bakıma alındığı çekek yerinde Yiğit Güzelgün’le tanıştım. Elinde fırça, yeni aldığı teknesini boyuyor. Adanın yerlisi, 1986 doğumlu Yiğit tekne mi boyuyordu, yaşamını mı temize çekiyordu bilemedim. Teknenin adını yazmamıştı henüz, “ne olacak” diye sordum. “Bilgehan” dedi. “Neden Bilgehan” diye sormak, sohbeti genişletmenin en kolay yoluydu, sordum. “Eskiden de adı oydu” dedi. Teknenin kişiliğine, öyküsüne saygıdan mı adını değiştirmedi acaba sorusu geçiyordu aklımdan… “Babamındı bu tekne” cümlesiyle irkildim. Babası İsmail Güzelgün 2002’de ölünce satmak zorunda kaldıkları Bilgehan’ı on yıl sonra yeniden almayı başarıyor Yiğit. Tekneyi babasından alan balıkçı da değiştirmemiş adını. Yiğit denizden uzak kaldığı yıllarda elektrik tesisatçısı oluyor. Askerliği aradan çıkarıyor. Daha doğrusu 2008’de askerliği tam bitirecekken izne geldiği Kuşadası’nda motosikletiyle kaza yapıyor. Barınak çaycısının uzattığı çayı almakta zorlanınca anlaşılıyor; motosiklet kazası sol kolunun omuzdan aşağısının tutmamasına mal olmuş.

Birkaç gün sonra geçerken baktım, Yiğit teknenin boyasını bitirmiş, adını da yazmıştı; “Bilgehan 1”… Karşılaşsam “1”in ne anlama geldiğini de sorardım, karşılaşmadım. Kaptan köşkünün önüne çizdiği rengârenk balık resmine hayran kaldım.

Yiğit’ten dinledim; Kuşadası’nın eski Türk evlerinin içinde kuyu varmış. Vakti zamanında bu evlerden birinde yaşayan Müslüman ailenin kızı bir Rus gencine âşık olmuş. Kızın babası ilişkiyi öğrenince kızının canına kıymış. Bu olayın yıldönümlerinde kuyudan sesler gelirmiş ama yıldönümünün hangi gün olduğunu bilen yok, kuyudan duyduğu sesin takvimde ne güne denk düştüğünün kaydını kimse tutmamış. Ben Rus meselesine takıldım. Neden “mesel” Hıristiyan ya da Rum’la yetinmiyor da Rus vurgusu yapıyor? Oysa karşısı Yunan adası Sisam! Bir nedeni vardır elbet!

İçinde kuyu, kuyulardan birinde bir aşk öyküsü yankılanan o evlere belediye “Çalıkuşu Evi” adını takmış. On bir tanesi yenilenen bu evlerin çoğu Kuşadası’nın antik dönem kalesi içindeki en eski mahallesinde. Bir tanesi ise eski kale duvarının tam üzerinde, şimdiki kent merkezinin ortasında. Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanına konu olan Feride’nin Kurtuluş Savaşı sırasında hemşirelik yaptığı ev şimdi sanat galerisi.

İbramaki Sanat Galerisi’nin kalıntıları üzerine kurulu bulunduğu sur duvarlarının Osmanlı sadrazamı Öküz Mehmet Paşa (1550-1622) tarafından yaptırıldığı sanılıyor. Paşa, kendi adını taşıyan kervansarayın yanındaki heykeliyle yaşatılıyor Kuşadası’nda. Bölge Türk egemenliğine 1413’te girmesine karşın Müslüman halk sahilden yaklaşık beş kilometre içerideki Andızkule çevresine yerleştiği için Kuşadası’ndaki Türk mimarisi 17. yüzyıldan sonra gelişti. Bizans döneminde Ania adıyla anılan Kuşadası’nın ortaçağda, Venedikliler ve Cenevizliler dönemdeki adı ise “Scalanuova”, yani Yeniliman’dı. Roma egemenliğinin (İÖ 2. yüzyıl) ardından Hıristiyanlığın yayıcılarından St. Jean’ın Ephesos’a yerleşmesi ve İsa’nın annesi Meryem’in de buraya geldiği inancıyla bölge dini merkeze dönüştü. Büyük gemilerin Kuşadası Limanı’na yanaşmasının bir nedeni de işte bu din turizmi.
Atlas 1994’te Kuşadası’nı, 28 kilometre güneyindeki milli parkla konu yapmıştı. “Vahşi Dilek” başlıklı konunun üzerinden 18 yıl geçmiş. Turizm baskısının Dilek Yarımadası-Büyük Menderes Deltası Milli Parkı’ndaki “vahşi” hayatı da etkilediği anlaşılıyor. Fotoğraflarını görmüştüm ama üç dişi yabandomuzunun dokuz yavruyla milli park içindeki piknik alanı ve plajda önlerine atılan yiyecekleri kovalaması inanılır gibi değildi. Meyve, sebze, ekmek atılan her şeyi yiyor, masaların arasında dolanıyorlar. Sonunda bir masadaki poşetten bölünmemiş bir ekmeği aşırıp uzaklaştılar. Ama olur da bir gün içlerinden biri merakla peşlerinde koşuşturan çocuklardan birine saldırırsa, neden olmasın, Kuşadası buna nasıl bir çözüm bulacak? Yabandomuzlarının kökü mü kazınacak, milli park içindeki plajlar ve piknik alanları mı kapatılacak?

Şehir içindeki plajda 30’lu yaşlarının başındaki üç eşcinsel, 6 Eylül 2000’de Olympic Voyager adlı gemiyle gelip otobüslerle Ephesos turuna çıkan eşcinsellerin polis tarafından kovuluşunu düşündürüyor ister istemez. O gemi aynı yükle bugün gelse Kuşadası’nın tutumu ne olur acaba!
Anakaraya bir mendirekle bağlanan Güvercinada 19. yüzyılda yapılan kalesiyle çekim merkezi. Bir akşamüstü kaleyi gezen gelinle damadın önünü kesmeye hazırlanan 30’lu yaşlardaki Roman kadınla konuştum. “Bizde gelinin önünü kesmek âdettir” dedikten sonra, çiğ yeşil lenslerinin önündeki takma kirpiklerini kırpıştıra kırpıştıra anlatmaya başladı. “Bizde düğünler bir hafta sürer. Yenilir, içilir. Bir takılar takılır sorma.” Halıcı, derici mağazalarıyla çarşı, sezon sonunda sessizliğe gömülen bir film setiyse, Roman kadın da çiğ mavi lensleriyle belli ki bu filmde bir rol bulmanın peşinde.

Fotoğraf: Kuşadası kentine hâkim tepe, limandan marinaya geniş bir seyir olanağı sunuyor. Tepe, çam ağaçlarının gölgelediği gezi parkının yanı sıra geceleri ışıklandırılan dev Atatürk heykeliyle de dikkat çekiyor. Park muhteşem bir günbatımı manzarasına sahip.

Foto Galeri

Invalid Displayed Gallery

Rehber Kuşadası

Aydın’ın turistik ilçesi Kuşadası kuzeyde Selçuk (İzmir), kuzeydoğuda Germencik, doğu ve güneyde Söke ilçeleriyle, batıda Ege Denizi’yle çevrili.

Nasıl gidilir?
Kuşadası’na en yakın havaalanı İzmir’de. İzmir Adnan Menderes Uluslararası Havalimanı Kuşadası’na 70 kilometre. Havaalanındaki taksilerin Kuşadası tarifesi 140 TL. İzmir otogarından da Kuşadası’na saate bir otobüs seferleri yapılıyor. İzmir-Denizli otoyolundan özel araçla Selçuk ya da Çamlık üzerinden ulaşılabiliyor. Otobüs firmalarının İzmir, İstanbul, Ankara ve diğer kentlerden Kuşadası’na direkt tarifeli seferleri olduğu gibi; Fethiye, Marmaris, Bodrum ve Pamukkale gibi merkezlere karşılıklı seferler yapılıyor.
Yunanistan’ın Sisam (Samos) Adası’na günübirlik karşılıklı feribot seferleri mevcut. Yunan adalarına giden kruvazörler de Kuşadası Limanı’ndan hareket ediyor.

Konaklama/ Yemek
Kuşadası konaklama seçeneklerinin en zengin olduğu turizm merkezlerinden biri. Resmi kayıtlara göre ilçe sınırları içinde kayıtlı 500’e yakın konaklama tesisi var. İlçedeki öğretmenevinde de yer varsa kalınabiliyor.
Balık restoranları ise liman çevresinde hizmet veriyor çoğunlukla. Limanın bitişiğindeki balıkçı barınağı ve çevresindeki eski lokantalarla balık hali ve üst katında balıkçı kooperatifinin işlettiği lokantada her zaman taze balık yiyebilirsiniz. Balıkçı barınağının çevresinde Ali Baba ve Kazım Usta gibi eski balık lokantaları da seçenekler arasında.

Gezilecek yerler
Kuşadası Limanı’na yanaşan kruz gemisi yolcuları için otobüslerle çevredeki Ephesos, Meryemana Evi gibi turistik merkezlere tur düzenleniyorsa da ilçe sınırları içinde de görülmesi gereken antik yerleşimler var.
Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı: Osmanlı sadrazamı Öküz Mehmet Paşa tarafından 1550-1622 tarihleri arasında yaptırıldığı bilinen yapı günümüzde konaklama tesisi olarak hizmet veriyor. Kurşunlu Han olarak da anılan kervansarayın alt katında bir halı mağazası var.
Güvercinada: Kuşadası kıyısında yer alan Güvercinada bir mendirekle karaya bağlı. Adada, Osmanlı döneminde inşa edilen bir kale bulunuyor. “Korsan Kalesi” olarak da anılan kale ziyarete açık. Adanın yanı başındaki ikizi denebilecek Yılancıburnu ise karaya doğal bağlantılı. Yılancıburnu üzerinde Neapolis antik kenti kalıntıları bulunuyor.
Kadıkalesi (Anaia): Ortaçağ kalesi üzerinde yer alan höyüğüyle birlikte Kuşadası’nın kültürel mirasının en önemlilerinden biri. Kuşadası Davutlar yolunun 10. kilometresindeki yerleşimde kazılar 2001 yılından beri sürüyor. Kalıntılar buradaki yapının 11. yüzyılda inşa edildiğini, 12. ve 13. yüzyıllarda Anaia piskoposluğunun ikameti olduğunu gösteriyor. Alanda kazılar devam ettiği için ziyarete kapalı.
Pygela: Kuşadası’nın kuzeyinde yer alan Pygela antik kent kalıntılarına merkezden dolmuşlarla ulaşılabiliyor. Kuşadası Selçuk yolunun 5. kilometresinde, Kuştur Tatil Köyü bitişiğinde bulunan antik yerleşim I. ve III. derece arkeolojik sit alanı.
Gazibeğendi: İlçe merkezinden dolmuşla kolayca ulaşılabilen seyir tepesinden kent manzarası izleyebilirsiniz. Burada bir gazino da bulunuyor.
Sukemeri: Kent merkezinde yer alan sukemeri 43 kilometrelik Değirmendere suyolunun bir parçası. Kalıntılarının bir bölümü Hacıfeyzullah Mahallesi’nde de görülebilir.
Aya Yorgi Manastırı: Dilek Yarımadası Milli Parkı içinde Nero Koyu’ndan Dayıoğlu Tepe’ye çıkarken, sol tarafta Panayır Tepe yakınında yer alıyor. Bizans döneminde inşa edilen manastır 19. yüzyıla kadar kullanıldı.
Kaleiçi Camii: Öküz Mehmet Paşa tarafından 17. yüzyılda yaptırılan sur duvarlarının çevrelediği tarihi kale içinde yer alıyor. Kuşadası’nın en eski camisidir.
Ali Alkış Müze Evi: Cephane Sokak ile Yedieylül Sokak köşesinde yer alan iki katlı yapı, eski Anadolu evlerine güzel bir örnek.
Çalıkuşu Evi ve Kuşadası Evleri: Yıldırım Caddesi ile Uğurlu Sokak köşesinde yer alan iki katlı ev yöresel mimarinin özelliklerini taşıyor. Reşat Nuri Güntekin’in ünlü Çalıkuşu romanının kahramanı Feride Öğretmen’in kaldığı ev olarak biliniyor. Kuşadası’ndaki yöreye özgü eski evler de Çalıkuşu Evleri olarak adlandırılıyor. Feride’nin hemşirelik yaptığı eski hastane binası da şimdi İbramaki Sanat Galerisi olarak hizmet veriyor.
Dilek Yarımadası Büyük Menderes Deltası Milli Parkı: Kuşadası merkezinden kalkan dolmuşlar milli parktaki plajlara kadar gidiyor. Ege Denizi kıyısında Aydın’ın Kuşadası ve Söke ilçeleri sınırları içinde yer alan 27 bin 675 hektarlık alan milli park statüsü ile koruma altında. Milli park 95 familyaya ait tür, alttür ve varyete düzeyinde 804 taksona ev sahipliği yapıyor.
Zeus Mağarası: Dilek Yarımadası Milli Parkı girişine 100-150 metre uzaklıkta, dağın eteğinde yer alıyor. Milli parka giden dolmuşlarla ulaşılıyor. Yol üzerinde inerek mağarayı gezebilirsiniz.
Plajlar: Kuşadası’nda merkezden de denize girilebilen plajlar var. Bunların en çok ilgi göreni Kadınlardenizi Plajı. Ayrıca milli parkın içindeki sakin koyların yanı sıra halka açık plajlar ve piknik alanları var. Tüm bu seçeneklerden daha fazlasını görmek için Türkiye’nin otel arama motoru olan neredekal.com üzerinden Kuşadası otelleri ile ilgili arama yapabilirsiniz. 


Önemli telefonlar
Belediye    256-612 05 64
www.kusadasi.bel.tr
Devlet Hastanesi    256- 618 24 14
Emniyet Müd.    256- 614 13 82

 

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap