Anasayfa Gündem Metropolün arıları

Metropolün arıları

Meltem

Yazı: Yusuf ERKAN / Fotoğraflar: Şahan NUHOĞLU Atlas Eylül 2019

“Kentte arıcılık mı olur” sorusu çoktan yanıtını buldu, dünyanın birçok metropolü kovanlara yer açmaya başladı. İstanbul, sahip olduğu bitki çeşitliliği ve coğrafi avantajıyla bu konuda önemli bir potansiyele sahip. Yeşil alanların daralmasına ve yeterince destek görmemelerine rağmen sayıları giderek artan kent arıcıları, bal üretimine katkıda bulunmanın yanı sıra İstanbul’da doğayla yeni bir temas noktası sağlıyor.

Başıbüyük Mahallesi’ndeki metruk kovanlar, arkadaki toplu konutlarla alışılmadık bir görüntü oluşturuyor. Ama süreç doğru yönetildiğinde arıcılık pekâlâ kent yaşamının bir parçası olabilir.

Kent arıcılığıyla tanışmam İstanbul’un İstiklal Caddesi’nde akşam rüzgârının serinlettiği bir terasta oldu. Bakışlarım bir anda karşımdaki binanın çatısına sabitlendi. Doğru mu görüyordum? Çatıda üç kovan vardı. Keşfimi arkadaşlarımla paylaştım. Sohbeti bırakıp dikkatimizi oraya yönelttik.

Derken yorumlar başladı: “Hem karakovan (kütük kovan) var, hem fenni kovan!” “Kütük kovanın boyutu biraz büyük, ama evet, kovan bu!

O zamana dek kentteki arı varlığıyla ilgili bilgimiz daha çok “Taksim’i arılar bastı”, “Kadıköy’de panik” gibi haberlere dayanıyordu.

İSTANBUL’DA ARICILIK

Oysa araştırdıkça bal üretiminin İstanbul için oldukça tanıdık bir uğraş olduğunu gördüm. Bal üretiminin geçmişi, coğrafi avantajların da etkisiyle kentin çok eski dönemlerine kadar gidiyor. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin ambleminin çalışkanlığın simgesi balarısı olması ve bir dönem Maçka Kampüsü’nde kovanların bulunması, şehrin yakın tarihinden dikkat çekici notlar.

BALMUMCU İSMİ NEREDEN GELİYOR?

“Balmumcu” ise isimlerin kentin geçmişine dair verdiği ipuçlarına bir örnek. Konuştuğum Ahmet Işıldar, “Dedem Mustafa Cingil, Bursa’da arı beslediği 1950’li yıllarda, karakovanlarına petek bulamadığında Balmumcu’ya gider, balmumu alırdı” diyor. Semt adını II. Mahmut döneminde buradaki çiftlik bahçesinin balmumuyla aydınlatılmasından ve balmumu imalatından dolayı almıştı Reşat Ekrem Koçu’ya göre. 70’lerindeki Ahmet Işıldar, Balkapanı Han’da çalışıyor şimdilerde. “Burası şehrin en eski hanlarından biridir” diyor. “İçinde satılan mallara göre Unkapanı, Yağkapanı ve Balkapanı adını alan bu hanlar önemli ‘kapan’larmış eskiden. Osmanlı döneminde deniz yoluyla, kervanlarla getirilen ballar burada istiflenir, uzman tadımcılar tarafından tadılır, ölçümü ve fiyatlandırması yapıldıktan sonra kente dağıtılırmış.”

Dikkatli gözler İstanbul’un en işlek noktalarından birinde, Dolmabahçe’nin yukarısındaki Gümüşsuyu Parkı’nda arı kovanlarını fark edebilir.

Balkapanı, Mısır Çarşısı yakınlarındaki Balkapanı Sokağı’nda. Evliya Çelebi tarafından “kale gibi bir büyük han” olarak anlatılan yapı, 16’ncı yüzyıldan kalma. Geçmişte balların gümrükten geçtiği yerdi Balkapanı. Ahmet Bey’in dedesinden
aktardığına göre, Birinci Dünya Savaşı’nda farklı cephelere savrulan insanların arıyla balla pek meşguliyeti kalmamıştı. “Can olarak mı kurtarırsın kendini, yoksa bal olarak mı kurtarırsın?” diye sordu bana.

Sonrada sorusunu kendi yanıtladı: “Savaşlardan sonra han bir daha eski günlerine dönemeyecek düzeyde canlılığını yitirmiş.” Ancak Balkapanı’nın bize söylediği şey şudur; imparatorluklar başkenti İstanbul, ballar açısından bir merkezdir. Tarihte Konstantinopolis, Akdeniz’in en önemli ticaret merkezlerindendi. 14’üncü yüzyılın ilk yarısında Avrupa, Asya ve Afrika’dan Konstantinopolis’e gelen tüccarların, alıp sattıkları yüzlerce gıda ürünü arasında fıçı ve tulumlarda bal da bulunurdu.

Fransız araştırmacı Felix Beaujour, “Atina’nın kekik balının koku ve tatlılık açısından en iyi Fransız ballarından üstün olduğunu” kaydeder. Ona göre “bu balın neredeyse tümü İstanbul’da padişah sarayında ve ileri gelenlerin saraylarında tüketiliyordu.” Kaynaklara geçen bilgilerden biri de “sarayda reçellerin bir kısmının şekerle, bir kısmının ise şeker ve bal karıştırılarak yapıldığıydı.”

İstanbul Arıcılar Birliği Başkanı Onur Çilenk, Gümüşhane kökenli 50 yıllık arıcı. Bu sürenin 35 yılını da İstanbul’da geçirmiş. Bilgileri kaynağından vermesi, yönetmelikleri bilmesi, üniversiteler dahil yapılan araştırmaları izlemesi, bazı belgesel projelerinin içinde yer alması, yurtdışında arıcılığın nerelere gittiğine bizzat tanıklık etmesiyle sözlerine kulak verilmesi gereken bir isim. “İstanbul Arıcılar Birliği 2003’te kuruldu” dedi bize: “Tarım Bakanlığı’na bağlı 5996 sayılı yasaya göre kurulan yarı resmi, yarı özerk şekilde faaliyet gösteren bir birliğiz. Şu anda 1500 üyesi, 150 bin kovanı, 105 ton civarında bal ve arı ürünleriyle sektöre destek vermekteyiz. Birliğe üye arıcılarımızın üçte biri Avrupa, üçte ikisi Anadolu yakasında. Koloni ve üye sayısı bakımından Türkiye’de dokuzuncu sıradayız.”

Yıllarını arıcılığa vermiş Murat Battal, Çekmeköy’de bir apartman bahçesinde arılar ve çiçeklerle ilgileniyor.

Çilenk’e kent arıcılığının yasal prosedürünü sordum. “Bizde yasalar gereği toplu alanlarda ve yerleşik alanlarda arı koyma mesafesi 200 metre. Dağınık villa tarzı alanlarda okul, cami gibi kamusal alanlarda 70 metre mesafeden daha yakına kovan konulamaz. Kentteki bina yoğun alanlarda faaliyet gösteren çatı arıcıları bu işi yasal yapanlar değiller ne yazık ki. Elimizde kesin bir veri yok, ama duyumlarımıza göre kentte gizli saklı hatırı sayılır hobici var.”

‘ARICILIK UZMANLIK İŞİDİR’

Çilenk hobi arıcılığına biraz mesafeli. “Arıcılık bir uzmanlık işidir, değerli bir meslektir, hobi değildir” diyordu. “Arı sosyal bir böcektir. Bal, polen, propolis, balmumu, arı zehri, arı sütü, arı ekmeği olmak üzere farklı ve herbiri çok değerli ürünler üreten, ayrıca doğada tozlaşmayı sağlayan bir böcektir. Arıcılık çok farklı ürünler veren bu böceğin kolonisini okumakla ve onu nasıl yöneteceğini bilmekle ilgilidir ve ürünlerini sağlıklı alma sanatıdır. Hobici uzman arıcı değilse kolonisini hasta edebilir ve 1500 metre çapındaki kolonilere hastalık bulaştırır, yavru çürüklüğü ve parazitler yapabilir, yok eder. Uzman arıcıların yıllarca emek vererek biriktirdikleri kolonileri hobicilerin yok etmeye hakkı var mı, vicdanlarına yanıtlamaları gerekiyor.”

Çilenk’e kent temizse, florası bozulmadıysa, hobici bu işin eğitimini aldıysa ve uzman bir arıcının yanında pratik edindiyse nasıl bakacağını sordum.

“Bu koşullar sağlanırsa, evet olabilir. İşi bilen uzman üretici çatı arıcılarına bir diyeceğim olmaz” yanıtını aldım.

“Bunun dışında İstanbul arıcılık açısından olağanüstü fırsatlar sunan bir kentimiz. 2 bin 500 doğal bitki çeşidine sahip ve bunların çoğu ballı bitkiler. Bal veren bitkiler bakımından florası olağanüstü zengin bir ilimiz. İstanbul’daki arılar en fazla üçgül denilen bir çiçekten polen alıyor. Kentte üçgülün birçok alt türü de saptandı. İstanbul’un florası Anadolu gibi değil, Anadolu’da bir mevsim bir kır çiçeği açar ona gidersin. Ama İstanbul yılın 10 ayı bal veren çiçeklerle dolu. Şu anda 70 kilometre kuzeyimizdeki ormanlık alanlarda Tuzla’dan Aydos tepelerine kadar 15 bin kovan kışlıyor. Dolayısıyla arıcılığa uygun metropollerden biri. Son yıllarda 20 Mayıs Dünya Arıcılık Günü faaliyetleri kapsamında okullarda farklı etkinlikler yapıp öğrencileri de bilinçlendiriyoruz.”

MEVSİMLERİN PEŞİNDE

Çilenk, Ataşehir Ferhatpaşa’da bizi Ali Furtana ile tanıştırıyor. Furtana’nın kovanları Arıcılar Birliği’nin ona tahsis etmiş olduğu ağaçlarla çevrili kırsal açıklık bir alanda bulunuyor. Babasının etkisiyle 10 yaşında bu işe gönül düşüren 54’ündeki Ali Furtana, Sivaslı bir arıcı. Ondan mevsimlerin peşinde geçen bir yılını özetlemesini istiyorum. “Kışı yurtlandığımız bu yerde geçiriyoruz. Arıcılar arasında “kışın arıcı arıya, yazın arı arıcıya bakar” şeklinde bir laf vardır. Arıcının arıya baktığı kışın arının bakımını yapıyoruz. Haziran sonuna kadar arılarımız burada kalıyor. Sonra ayçiçek balı için Trakya’ya gidiyoruz. Bir ila bir buçuk ay sonra balımızı sağıp, bakımını yaptıktan sonra Ege’ye; Muğla, İzmir ve Fethiye dolaylarına çam balı için iniyoruz. Kışa doğru tekrar buraya dönüyoruz.” “Peki” diye soruyorum “İstanbul’da hangi ballar elde ediliyor?” “İstanbul’da baharın mosmor püren balı sağarız. Şile’den kestane balı alırız. Aynı zamanda üçgül balı alıyoruz. Adalardan çam balı elde ediliyor. Silivri Belediyesi’nin lavanta tarlaları var, arıcıya kovan da veriyorlar. Oradan da lavanta balı elde ediliyor.”

Tuzla’da arıcılık yapan Kemal Sayal (sağda) ile Pendik Veteriner Kontrol Enstitüsü’nün “Arı Sağlığı” projesi kapsamında çalışan uzman veteriner Hüseyin Ünal, arılıktan aldıkları numuneler üzerine konuşuyor.

Furtana gibi yetkin bir arıcıdan İstanbul’da üretilen balla kırsalda üretilen balı karşılaştırmasını rica ettim. Furtana sonuçta hem kent arıcısı, hem de kırsala çıkan emektar bir gezginciydi. “Balın kalitesi, birçok faktörce etkilenmekle birlikte üretim tekniklerine bağlıdır biraz da. Flora sağlam olacak, arı nitelikli sudan içecek. Bunun yanı sıra ilaçlama, kullandığı ekipman, balı sağma sıklığı, sağdıktan sonra saklama koşulları ve bilinçli tüketim balın kalitesini etkiler. Protein değeri binde 5 olan bal en iyi bal olarak kabul edilir. İstanbul’da pestisit (tarım ilacı) yok, ama Anadolu kırsalında var, kullanılıyor. Asıl dikkat edilmesi gereken şey balda kimyasal var mı yok mu, ona bakmak gerekiyor.” Furtana’dan balın bilinçli tüketimini açmasını istedim. Son yıllarda bal yerine şeker yediğimizden konu önemliydi. “Polen değeri yüksek kaliteli bal donarak, kristalize olarak kalitesini ve kendini korur” dedi Furtana. “Kristalize olan balı öyle tüketmeli, yoksa sıcak suda çözdün mü baldaki enzimler değer kaybına uğruyor. “Asil azmaz, bal bozulmaz” derler. İnsanlar kaliteli bal yemek istiyorsa bilinçlenmeli ve tanış arıcıları tercih etmeli.”

Beşiktaş Hüsrev Gerede Caddesi’nde oğul arıları kovana almasıyla ünlenen ve doğal arı ürünleri satan Murat Battal bize tamamlayıcı bilgiler veriyor: “Arıcılar arasında saygın ve seminerlerini kaçırmadığımız Prof. Dr. Muhsin Doğaroğlu’nun bize öğrettiğine göre arı ürünleri soğuk zincirde saklanmalı, tüketiciye öyle sunulmalı ve öyle tüketilmeli. Yoksa herbiri mucizevi özelliklere sahip arı ürünleri enzimleri açısından değer kaybına uğruyor.” Ferhatpaşa’da kentli kadın arıcılarımız da vardı. Kimisi üniversitede, kimisi sivil toplum örgütünde çalışan kadınlardı bunlar. Kraliçe arıcılar diyebileceğimiz arıcılarımızdan Cemile Kaçar, “arıcılık gerçekten bir kadın işi” diyordu. “Çünkü bu iş en başından, kraliçe (ana) arı yetiştiriciliğinden başlıyor. Ana arı yetiştiriciliğini en iyi kadınlar yapıyor, 21 günlük kuluçka sürecini çok iyi takip ediyor. Hem polen, hem de arı sütü alımının bir hijyen zinciri içerisinde olması gerekiyor. Balın sağımı, kavanozlanması ve son noktaya ulaşma aşamalarında ciddi hijyen gerekiyor ve bunu en iyi kadınlar yapıyor.” Cemile Kaçar İsmek’te arıcılık kursu aldıktan sonra Ali Furtana’nın yanında çırak durmuştu. “Benim gibi on kadın arıcı var Ferhatpaşa’da, hepsi kurstan geçtiler. Teorik eğitimden sonra sahaya gelip pratiği görmek gerekiyor.” Kentteki arıcılık bölgelerinden biri de Büyükada. Kooperatifleşmeye giden, vahşi kapitalizmin dayattığı ürünleri rededip alternatif bir duruşla arıcılık yaparak Büyükada’da bal ve mantar üreten, yabani zeytinleri değerlendiren Taylan Kırteke gibi.

Begonyalar üzerinde bal toplayan bir arı. İstanbul, sahip olduğu bitki çeşitliliğiyle arıcılık için çok elverişli bir şehir.

Oluşumu binlerce yıl gereken altın değerindeki toprak arazilerin ranta kurban edildiği İstanbul debdebesinden izole bir ortamda, yabani bir zeytinlikte varlığını sürdüren kooperatif, insan sağlığını öncelleyen ekolojik ürünleriyle dikkat çekiyor. Taylan Kırteke, “insanlara adada restoran, büfe ve turistik faaliyetler dışında alternatif bir şeyler yapılabileceğini göstermek adına kurduk Büyükada Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’ni” diyor.

“Büyükada organik tarım yapabileceğiniz Türkiye’deki ender yerlerden biri. Hiçbir zaman burada kimyasal bir tarım yapılmamış. Her açıdan İstanbul’dan izole bir yer. Adanın florası kayda değer zenginlikte. Dolayısıyla sabit arıcılık yapma avantajına sahip ve kaliteli bal üretmek için ideal bir ortam. Arılara kendi içtiğimiz sudan veriyoruz. Bakımını doğal yollardan yapıyoruz. Ürettiğimiz bal, doğal katkısız. Beklentimiz insanların bizlerle sadece dayanışma adına değil, kendi sağlıkları adına da ürünlerimizi tercih etmeleri.” Adalarda yüz yıl önceki üretim biçimlerini; çiçekçilik, sebzecilik, bağcılık, mandıracılık ve hayvancılığı tekrar canlandırmayı hedefleyen kooperatif, eski başbakanlardan Fethi Okyar’ın aynı adı taşıyan torununun yüz dönüme yakın arazisini ve yabani zeytinliğini bu işlere açmasıyla rahat bir nefes almış. “Kooperatif bünyesinde üreticiler olarak güçlerimizi birleştirdik. Adadaki arıcılıktan tarımı canlandırmaya evrildi faaliyetlerimiz.”

ARICILIK MÜZESİ

Taylan Kırteke’nin, “başlangıçta sık sık yanına gidip görüşlerini aldık” dediği, Murat Battal’ın  “onun yanında körükçü değiliz” diyerek övdüğü Kemal Sayal, Polonezköy’de varlığını sürdüren duayen arıcılarımızdan. Polonezköy’de Türkiye’nin sayılı arıcılık müzelerinden birini kuran Sayal’ın arı sevdası çocuk yaşlarda başlamış. Arıcılıkta yarım yüzyılı deviren Sayal’ın Göztepe’de bahçeli evlerinde başlayan arıcılık serüveni şimdilerde Kurtköy’deki kovanlarıyla, Polonezköy’deki arıcılık müzesi arasında geçiyordu. Ona arıcılık müzesi kurma düşüncesinin nasıl oluştuğunu sordum.

Gayrettepe’de ağaçlarda bal yetiştiren kuaför İlyas Fırat, kovanların bakımını yapmak üzere ağaca tırmanıyor.

“Avrupa’da birçok yerde görmüşlüğüm vardı arıcılık müzelerini. Benim yıllardan beri deneyimim ve bir birikimim var. 52 yıllık arıcı olarak elimde materyaller de birikmişti. Müzede sergilenen materyallerden bazıları benim bir dönem kullandığım şeylerdir, diğerleri de benzerlerini kullandığım şeylerden oluşuyor. Arıcılığın olduğu her yerde arıcılık müzeleri vardı, ama bal üretiminde dünyada Çin’den sonra ikinci sırada bulunan Türkiye’de bir arıcılık müzesi yoktu. 1999’da kurdum
müzeyi. Model aldığım bir müze olmadı. Kendi düşüncelerime göre, kendi aklımca sergileyeceğim materyalleri belirledim.” Sayal’ın kurduğu müzede neler yok ki. Ona müzeyi kurma amacını sordum. “İnsanların arılar konusunda bilinçlenmesi, arıların doğada ne kadar yararlı bir hayvan olduğu konusunda aydınlatılması amacıyla müzeyi kurdum. İnsanlar bilinçlenirse arılardan şikâyetçi olmazlar çünkü.”

7569 – Acıbadem’de bulunan Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel
Bölümü’nden Doç. Dr. Alaattin Kirazcı, kampus içinde arıcılık yapıyor. Aynı zamanda bunu, ekolojik sanat anlayışını icra ettiği performans ve heykellerinin bir parçası haline getirmiş.

Devletin yapacağı işi bir şövalye gibi Kemal Sayal üstlenmişti bir adanmışlıkla. Sayal’ın kent arıcılığına nasıl baktığını sordum. “Kent arıcılığının dünyada yüz yıllık bir geçmişi var. Avrupa ülkelerindeki arıcılara devletler inanılmaz destekler veriyor. Bu desteğe kent arıcıları da dahil. Örneğin Fransa herkesi kent arıcılığına/balkon arıcılığına teşvik ediyor. Paris’te Eiffel Kulesi karşısındaki opera binasının çatısında arı kovanları var. Bu kadar merkezi bir yerde insanlar arıcılık yapıyor. Türkiye’de ise bilinç yok. İstanbul’da gel de kovanını balkona koy bakalım. Önce apartmandakiler şikâyetçi olur, sonra yan apartmandakiler. Hemen kaldırtırlar kovanını. Elli yıllık arıcılık serüvenimin otuz yılı Göztepe’de bahçeli evimizde geçti. Yaylalarda çıkan ballar kadar güzel ürün alıyordum. Çamlıca tarafları bakirdi o zaman.” İnsanların elde ettiği gıdaların üçte biri arıların tozlaşmasıyla elde ediliyor. Çiçekli bitkilerin ve ağaçların yüzde 80’i arıların taşıdığı polenler sayesinde çoğalıyor. Bu açıdan arılar yaşamsal öneme sahip. Son yıllarda başta tarım ilaçları pestisitler olmak üzere orman yangınları, yaşam alanlarının tahrip edilmesi, çevre kirliliği, kentlerde yapılan sivrisinek ilaçlamaları, bal için oldukça önemli olan nitelikli suya ulaşma sorunları, kayıtsız ve dolayısıyla kontrolsüz kovanlardaki hastalıklı kolonilerin oluşturduğu riskler nedeniyle arı ölümleri artmaya başladı.

Büyükada, arıcılık için İstanbul’un en uygun köşelerinden biri. Arıcılar, Rum yetimhanesinin bahçesinde faaliyetlerini sürdürüyor.

Tekmil etkenler arıları nesli tükenmekte olan canlı türleri arasına sokmuştu. Son yirmi yılda “koloni çöküşü düzensizliği” yüzünden  1998’de 5 milyon olan kovan sayısı bugün yarı yarıya azalmıştı. Tehlike büyüktü. Bu koşullarda yaygın kanının aksine insanları arılardan değil, arıları insanlardan korumak gerekiyordu. Peki kent koşullarında bunu nasıl hayata geçirebiliriz? Sayal anlatıyordu; “Belediyelerimizin yapabileceği en iyi çözümlerden biri kentlerde ıhlamur, akasya gibi ağaçlar dikmek ve kekik, biberiye ve lavanta bitkilerini çoğaltmak. Sivrisinek ilaçlamalarını ise arıların gece kovana toplandığı saatlerde yapmak, insanları kent arıcılığı konusunda bilinçlendirmek de önemli adımlardan biri. Çünkü arıyı korursak yaşamımızı koruruz.” Beni kent arıcılığında çarpan konulardan biri de dünyada çatı arıcılığı yapan lüks otellerin varlığıydı.

Ataşehir Ferhatpaşa’da ormanlık alan içinde arıcılık yapan Ali Furtuna, nadir görülen sepet kovanla birlikte

New York’ta Waldorf Astoria, Londra’da St. Ermin’s Otel, Paris’te Mandarin Oriental, Vancouver’de Fairmont Waterfront ve Austin’de W Otel bunlardan birkaçıydı. Bu oteller gerek kovan tasarımları, gerek çatılarında oluşturdukları çiçek terasları, sebze ve meyve bahçeleri, gerekse de ürettikleri balı değerlendirme bilinçleriyle dikkat çekiyordu. Onların çabalarıyla otellerin kent deseninde bal üretmesi dünyada moda olmuştu. İstanbul’da ise Swiss Ôtel Bosphorus bu konuda öncülük yapmıştı. Lakin onların girişimi uzun ömürlü olmamıştı.

Eminönü’nde bulunan tarihi Balkapanı Hanı, geçmişte farklı yerlerden İstanbul’da gelen balın pazara çıktığı ilk yerdi.

Otelin sosyal sportif aktiviteler direktörü Bülent Özdemir “2012’de başlamıştı bu süreç” diyordu. “Bursalı bir arıcı firmayla çalıştık. Beş kovanımız vardı. Yaklaşık 50 kilogram bal aldık arılarımızdan. Uzman kontrolünden sonra çeşitli alanlarda kullandık. Derken binamız tadilata girdi. Arıcı personelimizin uyarısıyla tadilat sırasındaki titreşimlerin arılara etkisini göz önünde bulundurarak onlara zarar vermemek adına Balıkesir’deki bir çiftliğe verdik.”

Arının Sırrı

Mühendislik harikaları bal petekleri

 

Arıların Trafik İşaretleri

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap