Anasayfa Gündem MANİSA-KULA: KARA VOLKAN

MANİSA-KULA: KARA VOLKAN

Harika Pelin Şengül

Türkiye’nin UNESCO tarafından onaylanmış tek jeoparkı, Osmanlı’dan kalma 3 bine yakın tarihi ev, Yunus Emre’ye ait olduğu rivayet edilen ve onun hatırasını yaşatan mezar, bereketli topraklar, antikçağ öyküleri… Manisa’nın Kula ilçesi, her köşesinde doğanın ve tarihin sayfalarını aralıyor.

YAZI: ANNETTE HANISCH

FOTOĞRAFLAR: ÖMER DOĞAN

İzmir’den çıkarak D300 karayolundan Kula’ya yaklaşırken bu diyarlardan ne çok medeniyetin gelip geçtiğini düşünüyor ve “keşke şu meşhur zaman makinesi gerçek olsaydı” diye içimden geçiriyorum. Gözlerimi kapatıyorum ve işte…

İnişli çıkışlı tepeler arasından bir toprak yolda doğuya doğru yürüyoruz. Eskiden dünyanın en zengin hükümdarı olarak bilinen Lidya kralı Krezus’un (Karun) başkenti Sardes arkamızda kaldı. Birden karşımızda bir toz bulutu beliriyor, ardından dört nala koşan bir atın sesi ve daha ne olup bittiğini anlamadan atlı bir adam yanımızdan geçip arkalarımızda kayboluyor! Birlikte yürüdüğümüz rehber şunları anlatıyor: “Merak etmeyin, bu bizim Pers Kralı Dareios’un özel ulağı. Merkez Sousa’dan (İran) Lidya ve İonya satraplarına -yani yerel temsilcilerine- acil haber gönderebilmek için önce Sardes’e, sonra Ephesos’a kadar ulaşan Kral Yolu’nu inşa ettirdi. Yolda kurduğu bir günlük mesafedeki istasyonlarda her zaman taze adam ve at bulundurur. Bayrak koşusunda olduğu gibi kralın göndermek istediği haber birinci ulaktan ikinci ulağa, ikinciden hiç durmadan üçüncüye ve bu şekilde sonuncuya kadar aktarılır. Gördüğümüz ulak bu akşam Sardes’te haberini teslim etmiş olacaktır. Duyduğuma göre Sousa-Sardes mesafesi yedi günde aşılırmış.”

Gediz Nehri’nin vadisinde, Burgaz mevkiinde bulunan peribacaları sıcaklık değişiklikleri ve erozyon etkisiyle yüzyıllar içinde oluşmuş

Gerçekten, 2 bin 500 yıl önce Anadolu’nun neredeyse tamamı Pers İmparatorluğu’na bağlıydı ve hızlı haberleşme sistemi bu devasa alana hükmedebilmenin ön şartlarından biriydi. Uzunluğunun 2 bin 700 kilometre olduğu tahmin edilen Kral Yolu’nun güzergâhı tam olarak bilinmemekle beraber bugün Manisa Salihli’nin bir mahallesi olan Sardes’ten, Ankara’ya yakın Frigya başkenti Gordion’dan geçtiği kesin. Öyleyse, yolun Kula’dan da geçmiş olması kuvvetle muhtemel.
Salihli’nin bereketli bağ ve meyve bahçelerinden sonra yolumuz yavaş yavaş yukarı çıkıyor ve solda beliren konik tepeler volkanik bir bölgeye ulaştığımızı haber veriyor. Yolun kenarında üzüm bağları ve zeytin bahçeleri bulunsa da coğrafya belirgin bir şekilde çoraklaştı. Hiç bitki örtüsü olmayan kara alanlar da bulunuyor…

Ve 10 bin sene geriye gidiyorum. Biraz önce bizi yolun kuzey kenarında selamlayan konik dağdan kara dumanlar çıkıyor. Her taraf kükürt ve yanık madde kokuyor. Birden yer sarsılıyor, yanardağın ayağındaki düzlükte toprak yarılıyor ve kıpkırmızı lavlar ortalığa dökülmeye başlıyor…

Korkudan çabucak şimdiki zamana dönüyorum! Demek ki bu kara tarlalar soğumuş lavmış! Uzun bir rampanın tepesine ulaştığımızda önümüzde geniş bir çanakta bulunan, Manisa’nın Kula ilçesine bakmak için duruyoruz. Gördüğümüz manzara bir rüyadan çıkmış gibi: Alacakaranlıkta sonbaharın şehrin üzerine çöken sislerinin arasından tek tük evlerin ışıkları parıldıyor ve fonda kara bir gölge beliriyor, heybetli bir konik dağ: Kula’nın Kara Divlit’i…

Kula’da bin 500’e yakını tescilli olan 3 bine yakın Osmanlı dönemine ait tarihi ev bulunuyor.

Yolun kenarında oturan ve bizim gibi manzarayı izleyen bir adam dikkatimi çekiyor. Elindeki papirüs rulosundan eğitimli biri olduğu anlaşılıyor. Kendisini rahatsız etmemek için yanında hizmetçisi gibi duran adama efendisinin kimliğini soruyorum. Fısıldayarak cevaplıyor: “Sahibimin adı Amasyalı Strabon, koca Roma İmparatorluğu’nda kendisinden daha fazla yer gezmiş ve görmüş insan yoktur. Dağlar, taşlar, denizler, nehirler, her şey ilgisini çeker! Yıllardan beri ‘Geographica’ adlı, gördüğünün ve öğrendiklerinin tamamını kapsayan bir eser hazırlamaktadır.” Birden Strabon sessizliğini bozuyor ve kendi kendine mi, bize bilgi vermek amacıyla mı belirsiz bir şekilde, “Bu bölgeye ‘Katakekaumene’, yani ‘yangından çıkmış diyar’ adını veriyorum. Böyle bir coğrafyayı uzun yolculuklarımda ilk kez gördüm. Toprağın yüzeyi bir tür külle kaplı olup dağ taş her yer ateşte yanmışçasına simsiyahtır. Fakat burada yetişen şarapların başka yörelerdeki şaraplara göre hiçbir eksiği yoktur” diye mırıldanıyor ve gülümsüyor.

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap