Anasayfa Atlas Tarih İlber Ortaylı’dan Mustafa Kemal’in “ilk adım” kararı: “Samsun’a, İstanbul’a dönmek için çıkmadı”

İlber Ortaylı’dan Mustafa Kemal’in “ilk adım” kararı: “Samsun’a, İstanbul’a dönmek için çıkmadı”

Özge Çolak

Prof. İlber Ortaylı, milli mücadelenin başlangıç aşamasında Mustafa Kemal’in işgal İstanbul’unda ve Samsun’a çıkışındaki hedeflerini ve Anadolu’daki faaliyetlerini Atlas Tarih Mayıs 2019 Özel sayısında anlatmıştı.

Röportaj: Ayşegül PARLAYAN
Atlas Tarih Arşivinden: Mayıs 2019

Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Mustafa Kemal ne düşünüyordu? Anadolu’ya geçtiğinde nasıl bir gelecek öngörüyordu? Amasya Tamimi’nden sonra İstanbul ile bağını kesişi ve Büyük Millet Meclisi’yle başlayan süreçte direnişi nasıl ayakta tuttu? Düzenli orduya geçişten lider kimliğine dek Prof. İlber Ortaylı, Mustafa Kemal’i ve milli mücadeleki önemini satır başlarıyla aktardı.

İstanbul işgal altında, 7 Şubat 1919’da General Allenby’nin şehre gelişi sırasında yapılan tören.

– Mondros sonrası gelişmelerle başlayalım. Bu dönem Mustafa Kemal’i aktif siyasete girme ve Harbiye nazırı olma çabası içinde görüyoruz. Burada Mustafa Kemal’in temel amacı neydi?

Gayet açık. Ordunun darbeci geleneğine karşı idi. İttihat ve Terakki’nin, kendisinin tasvip etmediği gelişmeler sonucunda ortaya çıkan hazin akıbeti ortadaydı. Fakat bilhassa Balkan Savaşı sırasında haklı olarak reddettiği ordunun siyasete karışmasını ve darbeci tutumunu acaba kendi de mi benimsemişti? Buradaki darbeciler oraya benzemiyor, bu tip bir teşkilatlanması yok. Harbiye nazırlığını mütarekenin şartları içinde istemesi anlaşılır bir vaka. Henüz planın ikinci yüzü ortada yok. İstanbul’da kalarak ve mevcut kadrolarla temas kurarak harekete geçmeyi düşünüyor olmalı. Sultan Vahdettin ile savaşın son yılında Berlin ve Viyana’ya yapılan ziyaretteki yaverliği sırasında yakınlaşmıştır. Aralarında bir anlaşma da oluşmuş. Politikada anlaşmalar şartlara göre var olur, güçlenir ve parçalanır.

Mütarekenin o günü içinde, bunu gerçekleştireceğini ve bundan bir yarar sağlanabileceğini düşündü. Ama bu plan yürümedi. Çünkü padişah Vahdettin gerçekten çekiniyor, Cihan Harbi sırasındaki ağır hatalar nedeniyle artık hiçbir şey yapılamayacağına ve İtilaf devletleriyle savaş sonrasında doğan şartlardan istifadeye, yani politika ile bazı şeylerin kurtarılacağına inanıyordu. Kuşkusuz yanlış. Mütareke döneminde İtilaf devletlerinin en çok Türklere kinlendiğini ve bu unsurun Anadolu coğrafyasının içlerine kadar itilmesi, bunun için her şeyin yapılması gerektiğini istediklerini ilk anda fark etmediklerini görüyoruz. Bunu zamanla anlayacaklar. Sadece bir misal vermek gerekir: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’ya karşı, böyle yok etme, bünyesini değiştirme, coğrafyasını altüst etme eğilimi vardı. Roosevelt bu düşüncenin ve politikanın başını çekiyordu. Churchill, “olursa hiç de fena olmaz” tavrındaydı. Şaşılacak şey; sadece Stalin, Tahran Konferansı’nda Almanya’nın varlığının devamını açıkça arzuladığını beyan etmiştir.

Heyet-i Temsiliye Ankara’ya giderken. Mustafa Kemal, Rauf Bey (Orbay), Ahmet Rüstem Bey, Mazhar Müfit Bey.

MUSTAFA KEMAL’İN SAMSUN’A GİDERKEN BİR TEŞKİLATLANMA İSTEDİĞİ ÇOK AÇIK. ANADOLU’YA İSTANBUL’A GERİ DÖNMEK İÇİN GİTMEDİ.”

– Mustafa Kemal’in Samsun’a gittikten sonraki temel stratejisi neydi? TBMM’nin kurulması o günlerde hesap edilmiş bir hamle miydi?

Samsun’a çıkmadan evvel bilhassa Karadeniz bölgesindeki iç etnik çatışmaların büyümesi dolayısıyla Osmanlı ananesinden gelen, fevkalade yetkili bir müfettiş paşa olarak kendisinin gönderilmesini o da derhal benimsedi. Ve planın asıl önemli safhasına geçiş burada başlıyor. Peki aklında meclisi kurmak var mıydı, cumhuriyet var mıydı? Bunlar Türkiye’de tarihçiliğin sonradan tespit ettiği, ikili görüşme ve samimi kayıtlara dayanarak -Mazhar Müfit Bey’in notları gibi- ileri sürdüğü gerçeklerdir. Ama Mustafa Kemal Paşa’nın bir teşkilatlanma istediği çok açık.

Anadolu’ya gidip gelmekten ibaret bir görevin içine girmediği çok belli. Ne o, ne de etrafındaki, ne de karargâhındaki yakın dostları -mesela Refik Saydam Bey- Anadolu’ya gidileceğini, ama dönülmeyeceğini biliyorlardı. İlk anda Samsun’da bir şey yapılmıyor. Çünkü bırakın teşkilatlanma hareketini, açıkça konuşmanın bile pek akıllıca olmayacağı bir nokta. Ama Havza’ya çıkıldığı zaman faaliyet başlamış. Amasya’da zaten tamim yayınlandı. Artık hedefte dağınık olarak harekete geçen bir takım mahalli cemiyetlerin, grupların bir araya getirileceği, kongre yapılacağı, bir meclis-i millinin olduğu açık. İfade edilmediği halde oluşmuş. Amasya Tamimi’ni yayımlayan politikanın orada kalamayacağı, bir yere gideceği bellidir.

Mustafa Kemal’in 1921 ile 1932 yılları arasında yaşadığı Çankaya Köşkü

– Kitabınızda TBMM’nin dünyanın en iyi işleyen konvansiyon meclisi örneği olduğunu söylüyorsunuz. Bunda hem hükümetin, hem de meclisin başkanı olarak Mustafa Kemal’in oynadığı rolden bahsedebilir misiniz?

Kurulan meclis bir konvansiyonel meclistir. Örnek belli. Fransız İhtilali’nden beri ve hemen gözünün önündeki Sovyet sisteminden nasıl bir işleyişin olacağı açık. Kuvvetler birliğinin toplandığı bir organ ve organın başında dizginleri ele geçirenler var. Orada bir komutanın yürütme erkinin başında bulunacağı açık. Yalnız bu konvansiyonel işlerin diğerlerinden bir farkı var. İster istemez farklı fikir ve zümrelerin temsili söz konusu; asgari müşterek memleketin mütareke şartlarından ve mütarekenin getireceği olumsuz baskı ve intikam zincirinden kaçınmak. Unutmayalım Büyük Millet Meclisi açılmadan evvel, Dörtyol’da, Maraş’ta ve Antep’te direniş başlamıştı.

Prof. İlber Ortaylı

Ahali Fransa’nın yerli Ermenilerle işbirliğinden korktu. İzmir’in işgali, bu işgalin kanuna ve hiç değilse kısmi bir adalete dayalı gerçekleşmediğini ve Britanya’nın adil bir kuvvet olma vasfını Türklere göstermekten uzaklaştığını herkese açıkça anlatıyordu. Mustafa Kemal Paşa bunu Çanakkale’de fazlasıyla anlamış, Filistin Cephesi’nde görmüş; şimdi geniş kitleler de bunu çok çabuk kavramaya başlamıştı. Bununla birlikte 1918’deki bir işgal, şayet muvaffak olsaydı 1915’te olması muhtemel bir işgale benzemiyordu. İngiltere yorgundu, Fransa daha da fazla yorgundu ve müttefikinden nefret etmeye başlamıştı. Mustafa Kemal Filistin Cephesi’ndeki ordular grubu komutanlığının nihayete ermesinden sonra 1918 Kasım’ında İstanbul’da “geldikleri gibi giderler” derken savunma planını hazırladığını gösteriyordu.

Bütün iş teşkilatlanmaya bağlıydı. Bu teşkilatlanmaya kendisi ve çok yakınları itimat ediyordu. Ama emin olan başkaları da vardı. Bunların başında geleceğin General Metaksas’ı da yer alıyordu. Venizelos’un Küçük Asya çıkarması başkomutanlığı teklifini reddetti. “O adamların bu hallerine bakmayın. Bir sabah karşınıza ordu çıkar, Küçük Asya macerasından vazgeçin” dedi. İyi bir komutandı. Bilgili ve zeki bir kurmay olduğu bir kere daha anlaşılıyor. General Metaksas şu anda çağdaş Yunanistan tarihinin en ilginç portrelerinden biri olarak araştırılıyor.

Mustafa Kemal Büyük Taarruz’dan önce TBMM binasının balkonundan geçit törenindeki askerleri selamlıyor, 20 Temmuz 1922.

1921 Anayasası adeta cumhuriyetin örtülü ilanıydı

Prof. İlber Ortaylı, Kronik Yayınları tarafından geçen yıl yayımlanan “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” adlı kitabında Kurtuluş Savaşı sürerken BMM tarafından kabul edilen 1921 Anayasası’nı şöyle anlatıyor: “21 Ocak 1921 tarihinde modern Türkiye’nin ilk anayasası kaleme alındı, kabul edildi ve Ankara’daki BMM tarafından yürürlüğe sokuldu. Nadir ve o derece garip bir uzlaşı ile 1293 Aralık (Miladi 1876) tarihli imparatorluk anayasası ile bir arada yürürlükte olacaktı. Uygulamaya bakıldığında meşruti monarşinin temel kanunu olan 1876 Kanun-ı Esasisi’ne riayet artık mümkün değildi. Bu daha ziyade manevi bir bağlılığı iade ediyordu.

Zira Ankara’daki sistem, konvansiyonel denen meclis sistemiydi. Bakanları meclis, yani milletvekillerinin oyu belirliyor, hükümetin reisi de TBMM reisi (yani Mustafa Kemal Paşa) oluyordu. Ordu gene TBMM hükümetinin ordusuydu. Bununla birlikte dönemin uyumunu sağlayacak 1921 Anayasası metnindeki bir takım temel hükümlerin de tümüyle yürürlüğe girdiğini söylemek mümkün değildir. Her şeye rağmen Türkiye’yi yöneten kadro, milli mücadeleyi kanuna ve meşru olmaya dikkat ederek yürütüyordu ve tarihin şartları içinde bu mücadele zafere ulaştıktan sonra da 1876 Kanun-ı Esasisi hukuken 1922 Kasım’ında saltanatın lağvıyla ortadan kalkacak, 1921 Anayasası da yerini 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na bırakacaktı. Şu ana kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin en uzun ömürlü anayasası da bu 1924 tarihli metin olmuştur. 1921 Anayasası aslında radikal, kısa ve saltanatın biteceğini hissettiren bir beyanname olup adeta cumhuriyetin örtülü bir ilanıydı. 24 maddelik kanunun ikinci maddesi hâkimiyet-i milliyenin esas olduğunu belirtiyordu. Daha da önemlisi üçüncü maddede devletin adı kesindi: “Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur” denmektedir.”

Ankara’da 23 Nisan 1922’de TBMM’nin açılışının yıldönümü törenlerinden

– Milli mücadele sırasında Kuva-yi Milliye’den düzenli orduya geçişte Mustafa Kemal’in pozisyonu neydi?

Bunlar asker. Düzenli ordusuz hiçbir iş yapamazlar. Düzenli orduya kadar mevcut her imkân, her vasıta denenir. Ama o olmadığı taktirde hiçbir iş yürümez. Bu çok açık. Zaten düzenli ordu da meclisin teşekkülünden sonra, bir yıl geçmeden ortaya çıkarıldı.

– Mustafa Kemal’in Birinci İnönü’yü bir başarı olarak nitelemesinin ardından II. İnönü Savaşı sonrasındaki “makûs talihin yenilmesi” açıklamasını nasıl okumalıyız?

İnönü Savaşı’nın ne derecede başarılı olduğu, zaferin kesinliği halen tartışılıyor. Mühim olan bu değil. Mühim olan Yunan işgal ordusunun karşısına Ankara hükümetinin düzenli bir kuvvet olarak çıkması ve bu düzenlemenin arkasının geleceğinin açığa kavuşmasıdır. Yunan ordusunun ilerleyişinin oradaki kısmi durduruluşu, veya ilk defa ciddi ve düzenli bir mukavemetle karşılanması makûs talihin değiştirilmesi olarak önemlidir. Zira Kuva-yi Milliye hareketi artık devletleşmekte ve merkezileşmekte ve askeri vasfına dönmektedir.

TBMM başkanı Mustafa Kemal Paşa, beraberinde yaveri Muzaffer Bey (Kılıç), kurmay subay Şemseddin (Taner), Ayıcı Arif, özel kalem müdürü Hayati Bey, kurmay subay Tevfik Bey (Bıyıklıoğlu) ve yaver Salih Bey (Bozok) ile birlikte İnönü savaşlarının ardından cephede görülüyor.

GENERAL METEKSAS VENİZELOS’U “KÜÇÜK ASYA MACERASINDAN VAZGEÇİN” DİYE UYARMIŞTI

– Mustafa Kemal milli mücadelenin meşru bir hak olduğunu dünyaya nasıl anlattı?

Savunma herkesin meşru hakkıdır. Muvaffak olursan meşruiyeti de tartışılmaz. Ama muvaffak olamazsan bir hak değil, lüzumsuz direnme olarak nitelendirilir. Milletler topluluğundan kimse senin bu hakkını 1918-1919 şartlarında tanıma durumunda değildir. İşin garibi 1922’de bile hazmettikleri söylenemez. Lozan’daki kapitülasyon kavgası sırasında Lord Curzon, Mondros Mütarekesi’nde savaşa girilirken kaldırılan, lağvedilen kapitülasyonların yeniden düzenleneceği, tartışılacağı üzerinde yapılan talep ve yenik tarafın verdiği sözü hatırlattığında İsmet Paşa “ben buraya Mudanya’dan geldim” diyor. Curzon bu konuşmaya tahammül edemiyor ve bunlar artık konuşulamaz der gibi orayı terk ediyor. Bu çok açık bir tutum. Kimsenin hakkının tanınacağı gibi bir durum yok. Sen o hakkı tanıtacak durumda olacaksın.

– Asker, devlet adamı ve lider olarak Mustafa Kemal için neler söylersiniz?

Mustafa Kemal sessiz bir komutandı. 1918’in şartları içinde tarafların hiçbiriyle kesin bir mücadelenin içinde değildi. Ne “mütarekenin şartlarına uyalım” diyen büyük çoğunluğun içindeydi. Ne de “bu iş böyle yürümez” diye açıkça bağıran biriydi. Çıkarttığı yayın organının bile devam edemeyişi bir şeyi gösteriyor. Çok açık bir söylem ortaya koymamış. Zaten koysa, gazete yaşayacak olsa bile, yaşatmazlar. Ama artık kafasında şemalar oluşuyor. İnancı tam. Yapacağını biliyor. İnatçı ve güvendiği kitleyi de olumlu ve olumsuz taraflarıyla iyi tanıdığı görülüyor. Önü açılmış bir lider. Onun liderliği artık ortaya çıkmış vaziyette. Bu bakımdan ben cumhuriyetin ilk neslinin Bandırma vapuru olayını ele alış biçimini çok doğru buluyorum. Çünkü liderin ortaya çıkışı, bir yerde şekillendirilmek zorunda anlayabilmek için. 19 Mayıs’a giden yol da bu. 23 Nisan ile de şekil tamamlanıyor 11 ay sonra. Ve ondan sonra bir meclis hükümeti var ve o hükümetin tanınması söz konusu, teşkilatı devralması söz konusu. Osmanlı İmparatorluğu’nun Küçük Asya’daki son eyaletleri teşkilatlanmanın içinde ve devam ettiriyor. Ordular ve komutanları kısmen Küçük Asya’da, Karabekir ve Ali Fuat Paşa gibi komutanlar, kısmen de İstanbul’da mütareke şartları içinde yavaş yavaş bu tarafa geçecekler. Artık yol belli.

“Mustafa Kemal’in farkı, dehasıdır”

Vatansever, yetenekli ve mücadele taraftarı tek kumandan elbette ki Mustafa Kemal değildi. Ona bu mücadelede yardımcı olan kumandanlar vardı. Ancak onu diğerlerinden ayıran en önemli farklılığı elbette ki dehasıdır. En akıllı, önde gelen generallerimiz bile, “Bursa’yı, Antalya’yı, İzmir’i kurtarmakla uğraşmayın, olacak şey değil, tükeniriz, elimizdekini de kaçırırız” diyorlar, Anadolu ve Doğu Anadolu ile yetinilmesi gerektiğini söylüyorlardı, ki bu “ilk hedefiniz Akdeniz’dir” düşüncesine muvafık değildi.

Atatürk’ün kafasındaki geleceğe ait savaş hedefi çok daha farklı ve doğru olanıydı. (…) Herkes vatanı seviyor ve kurtarmaya çalışıyordu, ama Mustafa Kemal Paşa lider nitelikleriyle halkı ve taşra ileri gelenlerini ikna edip bir araya getirmeyi başardı. 30 Ağustos’ta kesinleşen zafere bir günde gelinmediği açık. Milli mücadele, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne dek ilmek ilmek örülmüştür. (…) Başkumandan herkesin bildiği gibi ve tartışmasız kabul etmesi gerektiği üzere Türk milletinin büyük adamlarından biridir. Büyük adamların üzerinde tetkik yapılır, farklı yorumlar yapılır, defalarca tetkikat yapılır, sorular ortaya atılır, cevabı aranır.

ATLAS TARİH MAYIS 2019

19 Mayıs 1919’da Samsun’a… “Tek isteğim Anadolu’nun bir kıyısına ayak basmaktı”

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap