Anasayfa KeşfetDoğa Coğrafya Anadolu’nun Bağbozumu

Anadolu’nun Bağbozumu

Ayşegül Parlayan Özalp

“Atlas Elazığ Doğa, Kültür ve Bağ Gezisi” katılımcıları, sonbaharın en büyüleyici habercisi olan bağbozumuna katıldı. Yerel öküzgözü ve boğazkere üzümlerinin yetiştiği yöreleri gezdi, ilin diğer doğa ve kültür değerleriyle tanıştı.

Atlas çalışanları, okurlar ve basın mensuplarının katıldığı bağbozumu gezisi 28-29 Eylül 2013 tarihlerinde gerçekleşti. Etkinlik çerçevesinde Aydıncık köyü sınırları içinde bulunan Şükrü Baran Bağı da ziyaret edildi. Fotoğraf: Yıldırım Güngör

Atlas çalışanları, okurlar ve basın mensuplarının katıldığı bağbozumu gezisi 28-29 Eylül 2013 tarihlerinde gerçekleşti. Etkinlik çerçevesinde Aydıncık köyü sınırları içinde bulunan Şükrü Baran Bağı da ziyaret edildi.Fotoğraf: Yıldırım Güngör

Haber: Hakan Esmeray

Akşamüzeri buz gibi bir mağaranın içinde, bir ipe tutunarak aşağı doğru inen Atlas okurlarını hayranlıkla izliyoruz. Yıldırım Güngör’le birlikte en öndeyiz ve en küçük bir aksiliğin yaşanmaması için büyük özen gösteriyoruz. Ancak okurlar o kadar dikkatli ki çok geçmeden bu özene bile gerek olmadığını anlıyoruz. Buzluk Mağarası’nın içi dar olduğu için küçük gruplar halinde iniyoruz aşağıya. Mağara derin, soğuk ve karanlık. Kafa lambalarımız mağarayı ışıl ışıl aydınlatıyor. Özellikle yaz aylarında, girişten 5-6 metre aşağıdan itibaren başlayan buz kristalleri nedeniyle mağaraya “Buzluk” deniyor. Yaklaşık 15 metre kadar indikten sonra geniş bir salonda mağara bizim için bitiyor. Bundan sonrası için teknik malzeme gerekli. Sırayla dışarı çıkarak Keban Barajı manzaralı kampımızı kurmak için çalışmalara başlıyoruz…

Atlas ekibi, okurlar ve basın mensuplarından oluşan geniş bir grupla Elazığ’dayız. “Atlas Elazığ Doğa, Kültür ve Bağ Gezisi”yle sonbaharın en büyüleyici habercisi olan bağbozumuna tanıklık edecek, ilin kültür ve doğa değerlerini ziyaret edeceğiz. Anadolu’nun yerel üzüm çeşitleri öküzgözü ve boğazkereyi yakından tanıyacağımız, nasıl üretildiklerini öğreneceğimiz etkinlik 28-29 Eylül 2013 tarihlerinde düzenleniyor. Bizi Elazığ il merkezinin hemen dışındaki tarihi Harput yerleşimi, Buzluk Mağarası, bağlar ve daha birçok sürpriz bekliyor.

Sabahın erken saatlerinde havalimanı ve otogardan gelen okurlarımızı alarak bir gece önce gelenlerle birlikte Harput’ta bir kahvaltı sofrasında buluştuk. Yörenin güzel balını, tereyağını, peynirini, reçelini ve patilasını yiyerek güne başladı okurlarımız. Her şey Elazığ’a özgüydü. Herkesin içinde tatlı bir keşif heyecanı vardı. İlk hedefimiz Serince (Şüşnaz) köyünde Niyazi Amca’nın bağ eviydi. Yörede “orcik” denen cevizli sucuk ya da kömenin yapılışını görmek hepimiz için ilgi çekici olacaktı. Sıcak ve bir o kadar bilgelikle “Gadazı alam hoş geldiz” diyerek karşıladı bizi Niyazi Amca ve ailesi. Bize orcik yapımının her aşamasını gösterirken özellikle organik tarım üzerine dersler verdi. Sohbet o kadar ilginç, Niyazi Amca o kadar doluydu ki ayaklarımız bir türlü kopmak istemiyordu bu bilgenin evinden. Ama gidecek çok yer vardı ve zamanımız kısaydı.

Harput’taki ilk hedefimiz, kalenin hemen altında bulunan Meryem Ana Kilisesi’ydi. Kızıl, Yakubi ama daha çok Meryem Ana olarak anılan kilise aslında kapalı duruyor. Elazığ Valisi Ömer Faruk Koçak, Vali Yardımcısı Tarık Bahadır’ın ilgileri ve İl Kültür Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, bizlere her konuda yardımcı olan İl Kültür Müdür Yardımcısı Selahattin Yazar’ın uğraşları sayesinde kiliseyi görme şansına sahip olduk. Rahip Dr. İshak Tanoğlu bize kilise hakkında bilgiler verdi. Burası dünyanın içinde ibadet edilen en eski kilisesi. Geçmişte bir manastırın içinde olan kilise son yüzyılda büyük tahribat görmesine rağmen hâlâ ayakta. İshak Bey’den ayrılmak zor olsa da yola çıkma zamanı gelmişti yine. Yolumuza yürüyerek devam ettik ve Süt Kalesi olarak da bilinen Harput Kalesi’nin kapısında bulduk kendimizi. Rehberimiz il kültür turizm müdür yardımcısı olduğu için detaylı bilgiler alıyorduk. Efsaneye göre kalenin inşası sırasında susuzluk o kadar yüksek seviyelere ulaşır ki harca su konamaz olur. Ancak işin ilginç yanı hayvanlar da bol miktarda süt vermeye başlar. Rivayet odur ki su yerine süt katılır harca ve kale de ismini buradan alır.

Kaleyi geride bırakarak İS 12. yüzyılda yapılmış olan Ulu Cami’ye doğru ilerliyoruz. Yapı, ibadet ve konaklama amaçlı inşa edilmiş. Hana konaklamaya gelenler için bir de cami düşünülmüş. Ulu Cami’nin en büyük özelliği eğik minaresi. Bu minare, İtalya’daki Pisa Kulesi’nin adeta küçük bir benzeri.
Ulu Cami gezimizi tamamladıktan sonra Şefik Gül Kültür Evi’ne uğradık. Yaklaşık 175 yıllık bir konağın onarılmasıyla oluşturulan kültür evi, 2005 yılından beri konuklarına Harput’un eski zamanlarını en ince ayrıntısına kadar gösteriyor. Her detayın titizlikle işlendiği bu konakta zaman adeta geriye doğru akıyor, konuklar kendilerini neşe ve huzur içinde buluyor.

Bir sonraki hedefimiz Arap Baba Türbesi’ydi. Buraya ait eski bir hikâye var. Efsaneye göre bölgede kuraklık alır başını gider. Bir damla suya bile ihtiyaç duyar insanlar. Selvi Kadın üç gece üst üste aynı rüyayı görür. Rüyasına göre Harput’ta yaşayan Arap Baba’nın başını kesip Fırat’a atmayıncaya kadar kuraklık sona ermeyecektir. Kıtlık ve kuraklığın pençesinde artık perişan olmuş Harput ahalisi, Selvi Kadın’ın rüyasını şehrin ileri gelenlerine ulaştırır. En sonunda çaresiz kalırlar ve Arap Baba’nın başını kesip kuraklıktan artık akmayan Fırat’a atarlar. Rüya gerçek olur ve yağmur yağmaya başlar. Fakat bu kez yağmur dinmez ve şehir sele teslim olur. Selvi Kadın yine bir rüya görür; Arap Baba’nın başını bulup bedenine iliştirince yağmur dinecektir. Harput ahalisi kesik başı bularak ait olduğu bedene yerleştirir ve yağış diner…

Harput gezisinden sonra Buzluk Mağarası’na giderek kampımızı kurduk. Bir yanda Ölbe Vadisi, diğer yanda Tunceli iline bağlı Pertek ilçesi ve Keban Baraj Gölü… Günün yorgunluğunu, güneşin batışını izleyerek geçirmeye çalışan Atlas okurlarının burnuna bir Elazığ sevdalısı olan Burhan Hoca’nın hazırladığı mangalın kokuları geldiğinde ise vakit akşamı geçmişti. Kendisinden öğrendik ki Elazığ yöresel mutfağı, Türkiye’nin ikinci büyük mutfağıymış. Burhan Hoca’nın, gecenin ilerleyen saatlerinde kampımıza gelen davul klarnet eşliğinde okurlarla birlikte çektiği halaylar ve kamp ateşi başında okuduğu Harput türküleri gecenin rengi oldu. Gün boyu bize eşlik eden Harput Jandarma Karakol Komutanı Ufuk Derin, kampta da bizimle ilgilenmeye devam etti. Böyle güler yüzlü, sorun çözmeye yönelik insanlar motivasyon kaynağı oldu bizim için. Kamp ateşinin alevleri azalmaya başlayınca yavaş yavaş çadırlarımıza çekilmeye başladık. Yarın Elazığ’ın, hatta Türkiye’nin en güzel bağlarından birinde üzüm hasadı yapacak olmanın verdiği heyecanla uyku tulumlarımıza girdik.

Güneşle birlikte çıktık çadırlarımızdan, kısa sürede toparlandık ve günün ilk gıdasını dalından alıç toplayarak aldık. Saat sekiz buçukta araçlarımıza binerek Elazığ’ın Aydıncık köyü sınırları içinde bulunan Şükrü Baran Bağı’na doğru yola çıktık. Şükrü Baran için söylenecek o kadar çok şey var ki. İstanbul’da medikal sağlık sektöründe faaliyet gösterirken 2000’lerde şirketini çocuklarına bırakıp memleketine dönmüş ve bağcılıkta karar kılmış. Kısa süre içinde bölgenin en kıymetli ürünü olan öküzgözü ve boğazkere üzümlerine modern bir bağcılık anlayışıyla yeniden hayat vermiş. Bağa vardığımızda bizleri babasına layık, bilgili ve bir o kadar da misafirperver oğlu Devrim Baran karşıladı. Bağ içindeki havuzun kenarında yaptığımız kahvaltıda neler yoktu ki. Elazığ yöresine ait ekmekten bala, gezin çileğinden şavak tulum peynirine onlarca lezzet içeren kahvaltı günün ilk sürprizi oldu. Üzüm bağı ile derin bir bağ kuran Şükrü Baran’ı dikkatle dinleyen okurlar için üzüm hasadı zamanı gelmişti.

Öküzgözü ve boğazkere üzümleri, Doğu Anadolu’nun yüksek ve engebeli coğrafyasında, soğuktan korunan çukur ovalarda yetişiyor. Mey İçki AŞ Elazığ Şarap Üretim Tesisi, bu yerel üzümleri yetiştiği yerde işleyebilen tek adres. Bölge sakinleri ve bağcılarla işbirliği içinde çalışan tesis, Anadolu’nun bu iki değerli üzümünü usta eller yardımıyla işliyor. Doğu Anadolu’da bağcılık ve şarapçılığın on bin yıla yakın bir geçmişi olduğu biliniyor. Bölgede şarap üretildiğine ilişkin ilk bilgiler, insanoğlunun en eski yazılı metinlerinden olan ve İÖ 3800’lere tarihlenen Nippur tabletlerinde bile yer alıyor. Bodrumlu Herodot da Herodot Tarihi adlı eserinde Doğu Anadolu ve Mezopotamya kentleri arasında Dicle Nehri üzerinden yürütülen yoğun şarap ticaretini anlatıyor.

Yörenin değerli üzümlerini, diğer güzelliklerini tanıdığımız gezimizin sonuna geliyor ve Elazığ’dan unutulmaz anılarla ayrılıyoruz. Atlasçılar olarak tekrar bir araya geleceğimizi bilmek tesellimiz oluyor…

ATLAS KASIM 2013/SAYI:248

Foto Galeri

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap