Anasayfa Dergide Bu Ay Termik Santrallar; İsli Gelecek

Termik Santrallar; İsli Gelecek

Antalya’nın 15-16 Kasım tarihlerinde ev sahipliği yapacağı G20 Liderler Zirvesi’nde başlıca gündem maddelerinden biri de iklim değişikliği olacak. Termik santraller verimli toprakların kömür tozuyla kaplanmasına, çevresinde yaşayanların hastalıklarla boğuşmasına neden olduğu gibi küresel ısınmayı da tetikliyor. Temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek yerine kömürlü termiği tercih eden Türkiye, mevcut 21 santrala 73 adet daha ekleme yolunda. Atlas, zirve öncesinde iklim değişikliğinin baş aktörlerinden kömürlü termik santralları mercek altına aldı.

Yazı: Elif Gündüzyeli / Fotoğraflar: Kerem Yücel

Depo alanından kalkan kömür tozu olduğu gibi bahçemizde, mutfağımızda… Evimizin her yerinde. Üç yıldır kömür soluyoruz, bahçemizdeki buğdaya kömür geçiyor. İneğimin içtiği suya, çocuğuma yemek yaptığım tezgâha kömür tozu yapışıyor.” Adana seyahatinde bize eşlik eden Yaşar’ın önerisi üzerine, Hatay’ın Sarıseki beldesinden başladığımız yolculuk sırasında Adana’nın Ceyhan ilçesine bağlı Kurtpınarı Mahallesi’nde verdiğimiz çay molasında Dürdane Abla’yla kızlarını temizlik yaparken yakalıyoruz. Yaşar’a keşke önceden arayıp haber verseydik diyerek serzenişte bulunsak da Dürdane Abla, “Biz günde en az iki kere temizlik yapar, cam kapı sileriz burada” diye açıklıyor durumu. “Ne yapalım, kömür yüzünden gidelim mi buradan? Ben de burada büyüdüm, çocuğum da, torunum da. Bu saatten sonra nereye gider, nasıl geçiniriz?”

Yaşar, ailesiyle birlikte Kurtpınarı’nda yaşadığı için bu mahallede açık hava kömür depolama alanlarından kalkan tozla nasıl mücadele ettiklerini gözlerimizle görmemizi istiyor. “Yeni yasaya göre, taşınan kömürler denizden 500 metre içeride depolanmak zorunda. Bunu duyan kimi firmalar, açık hava depolama alanlarını getirip bizim köyün yanı başına kurdular. Buralarda rüzgâr denizden doğru estiği için de Kurtpınarı’nda kömür tozu içinde debelenmeye başladık”.

Yaşar bizi yürüyerek Kurtpınarı’ndan bu kömür depo alanlarına götürürken yanımızdan kömür taşıyan devasa kamyonlar tozu dumana katarak geçip kömürü boşaltmaya gidiyorlar. “Bak” diyor Yaşar, “bu kamyonlar limandan yüklediği tonlarca kömürü boşalttığı an, eğer rüzgâr varsa, mahallede dışarıda kimseyi göremezsin”. Bizi depo alanlarının kapısına kadar çıkartıp tam girişindeki kuyuyu gösteriyor. “Mahallenin musluk suyu bu kuyudan dağıtılır, yani hemen yanında açık hava kömür depolama alanlarının olduğu kuyudan gelen suyla duş alıp çay yapıyoruz. Artık vücudumuza giren zehrin miktarını sen hayal et!”

Termiğin Gölgesindeki Hayalet Bölge
Kahramanmaraş ilinin Afşin ile Elbistan sınırına yaklaştıkça hava bulanıklaşıyor, arabanın ön camını şeffaf, gri bir film kaplıyor. Arabadan indiğimizdeyse ağır bir kömür kokusu genzimizi yakıyor. “Biz aslında her gün kendi mezarımızı kazıyoruz” diyor bizi gezdiren Rasim. Afşin-Elbistan A ve B termik santrallarına kömür sağlayan açık hava kömür sahasında işçi olarak çalışıyor. Devasa bir açık hava kömür madeni olan Çöllolar’da 2011 yılında meydana gelen heyelan felaketinde 11 arkadaşı göçük altında kalarak hayatını kaybetmişti. Buna rağmen bölgedeki kömür sahalarında maden çıkarma çalışmaları hâlâ olanca hızıyla devam ediyor.

Afşin-Elbistan havzası, Türkiye’de çıkan kalitesiz linyit rezervinin ciddi bir miktarını barındırıyor. Halihazırda iki ünitesi aktif olan termik santral nedeniyle ülkede en yüksek ölçüde hava, su ve toprak kirliliğinin gözlemlendiği bir bölge burası. Genzimizi ve gözlerimizi yakan kesif kömür kokusu, termik santrala yaklaştıkça bölgedeki “terk edilmiş” izlenimimizi kuvvetlendiriyor. A Santralı’nın hemen yanındaki eski muhtarlık binasının camları kırılmış; ardına kadar açık duran kapılar rüzgârdan çarpıyor. Hemen yakınında parlak renkli, plastik oyuncaklarla dolu çocuk parkı bomboş dururken, çocuklar Çoğulhan kasabasındaki yerleşim alanlarını santraldan ayıran çitlere tırmanarak yaz tatillerini termiğin gölgesinde geçiriyorlar. Çoğulhan’da bize eşlik eden Yıldırım Bey, “son dönemde Çoğulhan iyice hayalet kente dönüştü. Hava kirliliğinin neden olduğu astım, KOAH, akciğer ve cilt kanseri gibi hastalıklar yüzünden hem genç, hem de yaşlı nüfus memleketini bırakıp kentlere göçmeye başladı” diyor bizim izlenimlerimizi doğrularcasına.

272ATTermik_ERZIN_KY_0305


Hatay-Erzin’deki termik santral sazlıkların üzerine kurulduğu için bölgedeki önemli geçim kaynaklarından birinin tükenmesine sebep olmuş. Bugün burada sazlarla hasır yapıp geçinen sadece birkaç aile var.

 

Esasında verimli tarımsal toprağa sahip bölgeyi terk etmeyip yaşamlarını devam ettirmeye çalışan insanlar da A ve B santrallarının yol açtığı kirliliğin yalnızca sağlıklarını değil aynı zamanda ektikleri ürünleri de doğrudan etkilediğinden dem vuruyor. A Santralı’nın hemen yakınındaki küçük aile bahçesinde çalıştığını gördüğümüz Ahmet Ağabey, “Çoğulhan bölgedeki tek tarım alanı. Artık bırakın ürünümüzü götürüp satmayı, kendimiz bile yemekten çekiniyoruz. Ürünümün beslendiği toprak ve suya karışan kirliliğin haddi hesabı yok” diye anlatıyor.

Afşin-Elbistan’daki A ve B termik santrallarına ek olarak C, D ve E santrallarının eklenmesi ve bölgedeki tüm linyit potansiyelinden yüzde yüz yararlanılması da mevcut yatırım planları içinde. Bu üç santralın da hayata geçtiği senaryoda, Afşin-Elbistan, dünyanın en büyük termik santralı olacak ve tüm canlılar için bölgeyi yaşamaya tamamen elverişsiz hale getirecek.

Sanayiye Sıkışmış Yaşamlar
Hatay ve ilçelerine çeşitli nedenlerden çok sık gidip gelmişimdir. Önceleri “İskenderun’un nesi meşhur” diye sorulduğunda “narenciyesi, karidesi ve humusu” diye cevap verirdim. Fakat bu yılki ziyaretimden sonra “sanayisi ve termiği” diyorum. İskenderun’da Afşin-Elbistan’da olduğu gibi kömür rezervi yok, fakat ithal kömürün doğrudan yanaşabileceği büyük bir limanı, demir-çelik ve gübre ağırlıklı ham madde sanayisi var.

İskenderun ve çevresi Türkiye’nin en zengin kara ve deniz ekosistemlerini barındırdığı gibi çok da verimli topraklara sahip. İlçe merkezi, İskenderun Körfezi’nin merkezinde yer alıyor. Önceden bir köy olan Sarıseki, artık İskenderun’un bir mahallesi. Yöre halkının esas geçim kaynağı önceleri narenciye üretimi ve balıkçılıkken, son yıllarda yoğunlaşan sanayi ve kömürlü termik santral yatırımları burada da yerel halkın dış göç vermesine neden oluyor.

Sarıseki’de evine misafir olduğumuz Gülnaz Kıllı, on yıllardır İskenderun Çevre Koruma Derneği’nin aktivistlerinden. “Dokuz yaşındaki torunum astım hastası, ben göğüs kanseri oldum.

Sarıseki’de çocuğu solunum yolu hastalıklarından mustarip olmayan, yetişkinleri göğüs ve akciğer hastalıkları çekmeyen ev yoktur. Her evde en az bir solunum cihazı bulunur” diyor Gülnaz Abla, bölgedeki hızlı sanayi ve termik yatırımların artmasıyla doğru orantılı olan hastalıklardan bahsederken.

 

272ATTermik_FOCA-KY-7712


Yeni Foça’daki İzdemir Termik Santralı pek çok kişinin bölgeden göç etmesine sebep olmuş. Santrala en yakın alanda şu an sadece iki aile yaşıyor. Sabriye Teyze, 28 kişilik bir ailenin yaşadığı eve zamanında gelin gelmiş. Bugün viraneye dönüşen evin karşısında minik bir kulübede tek başına yaşıyor.

 

İskenderun Körfezi’nde, biri Sarıseki’de olmak üzere üç tane ithal kömürle çalışan aktif termik santral var. Bunlara ek olarak da 25 yeni santral yapılması planlanıyor. Sarıseki’nin yukarısındaki kül barajını göstermek için bizi tepeye çıkaran Gülnaz Abla ve eşi, bir tarafta ormanlık alanın ortasında, faaliyetteki santralın külleri için yapımı devam eden açık hava kül barajını, diğer tarafta da sanayi altyapısı alanının içine sıkışmış Sarıseki Mahallesi’ni gösteriyor. “Sarıseki buradaki tek yaşam alanı, biz de yerimizde kalmak istiyoruz. Ama hastalıklar bu şekilde ağırlaşmaya devam ederse, tarım ve balıkçılığı sürdüremezsek, mahalleyi olduğu gibi başka bir yere taşımak gerekecek. Sağlıklı bir ortamda yaşamak ve büyümek benim torunumun, komşularımın çocuklarının da hakkı, değil mi ama?” diye soruyor Gülnaz Abla; yıllardır sürdürdükleri mücadelenin peşini bırakmaya niyetinin olmadığını da ekleyerek.

Zeytin ile Kömür Arasında
Türkiye’nin pek çok bölgesinde, mevsiminde yediğimiz üzüm Manisa’dan gelir. Ancak bu yıl, küresel iklim değişikliğinin neden olduğu zamansız buz ve dondan dolayı Manisalı üzüm üreticileri yüzde yüz zarar gördü. Tabii Manisa, önce kendisine bağlı Soma ilçesinde 301 madencinin hayatını kaybettiği facia, sonra da Soma’nın Yırca köyünde maden ve termik santral için sökülen zeytin ağaçlarıyla gündeme gelerek üzümünden çok kömürüyle anılır oldu. Soma da, Afşin-Elbistan kadar olmasa da, Türkiye’nin linyit rezervine sahip bir başka ilçesi. Dolayısıyla yöre halkının tarım istihdamından kömür istihdamına geçişi epey hızlı olmuş.

Maden faciasının birinci yıldönümünde gittiğimiz Soma’da, bir yanda hayatını kaybeden madencilerin aileleri ve dostları yas tutarken diğer yanda sökülen 6 bin 666 zeytin ağacının yerine termik santral kurmak isteyen şirkete açtıkları davayı kazanan Yırcalılar yeni zeytin fidanları dikmeye hazırlanıyorlardı. Soma’daki anma töreninin ertesi günü Yırca’ya gittiğimizde, altı ay önce sökülmüş zeytin ağaçlarının gövdelerini ölü birer beden gibi yerde bulmak, öksürmeden hava soluyamamaktan ve önceki gün düzenlenen anma töreninden kaynaklanan ağır hissi daha da artırdı. Eşiyle kömür toplamaya giden Hasan Amca, “zeytin ağacından hasat almak için on yıllarca emek harcıyorsun, sonra gelip bir gecede kömür madeni için söküveriyorlar. Biz zeytin toplar, zeytinyağı yapar, onu satarız. Zeytinden önce de bu arazilerde tütün yetiştirir satardık. Şimdi ekonomik olarak kömüre bağımlı hale geldik. Köyde başka bir şey kalmadı ki” diyor.

Yırca zeytin direnişinin aktif yerel üyelerinden Adnan İnal’la buluşup çay içmek için muhtarlığın yanındaki kahveye gidiyoruz. “Yetişkin zeytinliklerimiz gitti artık, geçmiş olsun. Ama hem köyden hem de diğer bölgelerden bize desteğe gelen arkadaşlarımızla birleştik ve direnerek hukuksal hakkımızı kazandık. Zeytinlik arazimizi geri aldık, şimdi yeni fidanlarla toprağımıza sahip çıkıyoruz.”

Kahvede yanımıza oturup sohbete katılan Yırca köyü muhtarı Mustafa Akın da, “ben dahil köydeki pek çok insanın ömrü bu fidanlardan ürün alındığını görmeye vefa etmeyecek. Ama biz yine de bu ağaçları çocuklarımız ve torunlarımız için dikiyoruz” diye anlatıyor. Adnan Ağabey, “çocuklarımızın ürün alıp satabilecekleri, sayesinde yiyip içecekleri ağaçları olsun diye dikiyoruz tabii. Eğer kömürün hayatımıza girmesine seyirci kalırsak nesiller boyu kömüre bağımlı olacağız. Halbuki zeytini yiyebilirsin, yağını içebilirsin… Kömürü yiyebilir misin? Şahsen ben yemem” diyor gülümseyerek. Ben de kömür yemeyeceğimi, ama Yırca’nın dillere destan zeytinyağına seve seve ekmeğimi banmak istediğimi söylüyorum şakayla karışık. Tabii hemen masaya zeytinyağlı salça çıkarılıyor, biz de hevesle girişiyoruz böldüğümüz ekmekleri banmaya.

Altı Antik, Üstü Termik
İzmir yolundan Yeni Foça sapağına dalıyoruz, bizi evinde karşılayacak Foça Çevre ve Kültür Platformu’ndan (FOÇEP) Bahadır Doğutürk’ün verdiği yol tarifi üzerine. Daha önce Foça’ya hiç gitmemiş, ama güzelim Foça evleriyle pırıl pırıl denizinin methini çok dinlemiştim.

Bir yandan Aliağa’nın ne kadar ağır sanayi kirliliğine maruz kaldığını bilsem de, hep dinlediğim “güzelim Foça”yı kafamda Aliağa’yla yan yana getiremiyorum. Sapaktan içeri girip sahile doğru ilerlemeye başladıkça sağ tarafımızda bacalar yükselmeye başlıyor. Foça sahilinde denize karşı dururken, başımı sağa çevirdiğimde İzdemir Termik Santralı’nın tüten bacası, liman ve yeni termik santral inşaatları, petrol rafinerisi ve gemi söküm alanındaki hurda dağlarını görüyorum. Sol tarafımdaysa Eski Foça’ya giden yol ve sonsuzmuş gibi görünen irili ufaklı pek çok bakir koy var. Sahil şeridinde oturan Bahadır Ağabey’e deniz sezonunu kapattılar mı diye soruyorum, “Biz artık burada yüzmüyoruz” diyor. “Bu kadar kirlilik yanı başımızdayken pek içimize sinmiyor.” Halbuki deniz hâlâ çarpıcı bir turkuvaz ve gözüme yeterince berrak görünüyor.

Enerji üretmek için rüzgâr potansiyeli çok yüksek olan tepelerde sıralanmış rüzgâr türbinleri dikkatimiz çekiyor ve daha fazla bilgi almak için Yeni Foça’nın üst kısmındaki Kozbeyli köyüne çıkıyoruz. Köyde bize, Aliağa ve Foça’nın altında Aiolis bölgesindeki antik kentlerin en büyüğü ve altıncılıkla meşhur olduğu için en önemlisi kabul edilen Kyme antik kentinin bulunduğundan fakat antik kentler listesinde yer almadığından bahsediyorlar. “Kozbeyli’de bulunan Kymelilere ait altın takıları İzmir Arkeoloji Müzesi’nde sergiliyorlar. Zarafetini ve inceliğini görsen, inanamazsın” diye anlatıyor Kozbeyli’deki bir dükkân sahibi.
 

272ATTermikKY_KARABIGA-4541


Çanakkale-Karabiga’da bulunan Kadınlar Hamamı Plajı, arkasındaki termik santralın yapımı tamamlanıp da bacası tütmeye başladığında meydana gelecek kirlilik nedeniyle mavi bayrağını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya.

 
Kyme, aynı zamanda da bir liman kentiymiş. Amfiteatr ve limanın olduğu sahil bölgesine tekrar inince gördüklerimize inanamıyoruz. Yalnızca şimdiye kadar ortaya çıkan kalıntılardan bile Efes ve Bergama’yı aratmayacak büyüklükte bir arkeolojik alan olması, kenarda köşede tesadüfen gördüğümüz pek çok lahit ile mezar başları, amfiteatrın sağlam kalıntıları ve en çok da antik liman taşlarının denizin içinde pet şişelerle sarılmış olması bizi şaşırtıyor.

Çevrede biraz daha dolaştığımıza, İzdemir Termik Santralı’nın bahçesinde de bir antik mezar olduğunu fark ediyoruz. Haritaya baktığımızda, üç yeni termik santral projesinin de tam olarak antik kentin üzerine yapılacak şekilde planlandığını anlıyoruz.

Ertesi gün, termik santral külleri için Horozgediği köyünün tepesindeki ormanlık arazi içinde açılan alanı görmeye gidiyoruz. Bu alanlara her yerde kül ya da cüruf barajı dense de gördüğümüz manzara daha çok bir kül dağını andırıyor. Bir buçuk yıl kadar önce ortasından yüksek gerilim hattının geçirildiği Horozgediği köy kahvesinde çaylarımızı içerken, 76 yaşındaki Zeki Amca’yla koyu bir sohbete koyuluyoruz. “Gelen külden meyve ağaçları meyve vermez oldu” diye anlatıyor Zeki Amca: “Önceleri ağaçlardan yayılan armut kokusundan burada oturamazdık. Domates üretiminde almış gitmiştik. Altı-yedi metrelik domates dalları olurdu da başka ülkelerden inanmayıp görmeye gelirlerdi. Ta İstanbul’a gönderirdik domateslerimizi. Artık hep kül içindeyiz, kalmadı hiçbiri.”

Horozgediği’nden aşağıya inerken, İzdemir Termik Santralı’nın tam karşısında oturan Sabriye Teyze’ye uğruyoruz bayramlaşmak için. “18 yaşında bu eve gelin geldiğimde dört-beş aile hep bir arada burada yaşardık” diyor özlemle. “Boş gördüğün bu ahırdaki hayvanlarımızdan 100 kilo süt alırdık. Şimdi bir kilo süte hasret kaldık. Bu duman bizi mahvediyor!” diyor karşısındaki termik bacasından çıkan dumanı göstererek. İş yok diye çocukları Menemen’e taşınmış, Sabriye Teyze ise evinde kalmış.

FOÇEP, Türkiye’nin diğer bölgelerindeki başka yerel gruplar gibi kömüre karşı yaşamı savunmak için mücadelesine devam ediyor. “Keşke Kyme antik kentini gezmeye, rüzgâr sörfü yapmaya gelse insanlar bu bölgeye” diyor Bahadır Ağabey’in eşi Gülse Abla. “Tarımla, balıkçılıkla ve turizmle uğraşsak keşke, termiğin bacasından çıkan duman yerine. O zaman her şey yerli yerinde olurdu.”

(*) ELİF GÜNDÜZYELİ, ClImate ActIon Network Europe / Avrupa İklim Eylemi Ağı,
Türkiye İklim ve Enerji Politikaları Koordinatörü

Atlas Kasım 2015 / Sayı 272

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap