Bir paylaşım ütopyası olarak bilindiler. Dil, din, ırk, toplumsal mevki gibi ayırıcı olgulara karşı çıktılar. Nazım Hikmet’in şiirinde söylediği gibi, “Yârin yanağından gayrı her şeyde” diyerek, kardeşliği savundular… Şeyh Bedreddin ve müritlerinin adlarıyla anılan hareket tarihe 15. yüzyılın en güçlü isyanlarından biri olarak geçti. Atlas, Edirne’den Karaburun’a, Bulgaristan’daki Deliorman’dan Yunanistan’daki Simavna ve Serez’e kadar Bedreddincilerin coğrafyasına konuk oldu.
Yazı: Tevfik Taş / Fotoğraflar: Umut Kaçar
Sözler vardır ki insanın düşüncesini, düş gücünü büyütür. “Şiir” demiş Şeyh Bedreddin, “tohumdaki ağacı, ağaçtaki meyveyi düşünmekle başlar. Daha tohumken o ağacın bu dünyaya vereceği, rengi, gölgeyi, edayı…” İşte bunu söyleyen âlimin, yaşamını öğrenmek için şimdi Edirne’den öteye, onun doğduğu topraklara geçiyorum. Babaeski otogarında, Hasan’ın lokantasında, sabah ışığında buğulanan bir bardağın eşliğinde beni Yunanistan’a, götürecek otobüsü bekliyorum.
Daha, Aleksandrupolis’e ayak basar basmaz bu kasabanın Türkçe adı (Dedeağaç), Edirne’de yaşlı gezgin Yusuf Hamza’nın söylediklerini getiriyor aklıma. “Şu bizim Trakya’dan Bulgaristan’a, oradan Romanya’ya, Yunanistan’a, Arnavutluk’a adında, ‘dede,’ ‘kızıl,’ ‘deli’ ‘kızılca’ ya da ‘pir’, ‘sultan’ olan hangi yere denk gelirsen bil ki şeyhimizle, Bedreddin’le, müritleri Börklüce’yle, Torlak’la bir ilgisi vardır.” Benim anlamaya çalıştığımı görüp sürdürmüştü: “O yerlerde yaşayan, yaşamış olan insanlar, onların düşüncesi, yolu, kalkışması ya da yenilgisiyle koymuşlardır o yer adlarını. Tıpkı çocuklarının adları gibi.” Onu tanıyan Trakya Bektaşilerinin Nine Sultan’ı: “İçinde Bedreddini yaşıyor da köyün adında meymenet yoksa, bil ki o köy Osmanlı kılıcından, zalimden korkmuş, kaybolmaya sığınmıştır.”
Aleksandrupolis’ten Dimetoka’ya tırmanıyoruz, yol nadir bulunur güzellikte; sanki kasabaların, köylerin içinden, yanından değil de kırların, ormanın sessizliğine, boşluğun kenarına ilişmiş oyuncak yerleşimlerden geçiyoruz. Dimetoka’ya vardığımda güneş akşam alacasının eteğindeydi. Başta torunu Hafız Halil’in yazdığı Menakıbname-i Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin başlıklı biyografi olmak üzere, Bedreddin üzerine yazılanlar, onun bu bölgede doğduğu konusunda birleşiyor. Hafız Halil’den okuyalım: “Şeyh Bedreddin Mahmud, 1. Murat zamanında 760 / 1359’da Dimetoka’nın bir köyü olan Simaviye’de (Simavna) doğdu.”
Tam da burada usum karışıyor: 1. Murat, 1359’da değil, 1362’de tahta çıktı. Dimetoka, kimine göre 1361’de Türklerin eline geçmiş, kimine göre 1363’te…“Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki ilk başkenti” unvanıyla da bilinen bir yerleşimden söz ediyoruz.
Ben de Bedreddin’in doğum tarihi konusunda, bu işlerin pirlerinden saydığım Burhan Oğuz’un yöntemini benimsiyor, berraklaşana dek diğer varsayımları da dikkate alarak, “1358 ile 1368 yılları arasında” demeyi yeğliyorum.
“Bedreddin’in annesi, Dimetoka kalesinin beyinin kızıdır” diye yazıyor pek çok kaynak: “Bedreddin’in babası İsrail, burayı fethedince kaçmakta olan tekfuru (bey) ve ailesini yakalatıyor. Bütün ganimeti dağıtıyor ve kendisi sadece beyin kızını alıyor. Kız 100 kişilik akrabasıyla birlikte Müslüman oluyor ve Melek adını alıyor.”
Gök akşamlıyor, akşamlıyor düzlükler, uzak tepeler. Koyu ince bir çizgi şimdi Meriç’e koşan Erithopotamos (Kızıl Deli) Çayı. Kalkıp Agia Ekaterini Kilisesi’ne gidiyorum. Peder Nikademos Sklepks beni kilisenin ilk yapısına, kale duvarlarına gömülü o tek odalı küçük yere götürüyor. Buralarda neden dolandığımı anlatıyorum. “Geçmiş” diyor, “bazen kimi insanlara ulaşmadan yaşıyor. Bedreddin’in annesine ilişkin bilgi de şimdi benim içim öyle.”
Dimetoka’nın küçük meydanlarından birine bakan Yıldırım Bayezid Camisi’nde onarım var. Sultan I. Mehmet döneminde tamamlanan yapı, piramit biçimli kubbesiyle, “gök şehrinin yansıması” olarak değerlendiriliyor… Kalenin altında Kum Mahalle ve biraz ileride Civara Mahallesi birbirine bağlanıyor. Civara’da balıkçı Yorgi’yle, Angel’le laflıyoruz, ben onlara Bedreddin’i soruyorum… “Ben” diyor Yorgi, “akarsu balıkçısıyım, kâh burada, kâh Evros’ta (Meriç) avlanırım. Balık sinek gibi, üzüm gibi çok (çoğul) bir yaratık olduğu için bizim içimize paylaşmak yerleşmiş. Bedreddin’in söylediğini biz Çingene balıkçılar belki asırlardır söyleriz: Paylaştın mı eksilmez, çoğalır, deriz.”
Menakıbname-i Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin’de Hafız Halil, dedesinin doğumunu anlatırken şöyle diyor: “Bedreddin Mahmud doğduğunda, babası İsrail, Simavna Kadısı’ydı ve köyün kilisesini ev olarak kullanıyordu.” Aklımda yine bir dalgalanma… Osmanlı fetih geleneklerinde bir dini yapının konuta dönüştürülmesine pek rastlanmıyor. Acaba diyorum bu bir torunun dedesini anlatırken, olaya biraz görkem katma fantezisi olabilir mi? Sorumun karşılığını benden önce bu işi araştırmış kimse verememiş.
Bir zamanlar Dimetoka’ya bağlı olan Simavna, şimdi Orestiada’ya bağlı. Simavna bütün Yunan kaynaklarında Ammavouno olarak kayıtlı. Hangi isim daha önce, bu şimdiye dek berraklık kazanmış değil. Dahası da var; bugün buraları gezecek olanlar ne Simavna’yı ne de Ammavouno’yı bulabilir. Yerleşimin adı şimdi Kiprinos.
Buralılar Bedreddin’i, “Osmanlı sultanına karşı ayaklanmış ve yenilmiş bir Bektaşi lideri” olarak tanıyor ve soranlara da böyle tanıtıyor. Mikail Onihas, “Şeyh Mahmud Bedreddin” diyor, “babasının burada yargıç, anasının da Dimetokalı olduğu söylendiği için bende bilgi olmuş. Ama burada onların bir hatırası yok. Hatırası olmayan şey solar, kaybolur.” Doğduğu köy kilisesini soruyorum. Mikail gözlerini ince kızılcık bastonuna dikiyor: “Burada birçok su baskını olmuş. Her baskın bir hatırayı silmiş.” Sözün içinde dönen o kederli ironiyi düşünerek ayrılıyorum ondan.
Fotoğraf: Şeyh Bedreddin’in doğduğu, Simavna, Osmanlı’nın Edirne’yi almadan önce, Avrupa’daki ilk başkenti olan Dimetoka’ya bağlıydı. Bugün Yunanistan’ın en sakin köşelerinden biri; Osmanlı dönemi mimari eserlerini de korumaya devam ediyor.
Devamı Atlas’ın Mart 2016 / 276. sayısında
Atlas’ı tablet ve telefonlarınızdan da okuyabilirsiniz: App Store Google Play