Her şey volkanik bir patlamayla başladı ve sonra ortaya büyülü bir evren çıktı: İnsanı gölgesiyle aydınlatan peribacaları ve bir taş ormanı Kapadokya… Orada taşın karnında yaşadı bütün uygarlıklar ve yan yana durdu bütün zamanlar ve mekânlar… Avanos, Ürgüp, Göreme, Derinkuyu; Ihlara, Soğanlı ve Aşk vadileri ve dağlar ve yamaçlar ve nehirler insanı yeryüzüyle barıştırmak için orada sessizce bekliyorlar.
Yazı: Hakan Günday / Fotoğraflar: Servet Dilber
Bu yüzyılda insanın öğrenir öğrenmez unuttuğu ilk bilgi, uzay boşluğunda dönüp duran bir gezegende yaşadığı gerçeğidir. Etrafını kuşatmış olan toplumsal şartlara o kadar çabuk gömülür ki neyin üzerinde doğrulup yürümeye başladığını düşünmez bile. Gündelik hayatın içinde savrulurken ne yeryüzü gelir aklına ne de yer çekimi. Sadece bir zemindir bu gezegen. Üzerinde savaşılacak ya da para kazanılacak ya da tekrar savaşılacak bir zemin. Bu yüzden modern insan için de dünya hâlâ düzdür aslında. Hayatı boyunca verdiği her kararı kişisel bir kazanç ya da kayıp hamlesi olarak değerlendirmesinden ötürü gezegen de haliyle bir satranç tahtası kadar düzdür. Yerçekimi ise karşılıksız bir aşk. Çünkü biliyoruz ki insanoğlu, yerküre adındaki sevgilisini uzun zaman önce terk etti. Bunu da başka bir gezegende kurduğu koloniye yerleşerek değil, dünyanın varlığını unutarak yaptı. Ne de olsa unutmak, terk etmenin ilk şartı…
Bugün insan nüfusunun yarısından fazlası kentlerde yaşıyor. Bastığı yerin adı artık taş değil, sadece beton. Ve taşın aksine, betonun ne geçmişi ne de hafızası var. Oysa taş hatırlar. Hem de her şeyi. Tarih öncesi medeniyetleri de hatırlar, dünkü yağmuru da. Bin yıl önce kopmuş fırtınaları da hatırlar, o fırtınalara yenik düşmüş sarayları da. Ama eğer taş hatırlamakla kalmayıp bir de hatırlatıyorsa, bilinmeli ki o yerin adı Kapadokya’dır. Çünkü taş Kapadokya’da bazen bir krater gölü taşır kucağında, bazen de bir peribacası olup yükselir insanın karşısında. Yükseldikçe de gölgesinde bırakır, yeryüzüyle bağı kopmuş bütün zihinleri. Ve işte o an hatırlama sırası insana gelir. Unuttuğu ne varsa… Hatırladıkça da ayakları yere basar. Yani yeryüzüne. İnsan hem dünyasıyla hem kendisiyle yeniden tanışır. Bir peribacasının gölgesinde… Çünkü o peribacası, insanı gölgesiyle aydınlatan taştan bir ağaçtır aslında. Kapadokya da bir taş ormanı…
Başlı başına bir evrendir, Kapadokya. Bu yüzden de hikâyesi şöyle açılır: Her şey bir patlamayla başladı. Bugün Hasan Dağı adını taşıyan volkanik dağın ilk kez 13 milyon yıl önce patlamasıyla başlamıştır, bölgenin biçimlenmesi. Ve her şey yine bir patlamayla devam eder. Yerin altını üstüne getirme sırası Göllüdağ’a gelmiştir. O da Hasan Dağı gibi lavlarından ördüğü sıcak mührünü basar toprağa. Milyonlarca yıl içinde, ateşle yapılan bir resim gibidir artık Kapadokya. Erir, yükselir, parçalanır, çöker, söner, soğur, donar ve sonra yeniden alev alır. Son olarak da Erciyes çıkar sahneye ve öyle bir patlar ki yine lavların dediği olur, geçtikleri her yerde. Ama son sözü rüzgâr ve yağmur söyler. Birer heykeltıraş gibi titizlikle çalışır ve benzersiz eserlerini ortaya çıkarmak için çağlar boyu taşı yontarlar.
Kapadokya’nın bugünkü görünümüne kavuşması 5 milyon yıl sürer. Peribacaları ise binlerce yıl içinde oluşur. Zamanın işlediği bir nakıştır hepsi. Ve doğa, 13 milyon yıl süren bu çalışmasının karşılığında ödülünü alır: Kapadokya, 1985 yılında UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne dahil edilir. Bu, hikâyenin taş kısmıdır… Bir de o taştan ekmeğini, şarabını, inancını, özgürlüğünü ve sanatını çıkarmış olan insan vardır. Doğanın gösterdiği yoldan gidip, taşın çizdiği kaderi yaşamış ve taş sayesinde hayatta kalmış olan insanlar…
Fotoğraf: Kapadokya’da profesyonel balonlu uçuş tarihi, 1991 yılında Lars-Eric Möre ve Kaili Kidner tarafından kurulan, bugün hâlâ göğün kâşiflerine hizmet veren Kapadokya Balloons ile başlar. Dünya çapında bir etkinliğe dönüşmüş olan balonlu uçuş, Kapadokya çağdaş kültürünün belki de en önemli parçası.
Atlas Mayıs 2016 / 278