Dünyanın başlıca spor etkinliklerinden Paris Maratonu’nda Atlas’ı Cenk Gürsoy temsil etti. Serin bir nisan sabahında Zafer Takı’nın yakınında başlayan zorlu maraton yine orada tamamlandı.
Yazı: Cenk Gürsoy / Fotoğraflar: Sinan Çakmak
Yaklaşık 42 kilometrelik yarışın 25. kilometresini geçtikten sonra, Louvre Müzesi’nin Seine Nehri tarafında, ucunda ışık görünmeyen karanlık bir tünele girdiğim an, sol bacağımın üst tarafında şiddetini giderek artıran bir ağrı hissediyorum. Tüneldeki uğultuya, duvarlarda yankılanan çığlıklarıyla eşlik eden yüzlerce koşucu, bulunduğum ortamı daha da gerçekdışı hale getiriyor. Kıvrılarak ilerleyen boğucu tünelde gittikçe yavaşladığımı ve tünelin hiç bitmeyeceğini hissetmeye başlıyorum. Tünel, maraton hikâyemin önceden planladığımdan daha farklı olacağını anladığım yer oluyor…
Destekçileri arasında Asics’in de bulunduğu Paris Maratonu’ndan önce uzun bir hazırlık süreci gerekiyor. Ben bu çalışmaları, maratona katılacak olan Asics Team Türkiye ile birlikte gerçekleştiriyorum; takımdan Önder ve eşi Filiz’le antrenman yapıyorum. Ardından nihayet büyük gün geliyor. Yarışın düzenlendiği 3 Nisan 2016 gününün sabahında, önceki bir iki günün aksine parlak bir güneş Paris’i ısıtırken sabahın erken saatlerinde, karbonhidrat ağırlıklı kahvaltımızı yapıp gruplar halinde otelden ayrılmaya başlıyoruz. Metroda, neredeyse herkesin omzunda kayıt sırasında verilen yeşil sırt çantalarından var, belli ki hepimiz aynı durakta ineceğiz. Tam karşımızda oturan, göğüs numarasının yazdığı kâğıttan Venezuelalı olduğunu anladığım genç bir anne, bir yandan bakıcısının kucağında duran bebeğini biberonla besliyor; hemen ardından koşu sırasında tüketeceği enerji jellerini kemerine takıyor.
Koşunun, Arc de Triomphe (Zafer Takı) yakınındaki başlangıç yerine ulaşmak için Charles de Gaulle durağında iniyorum ve birlikte çıkış yapacağım zaman grubuna ayrılan alanda müzik eşliğinde ısınmaya başlıyorum. Müziğin temposu artıyor, geri sayım başlıyor ve binlerce koşucu ile birlikte başlangıç çizgisinden geçiyorum.
İlk kilometreler Champs-Élysées’den Concorde Meydanı’na, oradan da Rivoli Caddesi boyunca Bastille Meydanı’na doğru turistlerin çokça yürüdüğü caddelerde geçiyor. Buralarda tempom çok rahat ve hedeflediğim zaman için yeterli; kendime “30. kilometreye kadar aslında koşmuyorum, sadece koşmaya başlayacağım noktaya gidiyorum” diyerek mesafe için zihnimi alıştırmaya çalışıyorum. Félix Éboué Meydanı’ndan aşağı, daha güneydoğuya doğru devam ederek Daumesnil Göleti’ni geçtiğimizde, artık yol kenarındaki binalar yerlerini ağaçlara bırakmış durumda.
Onuncu kilometreyi geçerken, istediğim rahat tempodayım ama yaklaşık 50 metre uzunluğundaki masalar boyunca gönüllülerin su dağıttığı istasyonun yanından geçerken bir acemilik yapıyorum ve kalabalığı atlatmak için istasyona sondan giriyorum; fakat su yerine son kısımda dağıtılan portakal dilimleriyle karşılaşıyorum ve sudan vazgeçmek zorunda kalıyorum. Güneş yükseldikçe hava hızla ısınıyor ve bir sonraki istasyonu kaçırmamam şart. Paris’teki en büyük park olan Vincennes’ın etrafında, yemyeşil bir tur atıyoruz ve 15. kilometreden sonra Charenton Caddesi üzerinden tekrar kuzeybatıya, şehir merkezine doğru dönüyoruz, tarihi binalar ve meydanlar manzaramıza yeniden egemen olmaya başlıyor ve bu sefer su istasyonunu kaçırmıyorum. Beni Paris’te desteklemeye gelen eşim Petek’i, anne ve babamı 22. kilometrede kalabalığın içinden güçlükle seçiyorum, gülümseyemiyorum bile onlara, o ana kadarki tempomdan memnunum ama sanki yorgunluk kendini belli etmeye başlıyor, bir enerji jeli daha alıyorum.
Paris’in kalbine tekrar döndük sayılır; Bastille Meydanı’nın bu sefer güneyinden Bourdon Bulvarı’na, oradan da Seine Nehri’ne paralel Henri IV ve Georges Pompidou yoluna devam ediyoruz; çevredeki kalabalık Pont Neuf ve Notre Dame köprülerinin altından koşanları içtenlikle alkışlayarak destek oluyor.
Pont Neuf’ten sonra tüm ritmimin değiştiği o tünele giriyorum. Tünelden çıktıktan sonra koşmayı sürdürmeye çalışıyorum ancak artık sol bacağım kilitli gibi, normalden biraz uzun adım atınca ağrıdan durmam gerekiyor. Yürümeyi başlangıçta kendime yediremiyorum, tekrar koşmaya çalışıyorum, bu sefer sağ alt baldırım beni durduruyor. Önümde yaklaşık 15 kilometre var ama pes edecek değilim, ne olursa olsun bitirmeye karar veriyorum.
Süre baskısı üzerimden gidince rahatlıyorum, Paris’teki pazar sabahımın tadını çıkarmaya karar veriyorum. Eyfel Kulesi “bonjour” diyor, göğüs numaramdan ismimi gören bir seyirci “Allez Cenk” (Senk) diye sesleniyor bana, onun hatırına tekrar koşmaya başlıyorum, ağrılar beni durdurana kadar bunu çokça defa tekrar ediyorum. Artık su istasyonları da bana ait; kana kana geri alıyorum kaybettiğim suyu, dağıtılan portakalın lezzetini fark ediyor, gönüllülere teşekkür ediyorum.
Metroyla ulaştıkları 30. kilometrede sevgili ailem yine beni bekliyor, geçerken bu sefer onlara dokunmaya zaman ayırıyorum, diğer seyircilerin, özellikle küçük çocukların, koşuculara “çakmak” için kaldırdıkları elleri boş geçmiyorum. Şimdi Paris’in daha önce hiç görmediğim batı taraflarındayım, buralarda ağaçlar, binalar arasında bir denge var, dev siteler inşa etmek kimsenin aklına gelmemiş. Porte d’Auteuil’den kuzeydoğu yönünde kıvrılarak ilerliyoruz, 34. kilometreye doğru tenis topu sesi duyuyorum ve kafamı sağa çevirdiğimde çocukluğumdan beri en sevdiğim turnuvalardan Roland Garros kortlarının yanından geçtiğimi fark ediyorum.
Artık Hippodrome’da, tamamen yeşilliğin ve ağaçların içindeyiz, yol kenarında canlı müzik yapanlar, rock, caz, folk, rumba, her türlü tınıyla enerji desteği veriyor. Son kilometrelerde, göğsümdeki koruyucu bantların çoktan düşmesi yüzünden, t-shirt göğsümü iyice yakıyor ve efsane “Çek Lokomotifi” Emil Zatopek’e yıllar ötesinden selam göndererek bir süre tişörtümü kaldırıp onun gibi koşuyorum. Son bir gayretle 41’den sonra hızlanıyorum ve Mareşal Lattre de Tassigny Meydanı’ndan dönerken yüzlerce kişinin tezahüratlarıyla sonuna kadar pes etmemiş olmamın ömür boyu taşıyacağım gururunu yaşayarak, gözlerim dolu, bitiş çizgisini geçiyorum…
Yarış akşamı Asics Team Türkiye ile kutlama yemeğindeyiz. Sohbet konusu elbette ki gün içindeki performanslar. Hem kadınlarda hem erkeklerde tüm Asics Team Türkiye sporcuları maratonu hedeflenen sürelerde tamamlamış durumda. Cemil, 2 saat 58 dakikalık derecesiyle takımın en hızlısı. Mert, vegan beslenerek maraton koşabilen dünyadaki nadir insanlardan.
Bu arada maratondan kısa bir süre sonra 2017 kayıtları başladı bile…
Fotoğraf: Maratonun katılımcıları Seine Nehri boyunca da uzun mesafeler kat ediyor ve bitiş noktasına ulaşmaya çalışıyor.
Atlas Mayıs 2016 / 278