Klasik müzik ezgileri Tuna’nın dalgalarına karışıyor. Bir yakada ortaçağ mimarisi, öte yakada sosyalist dönemin blokları uzanıyor. Köprüleri, sarayları, kuleleri, yeni dönemin AVM’leri ve kalabalık meydanlarıyla çok katmanlı, hikâyesi bol ve alımlı bir başkent Slovakya’nın Bratislava’sı…
Yazı: Serhan Bali / Fotoğraflar: Sinan Çakmak
Solumuzda Tuna Nehri kıvrıla kıvrıla ilerliyor, sağımızda ise ucu bucağı gözükmeyen yemyeşil düzlükler uzanıyordu. Aracımız başka bir otobana saptıktan bir süre sonra, Tuna’nın arkasındaki tepelikte şişman kuleli, beyaz bir kütle tüm haşmetiyle beliriverdi. Bratislava Şatosu’ydu bu. Yüzyıllardır olduğu gibi bugün de sanki şehri kanatları altına almıştı…
Bratislava, 1993 yılında barışçı biçimde Çekoslavakya’nın Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye ayrılmasından bu yana Slovakya’nın başkenti. Birinci Dünya Savaşı ertesinde ortaya çıkan Çekoslovakya’yı oluşturan iki toplumdan biri olan Çekler varsıl, Slovaklar ise yoksul olarak hafızalarımızda yer etmişlerdi. Hatta 22 yıl önceki bu ayrılışta, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Slovakları sırtlarında yük olarak gören Çekleri, bu yükü artık taşımak istemediklerinden dolayı ayrılığı körükleyen ve kavga-gürültü olmadan bu arzuyu gerçeğe dönüştüren taraf olarak tanımıştık.
O tarihten bu yana köprünün altından çok sular aktı ve Slovakya da tıpkı Çek Cumhuriyeti gibi epeyi yol aldı. Refah toplumu olma yolundaki yarışa Çeklerin hayli gerisinde başladığı için Slovakların bugün geldiği seviye, rakamlara bakıldığında, çok daha çapıcı. Bratislava’yı, Orta Avrupa’da genellikle çok sert geçen kış mevsimi yerini baharın ilk günlerine terk ettiği bir sırada ziyaret ettim. Özellikle, eski şehir dışında kalan yeni nesil binaları, ofis ve alışveriş merkezlerinin yoğunlaştığı bölgelerde gezdiğim sırada, Slovakya’nın 2002-2007 yılları arasında “Tatra Kaplanı” olarak anılmasına yol açan ekonomik alandaki başarısının şehre olan yansımalarını gözlemleyebildim.
Ben bu küçük şehre Slovak Ulusal Tiyatrosu’nun geçtiğimiz sezon prömiyerini yaptığı iki yeni prodüksiyondan biri olan Gounod’nun Romeo ve Juliette operasını izlemeye gelmiştim. Bir durağım Slovak Ulusal Operası ise bir başka durağım, Bratislava’nın bir numaralı senfonik topluluğu olan Slovak Radyo Senfoni Orkestrası’nın abonman konserini izleyeceğim Filarmoni Binası olacaktı.
Eski şehrin doğusuna düşen bu tip yeni yerleşim bölgelerinden birinde yer alıyor Slovak Ulusal Tiyatrosu’nun (Slovenske Narodne Divadlo veya kısaca SND) büyük binası. Tuna Nehri boyunca uzanan Galleria Eurovea adındaki alışveriş merkezi kompleksi ve onun karşısına konumlandırılmış bu büyük sanat kompleksi, yeni Bratislava’nın bir özeti gibi. Varsıllaşan şehir halkının lükse yönelik merakının etkileyici bir mimariyle sembolize edildiği heybetli bir tüketim tapınağı. Benzerlerine Türkiye’nin her şehrinde rastlanabilecek türden bir AVM olan 60 bin metrekarelik bir alana kurulu olan Galleria Eurovea 2010 yılında açılmış.
Slovak mimarlar Martin Kusy, Pavol Panak ve Peter Bauer’in imzalarını taşıyan Slovak Ulusal Tiyatrosu’nun iddialı bir dış mimariye sahip olan projesi 53 başvuru arasından seçilmiş. Opera ve Bale Salonu, Drama Salonu ve Stüdyo adlarında üç performans alanına sahip olan kompleksin en büyük mekânı Opera ve Balo Salonu. Gounod’nun Romeo ve Juliette operasının prömiyerini izlediğim bu salona diğer iki salon da katıldığında toplam 1700 kişilik izleyici kapasitesine ulaşılıyor. Kısaca yeni bina olarak tanınan ve 1986 yılında yapımına başlanan bu sanat kompleksi hayli maceralı geçen 21 yıllık bir sürecin ardından 2007 yılında tamamlanmış. Opera ve Bale Salonu’nun oditoryumu, tasarım olarak Taksim AKM’nin ana salonuna bir hayli benziyor, ama onun gibi iki değil bir balkonu var. Kırmızı kadife koltuklarıyla şık bir görünüme sahip olan oditoryum ve duvardan duvara beyaz mermerle bezenmiş fuaye hoş ve ferah bir ambiyans sunuyor. Ama sanat kompleksinin genel tasarımı için benzeri bir yorumda bulunmak mümkün değil. Slovak Ulusal Tiyatrosu yeni binasının, ne dışarıdan ne de içeriden, üzerinde çok da durulmaya değer bir bina olduğunu söyleyemeyiz. Akılda kalıcı, özgün bir yanı yok, safi cam ve mermerden oluşan bu binanın.
Ama eski bina öyle değil. Bratislava da, pek çok Avrupa ülkesinin başkenti gibi, şehrin tam göbeğinde, ona ruhunu veren görkemli bir tarihi tiyatro-opera binasına ev sahipliği yapıyor. Şu anki binanın yerine taştan dikilen ilk tiyatro binasının yapım yılı 1776. Slovak Tiyatrosu diye bir mefhumun bulunmadığı o devirde kurulan bu ilk tiyatroda eserleri Alman ve Macar gruplar sahnelermiş. Bu eski binanın yerine yapılan şimdiki bina ise 1886 yılında tamamlanmış. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde neo-rönesans üslupta yapılan binanın tasarımı, dönemin ünlü Viyanalı mimarları Fellner ve Hellmer’e emanet edilmiş; 19’uncu yüzyılın son ve 20’nci yüzyılın ilk çeyreğine damgalarını vuran Fellner ve Hellmer, başta tebaası oldukları imparatorluk olmak üzere, Avrupa’nın belli başlı şehirlerinde opera ve tiyatro binaları tasarlamalarıyla ünlenmiş bir mimari ortaklık…
Fotoğraf: Most SNP, Bratislava’nın Tuna üzerindeki en büyük ve ünlü geçişi. Köprünün ayağının tepesinde bulunan camekânlı bölüm şık bir restoran olarak düzenlenmiş. Ziyaretçiler burada bir şeyler yiyip içerken şehrin ve nehrin manzarasını seyredebiliyor. SNP, “Slovak Ulusunun Başkaldırısı” sözcüklerinin Slovakçasının baş harflerinden oluşan
bir kısaltma.
Atlas Ekim 2015 / Sayı 271