“Uzak, yoğun ve karanlık orman” demek longoz. Diğer adı, subasar. Atlas ekibi, devasa ağaçların sık orman örtüsünden sıyrılıp güneşe uzanmaya çalıştığı bu gizli dünyanın kuytularından Trakya Karadeniz’ine uzandı.
Tarihöncesi çağlardan beri meskûn bir coğrafya Trakya. İsmini aldığı Traklardan itibaren pek çok medeniyet görmüş. Bu topraklarda doğduğu sanılan ünlü gladyatör Spartacus, özgürlük savaşçısı olarak tüm dünyaya nam salmış. Antik Roma’ya bağlı bir eyalet olan Trakya, sonrasına uzun süre Osmanlı yönetiminde kalmış ve en son Balkan Savaşları’yla parçalanmış. Bu coğrafyanın Türkiye sınırlarında kalan kısmı bugün bile pek çok etnik kimliği ahenkle barındırıyor: Türkler, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Gacallar, Türkmen Amucalar, Muhacirler, Tatarlar, Dağlılar, Patriyotlar, Çerkesler ve Romanlar… Bir bölümü Makedonya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya’dan gelen göçmenler yerel halkla kaynaşarak Trakyalı olma ruhunu yaşatıyor. Atlas ekibi olarak işte bu çokkültürlülüğe ev sahipliği yapan Kırklareli’de, Trakya’nın kuzeydoğu ucundayız.
YAZI: AYŞEGÜL PARLAYAN – FOTOĞRAFLAR: BÜLENT ÖZALP
Dünyadaki tropikal ormanlarla kıyaslanan İğneada Longoz Ormanları, kendi kategorisinde Türkiye’nin en büyüğü. Bu nadir orman, sınırlarında yer aldığı kentin çokkültürlü yapısını çağrıştırıyor bana. Neden mi? Çünkü kendi içinde ekolojik olarak birbirine bağlı birçok ekosisteme ve zengin biyoçeşitliliğe sahip. Longoz, yani Türkçeleştirilmiş haliyle subasar ormanlar, etrafındaki göller, sazlıklar, kıyı kumulları ve yaprak döken ormanlarla birlikte bir ekosistem zinciri meydana getiriyor. Birinin olumsuz etkilenmesi, diğerlerinin de etkilenmesi anlamına geliyor. Sahile paralel konumdaki ormanlara “subasar” özelliğini veren ise dağlardan Karadeniz’e doğru akan derelerin beslediği Erikli, Mert ve Saka isimli lagün göllerinin, fazla yağış alan ilkbahar dönemlerinde, önlerindeki kumul dolayısıyla yükselen sularla şişerek geriye doğru taşması ve deniz seviyesine yakın düz alanları kaplaması. Kış ve ilkbahar aylarında tamamen sularla kaplı olan, yaz ve sonbahar aylarında ise suyu çekilen bu ormanlar, boyları 30-35 metreye varan karışık ağaçlardan oluşuyor.
SU BASACAĞI ZAMAN YÜKSEĞE KAÇIŞ
Ormanı keşfetmeye, bölgeyi avcunun içi gibi bilen, longozun içinde doğmuş rehberimiz Halil Aydın’la (32) başlıyoruz. Longozda büyümek nasıl bir şeydir, kendisinden dinliyoruz: “İlkokula başlayana kadar hayatım ormanda geçti. Kendimi bildiğim zamanlardan itibaren büyükbaş hayvanların peşindeydim. Elektriğimiz ve suyumuz yoktu. Evlerimiz derme çatma baraka tarzıydı. Kışın çok yağmur yağdığında evlerimizi sel basardı. Ahırları da su basacağı zaman hayvanları alır yüksek tepelere çıkardık.” 2009’da dışarıdan gelen ziyaretçilere longozu gezdirmeye başlamış Halil. 2020’de de İğneada Gezim isimli acenteyi kurarak turizm sektörüne atılmış.
Şimdi Halil ile longozun en büyük akarsuyu olan Bulanık Dere rotasını geçeceğiz. Longoz bambaşka bir dünya… Ormana ilk adımı atmamızla karanlık bir “cangıl”a düşüyoruz adeta. Güneş ışığı dev ve sık ağaçlardan yere zar zor ulaşıyor. Sadece kuş sesleri, çeşit çeşit ağaçlar ve upuzun ağaçlara tırmanmış sarmaşıklar… 472 bitki türünden söz edilen zengin bir ormandayız. Etrafımız türlü ağaçla sarılı. Bir yandan bu türleri tanımaya çalışırken, belli yerlerde dereler eşlik ediyor yürüyüşümüze. Ot bürümüş sulak alanlarda botlar nemleniyor. Ağaçkakanların oyduğu ağaç gövdelerini dikkatle incelerken, bir yaban domuzunun eşelediği çamurlarla karşılıyoruz. O sırada mor kalın kabuklu bir böcek ayaklarımızın yanından telaşla geçiyor. Derken ağaca tutunmuş kocaman bir kav mantarına denk geliyoruz. Bu sulak alanda iri sivrisinekler de bizi beklemiyor değil, ama doğayı hayranlıkla izlemekten ısırıkları ve kaşıntıyı unutuyoruz. Yürüyüşün en güzel kısmıysa çıplak ayaklarla Bulanık Dere’nin kumlarında yürümek!
ÖZEL İZİNLE KISA SÜRELİĞİNE KANO
Ertesi gün gündoğumunda kano yapmak için sözleşiyoruz Halil’le. Günün ilk ışıklarıyla vardığımız Mert Gölü’nde sabah sessizliğinde kanoları suya itiyoruz. Hava serin, su sakin. Etrafımızdaki sazlıklardan yükselen sisle göl daha da gizemli. Kano daha önce hiç kürek çekmeyenlerin bile yapabileceği basitlikte bir spor. Halil göle açılmadan önce en ince detayına kadar bize ne yapacağımızı anlatıyor. Gölün en derin kısmı yaklaşık iki metre olduğundan ve akıntı da olmadığı için tehlike söz konusu değil, ama isteyen olursa can yeleği veriliyor. Kıpırtısız suda ilerliyoruz. Küreğin seslerine kuş sesleri eşlik ediyor. Burada kano adrenalin değil, huzur veriyor insana. Büyüleyici bir tecrübe.
İĞNEADA’NIN VİRAJLI YOLLARINDA
Kia’nın katkılarıyla hazırladığımız İğneada dosyasında Atlas ekibi markanın Stonic modelini test etti. Deneyimleri şöyle: “İğneada ve çevresinde çekim yapabilmek için çoğunlukla alternatifi olmayan, kilometrelerce ilerleyen girintili çıkıntılı, bazen ani frenler gerektiren orman yollarında ilerleniyor. Bu yollarda motorlu araç kullanımına izin veriliyor. Ancak yol kenarlarında otlayan hayvanlar ya da önünüze birden atlama ihtimali olan yaban hayvanlarına karşı yavaş gitmekte fayda var. B SUV segmentindeki Stonic model aracın yerden yüksek yapısıyla görüş hâkimiyetini artırarak arazide işimizi kolaylaştırdığını söyleyebiliriz. Otomatik vites geçişleri akıcıydı. 1.4 motoru, ekonomik benzin tüketimi anlamında oldukça iyiydi. Yağış veya sis nedeniyle görüş mesafesi düştüğünde nokta atış aydınlatma yapabilmesi ve park ederken geri görüş kamerasıyla arkamızda hayvan olup olmadığını kontrol edebilmesiyle bize iyi bir yol arkadaşı oldu.”
Konunun tamamı Atlas’ın Temmuz sayısında. Satın almak için tıklayın