Doğu Karadeniz’de yayla ve sis ayrılmaz bir ikilidir. Yerel deyişle “duman” bazen günlerce dağılmaz, yaylacıları güneşe hasret bırakır. İşte o zaman yaylacılar güneş duasına çıkar, sis kovma törenleri yaparlardı. Yaylacılık eski önemini yitirir, yaylalar ısınan iklimden payını alırken bu törenler de yapılmaz oldu.
YAZI: MUSTAFA DUMAN (1984’ten bu yana halk kültürü üzerine derlemeler, araştırmalar yapıyor. Nasreddin Hoca ve 1616 Fıkrası ile Trabzon Halk Kültürü’nün aralarında bulunduğu 22 kitabı bulunuyor.)
FOTOĞRAFLAR: TURGUT TARHAN
Doğu Karadeniz’de eskiden gelişmiş bir yaylacılık geleneği vardı. Her yıl mayıs ayının 15’inden sonra topluca yaylaya çıkılmaya başlanır, eylül başına kadar da orada kalınırdı. Yaylalarda sis ve ardından gelen yağmurlar sık görülür, bu da çayırların kurumasını engellerdi. Peki yağmurlar durmadığında, sis çöküp günlerce gitmediğinde yaylacılar ne yapardı? Bu soruya yanıt aradığımızda, özellikle Doğu Karadeniz ve Azerbaycan’da, “Güneş Duası”, “Kuçkuçura”, “Gus Gus Tera”, “Babra Bubrik”, ya da “Sis Kovma” denilen bazı törenlerin yapıldığını görüyoruz. İşte bura da, o törenlerden küçük bir derlemeye yer veriyoruz. (En üstteki fotoğraf: Rize Çamlıhemşin’deki Avusor Yaylası’nda araç yolu olmayan evlere katır sırtında, sisli tepeler aşılarak erzak taşınıyor. )
TRABZON’DA KUÇKUÇURA
Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Doğu Karadeniz halk ağzından derlemeleri yayımladığı 1945 tarihli kitabında, Trabzon’un Yomra ilçesi ve Rize’den derlediği güneş duası tekerlemelerini ayrıntılı anlatır. Buna göre, Trabzon yöresindeki bir inanışa göre, ateşe kına dökülürse yağmur durur. 41 kel adamın adlarını birer birer sayarak bir ipe 41 düğüm atılır ve bu ip kıbleye bakan bir duvara asılırsa gene yağmur durur. Sürmene’de ise bir kırmızı kukla hazırlanır, değneğin ucuna takılır, bu kuklayı tutan önde olmak üzere, yöre çocukları evlerden mısır unu, yağ ve kaymak toplayıp kuymak yapar, bir kısmını da kayalara serper. Kargalar kuymağı yerse sisin gideceğine inanılır.
Bu eski âdetleri derlemek üzere Trabzon’un Şalpazarı ilçesinde görüşülen bir kişi, sürekli yağan yağmuru durdurmak için yapılan töreni şöyle anlatır: “Köy halkı camiden çıktıktan sonra toplanır, bir koyun veya toklu alır, hoca önde, onlar arkada, dua ederek bir evliyanın mezarının yanına gelirlerdi. Çocuklar en arkada yer alır, dualara “amin” derdi. Evliyanın mezarının yanında kurban kesilir, eti parçalanır ve çoğunlukla çocuklara dağıtılırdı. Tören yapanlar, evliyanın mezarının yanından dağılana kadar yağmur kesilirdi.” Bu kaynak kişinin anlattığına göre, havalar kurak olduğunda, yağmur yağması için de aynı tören yapılırdı.
SİS KOVMA TÖRENİ
Güneş duasına bazı yerlerde “sis kovma” da denir. Yapılan tören ve söylenen tekerlemeler aynıdır. Sürmene yaylalarındaki -yöredeki söyleyişle- “sis koğma” töreninde, yoğun sisin birkaç gün devam etmesini fırsat bilen gençler bir araya toplanarak evleri sırayla gezmeye başlar. Topluluğun önünde bulunan iki kişinin elinde, süpürgeden yapılmış bir insan kuklası vardır. Bazıları da boş kaplar taşır, evlerden aldıkları kaymak, yağ ve peyniri bu kaplara doldururlar. Kapıda fazla bekletilmeleri halinde isteklerini şu tekerlemeyle tekrarlarlar:
“Gucgucura ne istersun
Allah’tan güneş isterum
Hatunlardan baş yağ isterum
Verursan ver gidelum
Vermezsan kov gidelum.”
İsteklere cevap vermeyen evlerin kapılarında çeşitli yaramazlıklar yapılır. Tüm evler gezildikten sonra önceden tespit edilen bir yere gidilir. Ateş yakılarak toplanan malzemelerle bolca kuymak yapılır. Kuymağın yüzünde oluşan yağın bir kısmı kaşıklarla güneşi davet etmek için sisin üzerine doğru serpilir.
Trabzon Maçka’dan derlediğimiz Kuçkuçura uygulamalarında, kemençe ve türkücülerin katıldığı törenlerin yanı sıra yalnızca çocukların yaptığı uygulamalar da var. Burada farklı olarak, çocuklar evin önünde yere çömelerek birlikte tekerleme ve türküler söyler; yöre deyişiyle “kuçuras” dururlar.
Maçka-Hamsiköy yaylalarında ise tüm evler dolaşıldıktan sonra geniş bir çimenlik alanda toplanılır. Ortaya dikilen bir kazığa takılan bir ince ağacın uçlarına oturanlar, asılanlar ağacı döndürerek tekerlemeler söyler ve eğlenirler. Bu arada toplanan yiyeceklerden yapılan kuymak ya da hoşmeri yenir. Kuçkuçura töreni sırasında toplanan yiyecekleri kazanla taşıyan oyuncu hiç konuşmaz. Kazan boşalınca bu oyuncunun başına geçirilir ve dümbelek gibi çalınır. Bu gösteriyle oyun biter, ertesi gün güneşin çıkacağına inanılırdı.
GÜNEŞ AÇTIRMA MUSKASI
İsmet Zeki Eyuboğlu’nun yazdığına göre, yine Trabzon’da sisli ve yağmurlu günlerin sona ermesi için “cinci” denilen kişilerce bir ritüel uygulanır ve muska yazılırdı. Buna göre, ritüel şöyle düzenlenir:
Kendisine muska yazması için müracaat edilen cinci evde, ocak başında, yere kömürle bir daire çizer ve güneş alması istenen bölgelerin sınırlarını gösterir. Cinci bu dairenin çevresinde yedi kez döner. Her dönüşte Şems (Güneş) suresini okur, dört yana üfler. Sonra da kırk rekât niyaz namazı kılar. Üç gün bekler. Üçüncü günün akşam namazından sonra, Şems suresini bir kâğıda yazar, kâğıdı bir kat muşambaya sarar, muşambayı eritilmiş balmumuna batırır, soğuttuktan sonra muska için kendisine gelene verir. Muska tarlaya, çayıra, ya da yüksek bir ağaca asılır. Ağaç yoksa en yakın tepenin doruğunda bir taşın altına saklanır. Sonraki yedi gün içinde güneşin açacağına inanılır.
RİZE’DE “BABRA BUBRİK” VE “HEYVA HEYVA”
Rize’de güneş duasının bildiğimiz kadarıyla ilk yazılı tespiti Ahmet Caferoğlu tarafından yapılmış. Caferoğlu, Pazar’ın Horti Köyü’nden derlediği “Babra Bubrik” törenini şöyle açıklar:
Çocuklar, yaylayı kaplayan kesif sisin kalkması için çalı süpürgesinin beline küçük bir ağaç takıp elbise giydirerek onu bir “ağaç bebek” haline getirir. İş biter bitmez, onunla grup halinde yayla evlerini dolaşarak, hep birden aşağıdaki türküyü söylerler. Ev sahibi kaymak, yağ, un, tuz vb. verir. Toplanan erzak bir kazanda pişirilerek höşbere (höşmeri) yapılır ve sisin dağılması için ateşe atılır. Böylece Güneş Duası bitmiş olur.
“Babra bubrik ne ister
Kaşuk kaşuk yağ ister
Folden yumurta ister
Tekneden kaymak ister
Verenin oğli olsun
Vermeyenin de kör-topal kızi olsun
Allah’tan güneş ister.”
Rize Çayeli’de gençlerin düzenlediği törenlere ise “Heyva Heyva” denir. Uzun süren yağmurlu ve sisli havalarda gençlerin en büyüğü önde, yine evler gezilir. Bu sırada şu tekerleme söylenir:
“Heyva Heyva
Kış çıksın da yaz gelsin
Tepeler güneş ister
Irmaklar serin ister
Tekneler kaymak ister
Kaşık kaşık yağ ister
Petek petek bal ister
Verenun ocağı şen olsun
Vermeyenun ocağı sirhanluk kalksun.”
Ev gezmesinde dua edilince hep birden “amin” denir. Evlerden un, yumurta, peynir, yağ verilir. Tören sonunda çocuklar denizin görülebileceği yüksek bir yere çıkarlar. Orada toplanan malzemeden muhlama yapar ve yerler. Burada “Heyva” sözcüğünün “Hava”, sözcüğünden geldiği anlaşılmaktadır.
Bir Geleneğin Son Şahitleri
Yazı ve fotoğraflar : HAKAN SÜMER
Trabzon yaylalarında yapılan son sis kovma ritüellerinden birine, 2007 yılında bir belgesel ekibi şahitlik etmişti. “Guza Guza” adlı belgeselin danışman ve rehberi Hakan Sümer, bu deneyimi Atlas için yazdı.
Öğretmenlik yaptığım Trabzon Sürmene Lisesi’nde yöre kültürünü didik didik eden Tekne adında bir dergi çıkartıyorduk. Burada “guza guza” ile ilgili yazdığım bir yazı Anadolu Üniversitesi TV yapım ekibinden Zeki Akın’ın dikkati çekince bana ulaşmış, yedi kişiden oluşan ekiple 2007 yılının Temmuz ayında, sis kovma ritüelini belgesele dönüştürmek üzere Sürmene’de buluşmuştuk.
Ancak kafamızda iki önemli soru işareti vardı: Birincisi, bu geleneğin devam ettiği bir yayla bulabilecek miydik? İkincisi, bulsak bile yaylalara duman gelecek miydi? Duman olmayan yerden “guza guza” çıkmazdı. Üstelik belgeseli
çekmek için sadece 10 günümüz vardı.
Güzergâhımızı Ablayaras, Yurt, Öküzlü, Ağaçbaşı, Seslikaya, Vizara, Sultanmurat, Boğalı, Taşlı, Arpalı yaylaları ve çevresi oluşturuyordu. Kahvaltıdan sonra minibüse atlıyor, gün batıncaya kadar enfes manzaralar kaydediyor, yayla sakinleriyle röportajlar yapıyorduk. Bu sırada sis kovmayı da soruyorduk. “Onlar kocakarı masalıydı” demişti bir defasında yaşlı bir amca alayla; “Kocakarılar bize derdi ki, “gidin gusgun yapun, duman gitsin!” Yau gider mi hiç öyle duman, Allah’un işine garuşulur mi?” Peki, dumanın gittiği olur muydu? Bu sefer amca da, etrafında ona destek veren yaşlılar da bir anda ciddileşip sarsıntısız bir inançla cevaplamıştı: “Yüzde 90 giderdi!”
Yöre insanının kaymak toplanırken söylediği tekerlemede, kaymak vermeyen kadının hamur teknesine pospol (büyük fare) düşeceği geçiyor. Bunu sorduğumuz bir yaşlı kadın önce, “böyle şey olur mu?” diye gülüyor. “Peki, sen kaymak vermez misin?” diye sorunca da “Uu, vereceksun tabii! Bir kaşuk kaymak için… Korkarum!” diyor. Bu “kocakarı masalı”nı ne kadar reddetmeye çalışsalar da; kuymak yapınca sisin gideceğine, kaymak vermeyince hamura pospol düşeceğine inanmadan duramıyorlardı.
Bu yaşlıların çoğu, çocukluklarında dağa taşa kuymak çalarak yaylaya çöreklenen dumanı kovmuştu. Ama artık şartlar çok farklıydı. Bir kere, eskisi gibi yayla yaşamını beyaz bir zindana çevirecek uzun süreli sisler olmuyordu. Diyelim sis oldu, onu kovacak çocuk yoktu artık yaylalarda. Çocukları da bulduk diyelim, ritüelin diğer olmazsa olmazı, kaymak bulabilecek miydik? Kaymaksız kuymak olmazdı. Kuymaksız da sis kovulamazdı.
Biz, ritüeli çekemeden mi döneceğiz diye endişelenirken, canı kuymak çeken bir amca da “yiyemeden döneceğiz galiba!” diye isyan ediyordu. Yaylalarda hayvancılığın bittiğini, koca yayladaki hayvan sayısının eskilerde sadece bir evin ahırındaki hayvan sayısından bile az olduğunu söylüyordu.
Ekibin narin tenini yakıp kurutmak için yayla güneşine iki gün yetmişti. Suratımız pancar gibi kızarmış, dudaklarımız fena halde çatlamıştı. Sık sık kafamızı gökyüzüne kaldırıyor, havanın bozacağına dair bir iz arıyorduk ama nafile! Ne dumanı, ne de dumanı kovacak çocukları bulabilmiştik henüz. Zamanımız hızla tükeniyordu.
Yayla sakinleri -biraz da bu beyhude çabamıza üzüldüklerinden olsa gerek- “falanca yaylada çok çocuk var, belki orada yapılıyordur” diye yol gösteriyor, fellik fellik gökte bulut, yerde çocuk arıyorduk. Öküzlü Yaylası’ndaki gençlerin birkaç yıl önce “gusgun” yaptığını öğrenince heyecanla oraya koştuk. Aynı gün Boğalı Yaylası’nda bir genç de yakın geçmişte yaptıklarını söyledi. Artık bize dumanı beklemek kalmıştı. Sanki çocukları bulmamızı beklemiş gibi sekizinci günün sabahı duman göründü. Sevincimize diyecek yoktu! Doğanın zamanlamasının önünde saygıyla eğilip, ekipmanları yüklediğimiz gibi Öküzlü yoluna düştük.
Sis kovan ritüeli gözlerimizin önünde yapılıyordu işte. Grubun önündeki çocuk peştamaldan bir bayrak taşıyor, hep birlikte bağırıyorlardı:
“Gud gurunca gud isteriz
Allah’tan güneş isteriz.
Hatunlardan kaymak isteriz.
Verene bereket,
Vermeyene tüylü sıçan!”
Bir gün önce güneşten kavrulurken, şimdi temmuz ortasında giydiğimiz kazaklar bile fayda etmiyordu. Dumandan göz gözü görmüyor, bu sırada aralıksız görünmez bir yağmur yağıyordu. Yaylacıların dumanı neden kovmak istediğini şimdi daha iyi anlıyorduk.
Ertesi gün de Boğalı Yaylası’nda sis kovuyoruz. Çocuklar yayla evlerini tek tek dolaşıp hatunlardan kaymak topluyor, ardından taşlık bir yerde kuymak pişiriyordu. İnanışa göre, bu ritüelin amacına ulaşması için gruptaki herkesin kuymaktan birer kaşık yemesi gerekiyordu. Birer kaşık alıp kalanı hep birlikte taşlara çarptık.
Gün bitmeden toparlanıp ilçeye indiğimiz için dumanın gidip gitmediğini bilemiyoruz, ama bildiğimiz bir şey var ki, kuşaklar boyu devam eden bu yayla geleneğine belki bir daha hiç şahit olamayacağımız.
“Guza Guza”yı izleyin
“Guza Guza” Bu benzersiz ritüeli Atlas ile paylaşan yönetmen Zeki Akın’a teşekkür ediyoruz.
Yapım yılı: 2007
Süre: 15 dakika.
ATLAS · KASIM 2020
ATLAS KASIM 2020 SAYISINI SATIN ALMAK İÇİN TIKLAYINIZ
1 yorum
karadenize bayılıyorum harika bir yer gerçekten