Anasayfa KeşfetDoğa Coğrafya İnsan ve leylek: Bin yıllık dostluk

İnsan ve leylek: Bin yıllık dostluk

Özge Çolak

Uluabat, nam-ı diğer Apolyont Gölü’nde bir insan ile bir leylek arasında iyiliğe inancımızı tazeleyen bir dostluk yaşanıyor.

Yaren Leylek ile Balıkçı Adem Yılmaz’ın başrolleri paylaştığı bu çağdaş masal, Anadolu’da yüzlerce yıldır yaşanan bir dostluğun son halkası aslında.

YAZI: Özlem NUMANOĞLU

FOTOĞRAFLAR: Alper TÜYDEŞ – Tolga İLDUN

Adını Işık Tanrısı’ndan alan bir göl. Üstünde bir kayık. İçinde bir insan, bir de leylek. Kıpırtısız suda ağır ağır ilerliyorlar. Adam havaya bir balık atıyor. Leylek çevik bir hareketle kapıyor. Bir masal değil bu… Balıkçı Adem Yılmaz ve Yaren Leylek’in Eskikarağaç Köyü’nde her bahar tazelenen gerçek hikâyesi.

Yaren Leylek, Adem Amca’nın kayığına ilk kez konalı dokuz yıl olmuş. İki arkadaş günler, aylar, yıllar boyunca -kimselere sözünü etmeden- göle kayıkla açılmış, havaya balık atma-kapma oyunu oynamış, vakit geçirmiş. Ta ki Karacabey’de yaşayan kuş fotoğrafçısı Alper Tüydeş, kulağına gelen bu gerçeküstü hikâyeyi kendi gözleriyle görene kadar.

Leyleklerin gördüğü bakış açısıyla Eskikarağaç Köyü (TOLGA İLDUN)

Tüydeş’in bu dostluğu belgelediği sembol fotoğraflardan biri, bugün Eskikarağaç’ta köy kahvesinin karşı duvarında asılı. O kahvede oturup, birer çay söylüyoruz. Fotoğrafı çeken Alper de bizimle. Az sonra Adem Amca da yüzünden eksik olmayan gülümsemesiyle çıkageliyor. Geçen yıl 27 Şubat’ta yuvasına konan Yaren ise henüz ortalarda yok. Oysa Mart ayının ilk haftasındayız. Acaba bu yıl gelir mi, gelmez mi konuşulurken, “tarlada bir leylek görüldü” duyumu ulaşıyor kahveye. Yaren mi? Yuvasına gidip görene kadar emin olmak mümkün değil.

Köy kahvesinde leylek sohbeti (TOLGA İLDUN)

Adem Amca 66 yaşında. 12 yıl önce köyüne dönüp balıkçılığa başlayana kadar Bursa’da mandıracılık yapıyormuş. Artık her sabah 8’de evinden çıkıyor, birkaç metre yürüyor ve kayığını sazlıkların arasından itekleyip göle açılıyor. Baharla beraber bu rutinine Yaren de katılıyor. Almanya ve Avusturya’da ders kitaplarına giren, Yunanistan’da bir gölge oyununa konu olan, Prag’da en iyi belgesel ödülüne uzanan hikâyeleri tekrar tekrar yazılıyor. Fotoğrafçı arkadaşım Tolga, “benim de bir ünlüyle fotoğrafım olsun” diye şaka yollu selfie talebinde haksız sayılmaz yani. “Gördün mü muhtar” diyor Adem Amca tatlı tatlı; “Seni çekmiyorlar, beni çekiyorlar. Bende bir leylek var, sende bütün köy!” Yaren’in isim babası muhtar Rıdvan Çetin de gülüyor bizimle.

Eskikarağaç, leylek fotoğraflarıyla bezeli bir açık hava galerisini andırıyor. (TOLGA İLDUN)

O sırada bir çift sürmeli göz tepede dikkatle bizi izliyor: Bu yıl Yaren’in köye en önce gelme rekorunu egale eden güzeller güzeli bir başka leylek. Uzun yolculuğundan henüz dönmüş. Yerinden kalkmaya mecali yok. İyice zayıflamış. Süt beyazı gövdesi kir içinde. Arada çırpı bacakları üstünde doğrulup uzun ve kırmızı gagasıyla tüylerini temizliyor. Sonra yeniden yatıp, gözlerini kahveye dikiyor. Onun da bir ismi var mı? “Hepsine isim koyacağım” diyor muhtar, “onun adı da Çağrı olsun.” Çağrı, iki buçuk yaşında, kocaman altın bukleleriyle köye neşe saçan bir ufaklık aslında. Aynı zamanda, bu leyleğin yuvasına en yakın evin de en küçük bireyi. Bu da o ev halkına, Çağrı’nın sorumluluğunu yüklüyor.

Eskikarağaç’ın karşısındaki Gölyazı’da bir yuva kurtarılıyor.  (FRANZISKA ARICI)
 

Eskikarağaç’ta her leyleğin bir “koruyucu aile”si var. Küçükler “benim leyleğim önce geldi” diye yarışıyor.

Eskikarağaç’ta her leyleğin bir “koruyucu aile”si var. Yuvaların altındaki tabelalarda bir dizi uyarıyla beraber (“sessiz olun”, “drone uçurmayın”, “korna çalmayın”, “yuvaya çıkmaya çalışmayın” vb.) bu ailelerin isimleri yazıyor. O ailenin en küçük bireyi tanımı özellikle vurgulanıyor ki ağaç yaşken eğilsin. “Benim leyleğim en önce geldi” yarışı, mekanik buzlarımızı eriten sıcak bir rekabet konusu burada hâlâ.

“Leylek ambulansı” (FRANZISKA ARICI)

LEYLEĞE ZARAR VERENİN VAY HALİNE

Adını Avrupa Leylek Köyleri Birliği’ne yazdırmış bir köyde yapılacak en büyük hata, bir leylek yuvasına zarar vermektir hiç kuşkusuz. Köy ahalisi, aracıyla geri geri giderken direğe çarpıp meydandaki yuvayı (içindeki yavrularla beraber!) düşüren kişiyi unutmamış, üstüne nasıl yürüdüklerini anlatıyorlar bir ağızdan. “O korkuyla bir daha köye gelemez” diyor içlerinden biri. Bir diğeri suç kapsamını daha da genişletiyor: “Hele birisi taş atsın o yuvaya… Yiyorsa atsın bakalım!”

Uluabat Gölü etrafında Eskikaraağaç’ın Leylek Köyü seçilme sebebi, ulaşım kolaylığı, göl kıyısında olmanın getirdiği estetik değer ve dönemin muhtarının yakın ilgisi olmuş. Adem Amca ile Yaren bir arada. (ALPER TÜYDEŞ )

Halk takvimi leyleklerin geliş zamanı (amed-i laklak) olarak şubat sonuyla mart başını işaretliyor. Leylekler, Afrika’daki kışlıklarından yola çıkıyor, göçleri iki ila dört ay sürüyor ve nihayetinde üreme alanlarına ulaşıyorlar. Onların gelişiyle havalar da ısınmaya başlamış oluyor. Bunun bir izdüşümü olarak Eskikaraağaç’ta bademler pembe çiçeklerini yollara dökmeye başlamış. Köyün 300 yaşındaki eğri büğrü dut ağacı uykusundan uyandı uyanacak. Köy camisinin tarihi minaresi, ayakucundaki Osmanlı kale kalıntısı, yanı başındaki mermer sütun ve lahit parçaları kim bilir kaçıncı baharlarını karşılamaya hazırlanıyor. Horozlar kabarıp dik dik bakıyor. Hepsine hürmetlerimizi sunup Yaren’in yuvasına yollanıyoruz.

Eskikarağaç’ın Leylek Yürüyüş Yolu’ndaki tabelalar bir espriden ibaret değil. (TOLGA İLDUN)

Ama şöhretli leyleğimizin yuvası hâlâ boş. Köylülerin hesaplarına göre Yaren’in yaşı 25’in üstünde olmalı. Genç sayılmaz. Ancak yuvasına hızlı ulaşan bir “erkenci” olarak, Adem Amca’yı göç takvimine alıştırmış. Tam da bu yüzden arada umudunu yitiriyor Adem Amca. “Galiba gelmeyecek. İhtiyarladı artık” diyor. Sonra bir ümitle soruyor: “Bazen yattığı yerden gözükmüyor, orada olmasın?”

NEREDE O ESKİ LEYLEKLER

Hikâyemiz Yaren’i izliyor belki, ama leyleklerin sayıları geçmişe göre önemli ölçüde azaldığı için her birinin yolu hasretle bekleniyor. Köyün yaşayan hafızası Bakiye İnce (85), Eskikarağaç’ın 150 hanesinin de dolu olduğu günleri anarak, “her evin bir leyleği vardı” diyor. “Leylekler geldi mi kocakarılar çıkıp “huuu komşular, leylekleriniz geldi” diye bağırırdı. Leyleklerimiz takırdadı mı, bütün köy oynardı. Ne koyak koyak takırdarlar, coşarlar, kanatlarını açıp açıp, yere yatıp yatıp kalkarlardı!

Mübadeleden birkaç yıl sonra doğmuş Bakiye Teyze. 12 odalı eski bir Rum konağında büyümüş. Konağın dört başındaki leylek yuvalarını hatırlıyor. Sonra da betonarme evini başıyla gösterip, “şimdi bunun neresine koysun leylek yuvasını?” diyor. Oturduğu yerin hemen ardında, mermer zeminini ot bürümüş, çatısı büsbütün yok olmuş eski Ortodoks kilisesi onu sessizce onaylıyor sanki.

Leyleklerin zayıf yavrularını yuvalarından attıkları bilinir. Bakiye Teyze’den dinlediğimiz bir inanışa göre, bir leylek Akdeniz’i geçtiği zaman “bir yavrumu şehit edeceğim” der, yumurtalar kırılıp da yavrular çıkınca sözünü yerine getirirmiş. Bu sebeple köy halkı yuvadan atılan yavrulara elini sürmez, “leylek kurban attı” dermiş.

Bugün köyün insanı da, leyleği de azalmış. Sadece 300 kişi, birkaç tane de leylek yuvası… Bakiye Teyze’nin özlemle andığı o eski dünya yok artık. Leylekler, geçen yüzyılda sanayileşmeyle beraber ziyaretlerini de gitgide azaltmış. Sadece Eskikaraağaç’ta değil, Anadolu’nun her yerinde… Türkiye’de leyleklerle ilgili en eski çalışmalardan birini gerçekleştiren Alman ornitolog Hans Kummerlöwe (Nazi ordusunda görev yaptığı için sonradan soyadını Kumerloeve olarak değiştirmiş), ilk gözlemlerini 1933’te yapmaya başlamış. 1988 tarihli çalışmasında ise, “Türkiye’de leylek gibi şöhretli bir türün azalmasını ve sonunda yok olmasını durdurmak için tüm doğal çevrenin daha etkin bir şekilde korunmasına ihtiyaç olduğu”nu yazmış.

Zayıflamış ve kirlenmiş halde yuvalarına ulaşan yorgun leylekler, bahar yağmurlarıyla yıkanıyor. (TOLGA İLDUN )

Leylekler uzun göç yolculuklarında zehirlenmeden avlanmaya dek türlü belayla karşı karşıya.Binlerce kilometrelik uçuşları sırasında, ölüm saçan elektrik hatlarını, karşılarına çıkan uçakları, tarım ilaçlarıyla zehirlenmiş tarlaları ve sanayi atıklarıyla kaplı arazileri/suları aşmaları gerekiyor. Bu tehlikeli yolculuğun son durağına ulaştıklarında da yuvaları kaldırılmış, yaşam alanları bozulmuş olabiliyor. Eskikaraağaçlıların tabiriyle leylekler “önce ovaya, sonra yuvaya” gider. Yakın çevrede ihtiyaç duydukları yiyecekleri bulamazlarsa, orada yuva yapmazlar. Tatlı su kaynaklarına yakın geniş arazileri, sulak-kuru çayırları severler, çünkü buralar onlara leylek menüsünün baştacı böcekleri, fareleri, solucanları, balıkları, kurbağaları, yılanları bulabilmeleri için ideal ortam sağlar. Anız yakılması, habitat yapısı ve tarım deseninin negatif yönde değişmesi, leyleklerin ziyaretlerini azaltır.

Bu bakımdan leylek, tüm kuş türleri gibi bir “gösterge” (indikatör) aslında. “Yani bir bölgede doğal hayat açısından bir sorun varsa, bu soruna ilk tepki veren canlılar arasında, üstün hareket kabiliyetleri ve içgüdüleri ile kuş türleri yer alır” diyor biyolog ve kuş bilimci Ferdi Akarsu. “Leylek etçil bir tür olarak besin piramidinde üst sıralarda yer alıyor. Dolayısıyla kuş türleri bir bölgede sorun yaşarsa, büyük oranda piramidin daha altındaki grupların da sorun yaşayabileceği varsayımını yapabiliriz.” Kısacası, leyleklerin bolca bulunduğu bölgelerde, ekolojide sağlıklı işleyen bir sistemden söz edilebiliyor.

NEDEN İNSANLA BU KADAR YAKIN?

Uluabat çevresinde leyleklerden sevgiyle söz etmeyen birilerine rastlamak güç. Ama Anadolu’da uğurlu sayılan bu güzel kuşa “lanet” deyip yuvasını civarında istemeyen hiç yok mu? Çok az da olsa var tabii. Leyleklerin gagalarını vurarak çıkardıkları “tak tak”tan öte bir sesleri olmasa da, iri cüsseleri ve kocaman, ağır yuvalarıyla gürültüye sebebiyet verebilmeleri, yuvalarına yılan ve fare taşımaları, yuva altındaki araçların üstünün kuş pisliğiyle kaplanması dostane olmayan tavırların başlıca sebebi.

Prof. Dr. İsmet Arıcı ve Franziska Arıcı

Prof. Dr. İsmet Arıcı ile beraber Eskikarağaç’ın Avrupa Leylek Köyü Ağı’na dahil edilmesine ön ayak olan ziraat mühendisi Franziska Arıcı ise madalyonun diğer yüzünü çeviriyor: “Bir köyde, bir leyleğin yuvası bozulmuştu. Marangoz yeni yuva yapıp, çatının üstüne koydu. Köylüler, “boşuna uğraşmayın, gelmez” diyordu. Leylek bekledi bekledi… Sonra bir kanat çırptı, hızını aldı, geldi yuvanın üstüne oturdu. İki lak lak etti, herkes alkışladı.”

Leylekler her yere yuva yapmıyor, her yuvaya gelip konmuyor. Kızılırmak Deltası’nda leylek yuvalarının çoğu dişbudak ağaçlarına kurulu. Uluabat Gölü çevresinde ise bu güzel kuşlar insanlara olabildiğince yakın. Yaren’in yuvası örneğin, köyün en güzel yerinde. Karşısında Halil Bey ve Şeytan Adaları uzanıyor. Birkaç metre aşağısında Adem Amca’nın kayığı, birkaç metre ötesinde de koruyucu ailesinin terasını görüyor. Kayıktan arta kalan zamanlarda, bu terasta, evin küçük kızı Beyza’nın attığı balıklarla besleniyorlar ailece.

Adem Amca birkaç gün gecikmeli de olsa leyleğiyle buluştu. Yaren ara sıra başka kayıklarda gönül eğlendirse de, dönüp dolaşıp Adem Amca’yı buluyor. Masallara layık ikili, gölün durgun sularında bir 21’inci yüzyıl masalı yazıyor. Gidin, kendi gözlerinizle görün.

Bu yazıda, Dr. Ömer Döndüren’in Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü için hazırladığı Gediz Nehri Havzası leyleklerine dair doktora tezinden (2015) yararlanılmıştır.

Bölgede, kaza ve doğal yollar sonucu ölen yaban hayvanlarının doldurularak sergilendiği Tahnit Müzesi. (TOLGA İLDUN )

 

NEREDE HAYVANCILIK, ORADA LEYLEK

Eskikaraağaç’ta büyükbaş hayvan varlığının sona ermesi ile leylek sayısı da azalmış. Yıllardır otlatılmamış meralar; uzun ve sert sazlıklar, yem değeri düşük bitkiler ve çalılarla kaplanmış. Bir zamanlar sayıları yüzlerle ifade edilen leylek yuvalarının sayısı günümüzde bir elin parmaklarını geçmez olmuş. Hayvancılık devam etseydi, bugün tablo farklı olur muydu? Muhtemel cevabı, gölün karşı yakasındaki Karaoğlan Köyü veriyor. Özellikle mandıracılık faaliyetinin yoğun olarak devam ettiği Karaoğlan’da 30’a yakın leylek yuvası bulunuyor. Eskikaraağaç’ta atılan akıllıca bir adım ise leylekleri köyde tutacak ve başka türleri de buraya çekecek gibi görünüyor. Avrupa Leylek Köyleri Birliği’nin çatı kuruluşu Avrupa Doğayı Koruma Vakfı’nın (EURONATUR) kaynak sağladığı projeyle ıslak meraların canlandırılması esas alınıyor. Bunun anlamını Prof. Dr. İsmet Arıcı anlatıyor: “Gölün yanındaki bin dekarlık mera, 1-2 metre yüksekliğinde sazlıklarla kaplıydı. Leylekler bile giremiyordu. Projemiz kabul edilince sazlıklar biçildi. Hayvan barınağı yapıldı. Biga ve Susurluk dağlarından yabani boz ırk sığırlar getirildi.”

Sonuç mu? Sığırlar otladıkça bitkiler kısaldı, yararlı otlar hâkimiyeti ele geçirdi. Kurbağa, fare, sülük, solucan ve omurgasız canlı çeşitleri çoğaldı. Yeni ekosistem su kuşlarını bölgeye çekti.

Osmanlı döneminde Balkanlar’dan Anadolu’ya taşınan koruma altındaki yabani boz ırk sığırlar, ıslak meraları canlandırmak için Eskikarağaç’a getirildi. (ALPER TÜYDEŞ)

 

Eskikarağaç’ın göl yanındaki ıslak merası, özellikle suların yükseldiği dönemde leyleklerin yanı sıra pelikan gibi diğer su kuşlarını da ağırlıyor. (ALPER TÜYDEŞ)

 

LEYLEK DOSTU KÖY NEDİR?

Eskikarağaç’ın Avrupa Leylek Köyü Ağı’na dahil olması 2011’e denk gelse de Leylek Dostu Köyler Projesi Uluabat Gölü çevresinde 2004’ten itibaren yürütülüyor. Ziraat Mühendisi Franziska Arıcı ve o dönem Uludağ Üniversitesi’nde görev yapan Prof. Dr. İsmet Arıcı’nın göl çevresindeki köylerde yaptığı yoğun çalışmalar sonucu, leyleklere dair farkındalık günden güne arttı. Leylek ölümlerine sebep olan elektrik hatları yenilendi-izole edildi- ve yeraltına alındı. Leyleklerin elektrik tellerini karanlıkta görebilmesi için parlak işaretler takıldı. Ahşap-çelik konstrüksiyondan yapay yuvalar kuruldu. Uludağ Üniversitesi Kuş Gözlem Topluluğu’ndan öğrenciler köylülerle birebir çalıştı, yaralı leylek bulunca harekete geçildi. Leylek Şenliği başladı. Köylülere ekonomik kazanç kapısı açıldı. Arıcı çiftinin girişimleriyle köyün Avrupa Leylek Köyü Ağı’na girmesinin ardından, Eskikarağaç’ta kuş gözlem kulesi, tahnit müzesi, kadın lokali açıldı. Devlet, özel şirketler, üniversite, sivil toplum ve yerel halkın işbirliğinin iyi bir örneği kısacası.

UZMAN GÖRÜŞÜ

Dr. Ömer Döndüren Biyolog (Ornitolog)

ÜLKEMİZDE KUŞ ÇALIŞAN ÇOK FAZLA AKADEMİSYEN BULUNMUYOR. Bu da, özellikle leylek gibi geniş dağılımlı bir türü çalışmayı zorlaştırıyor. Arazide çok vakit geçirmek, çok yol yapmak gerekiyor. Maliyeti yüksek. Tez çalışmamı yaptığım 2011-13 döneminde henüz Türkiye’deki yuva sayısını bile bilmiyorduk. Bu dönemde Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ile Ege Üniversitesi ortaklığında yapılan leylek popülasyonu tespit çalışmalarında, tüm Türkiye’de 8 bin 683’ü aktif olmak üzere 9 bin 881 leylek yuvası sayıldı. En son güncel rakam budur.

LEYLEĞİN DÜNYA POPÜLASYONU ARTMA EĞİLİMİNDE. Avrupa’nın büyük kısmında popülasyon artar, ya da durağan seyrederken, çok az ülkede azalma devam ediyor. Türkiye’de ise durum biraz daha karışık. Örneğin, Gediz Havzası gibi geniş bir sahada, üç yıl içinde aktif yuva sayısının yüzde 8.17 azaldığını tespit ettim. Kızılırmak Deltası’nda ise 1992’de 125-130 çift olan üreyen popülasyonun 2010 yılında 926 çifte çıktığı tespit edildi. Bazı bölgelerde mikro düzeydeki değişimler leyleği olumlu, ya da olumsuz etkiliyor. Kızılırmak Deltası’ndaki artış çeltik tarımının üç katına çıkmasıyla, Gediz Deltası’ndaki azalış ise büyük ölçüde çeltikten pamuk tarımına dönülmesiyle ilişkilendiriliyor. Türkiye’de popülasyon azalmaya devam etse de özellikle 2000’li yıllarda STK’lar, üniversiteler ve kamu kurumları aracılığıyla başlayan koruma çalışmalarıyla azalma eğiliminin düştüğünü söyleyebiliriz.

SÜZÜLEN KUŞLAR İÇİNDE ÜLKEMİZ ÜZERİNDEN EN ÇOK LEYLEK GEÇİYOR. Türkiye üzerinden geçen leyleklerin dönüş rotası Balkanlar’dan Trakya’ya ve İstanbul Boğazı’na gelerek, Hatay üzerinden Suriye, Mısır ve Güney Afrika’ya doğru devam ediyor. İstanbul Boğazı’nda sonbahar göçünde 2010 yılında 105 bin 204 leylek sayıldı. Leylekler Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi üzerinden de geçiş yapıyor. Hatay Belen Geçidi’nde ise ilkbahar göçünde 45 bin 858, sonbahar göçünde ise 53 bin 23 leylek sayıldı. Bu sayımlar tüm göç rotasını kapsamıyor.

KIZILIRMAK DELTASI, TÜRKİYE’DEKİ EN ÖNEMLİ LEYLEK ÜREME ALANI. Burada 2010 yılında 926 çift leyleğin ürediği tespit edildi. Çok daha geniş bir alanı kaplayan Gediz Havzası’nda ise bu sayı 221. Genel olarak Trakya, Uluabat, Manyas gibi göllerin çevreleri, Ege Bölgesi’ndeki Bakırçay, Gediz, Küçük Menderes ve Büyük Menderes havzalarının deltaları ve tüm ovaları, Göller Yöresi’ndeki göllerin çevreleri, Çukurova, Göksu Deltası, Karadeniz kıyısındaki deltalar, Güneydoğu’da Fırat ve Dicle havzaları leylekler için önemli alanların başında geliyor.

Mandacılık yapılan Karaoğlan Köyü’nde daha çok leylek bulunuyor. (TOLGA İLDUN )

 

GÖLKIYI’NIN TİRANI: YADİGÂR LEYLEK

Bazı leylekler göç alışkanlıklarını bırakıyor. Onlardan biriyle Uluabat kıyısındaki Gölkıyı’da tanıştık. Sabahın 8’inde, bir çiftlik dolusu gürültücü kazın yakınlarında, boş tarlada kahvaltısını yapıyordu. Yadigâr, kovalamak suretiyle köye leylek sokmuyor ve yıllardır civarın tek hâkimi olarak otoriter rejimini sürdürüyor. Prof. Dr. İsmet Arıcı, “öyle hırçın, öyle saldırgan ki, gökyüzünde leylek görmek istemiyor” diyor. Köy kahvesinde konuştuğumuz Emir Sultan Sinop (65) ise kıyamıyor ona: “10 yıldır hiç gitmedi. O buranın Yadigâr’ı, aşısı…” Neden göç etmediği ve kendi türüyle neden etkileşime girmediği bilinmiyor. Bilinen tek şey, diğer leyleklerin köy çevresini sadece bir geçiş ve mola noktası olarak kullanabildiği.

Leylekler, dünyanın en büyük ve ağır yuva inşa eden kuşları arasında. Bilinen en ağır yuva, 1 tondan fazlaydı!

 

Gölkıyı’ya başka leylek sokmayan Yadigâr, fotoğraflarını çekmemizden hiç hoşlanmıyor. En sonunda, metrelerce yükseklikteki su deposunun en tepesine konarak bize de kapıyı gösteriyor. (TOLGA İLDUN )

 

YAREN’İN YUVASINDAN NELER ÇIKTI?

Leylekler iyi birer mühendis. Ağaçların, bacaların, direklerin, çatıların ve cami kubbelerinin üzerlerine büyük ve sağlam yuvalar yapıyor, bu yuvaları ufak tefek tamiratlarla yıllarca kullanıyorlar. Karacabey Belediyesi’ne bağlı ekipler üç yıldır leylek yuvalarını temizliyor. Bu temizliğin Yaren Leylek ayağına katıldık. Fiziksel bütünlüğünün bozulmaması için dikkatle yürütülen yuva temizliği bittiğinde, aşağıya kilolarca pislik yığılmıştı. Yuvadan çıkan atıkların çetelesi şöyle:

  • Plastik kürek, plastik eldiven, naylon poşet, elastik bant
  • İp-misina, balık ağı parçaları, kablolar
  • Kıyafet parçaları, dantel örtü, bütün halde eşarp
  • Bulaşık süngeri, bulaşık teli
  • Çocuk bezi, kutu kola parçası, izmaritler

Karacabey Belediyesi’nin leylek yuvası temizliğine bizzat katılan Alper Tüydeş (soldaki), özellikle naylon parçalarının yuvaların sürekli nemli ve pis kalmasına yol açtığını söylüyor. Yuva temizliği, yavruların balık kancası, misina vb. kaynaklı ölümlerini önlüyor. (TOLGA İLDUN )

 

HALK KÜLTÜRÜNDE LEYLEK

LEYLEĞE DAİR FAYDALI BİR LAKIRDI

YAZI: Kansu ŞARMAN

FOTOĞRAFLAR: Cengiz KAHRAMAN ARŞİVİ

Leylek göçmenliği, evcilliği, çalışkanlığı, doğurganlığı ile halk kültürünün bir parçası olmuş; iyiliğin, bilgeliğin, dürüstlüğün ve büyük ailenin simgesi haline gelmiş; uğurlu kuş sayılmış. Anadolu halk takvimi kışın zor şartları üzerine kurgulandığı için, şubat sonunda havaların ısınmaya başlamasıyla kuzeyde görülmeye başlayan leylekler yazın habercisi sayılmış. Anadolu’nun bazı bölgelerinde leyleklerin geldikleri dönemde kar yağarsa, o günlere “leylek kışı” denir. Nisan ortalarında leylek göçünün son günlerinde ortaya çıkan fırtınaya da “leylek fırtınası” adı verilir. Leylekler tarım alanlarındaki böceklerle beslendiği için çiftçiler onları ortak sayar; yuva yaptığı yerlere bakar, kollar; bacaya yuva yaparsa evinin, bağ bahçesinin korunduğuna inanır. Leyleğin bacaya yaptığı yuva yıkılmaz. Bir söyleyişe göre Kâbe’nin üstünde geçtikleri için onlara “hacı baba”, “hacı leylek” gibi isimler takılır. Leyleği havada görmek ise o sene bol seyahat edileceğine yorulur.

Türkçede leyleklerin gagalarıyla çıkardıkları “lak lak” sesi üzerinden “laklak yapmak”, boş vakti çok olmak, gevezelik etmek, çene çalmak anlamlarına da gelir. Türk Dil Kurumu’na göre, leylek kelimesinin kökeni Farsça “legleg”den geliyor. Arapçadaki adı ise “laklak”. Balkanlar’dan Kafkaslar’a kadar pek çok dile benzer seslerle girmiş leylek ismi. Antik Roma’da yurttaşların yaşlanmış ebeveynlerine bakmakla yükümlü oldukları yasaya, Latince leylek anlamına gelen “ciconia” kelimesinden hareketle “Lex Ciconaria” yani “Leylek Kanunu” denmiş. Bu yasa, antik Yunan’da da pelargos (leylek) kelimesinden türeyerek “antipelargia” olarak adlandırılmış.

Eyüp Camii şadırvanın önünde leylekler, 1930’lar.

İÖ 7-6’ncı yüzyılda yaşayan Ezop’a bazı leylek fabları da atfedilir. Bunlar arasında en şöhretlisi Tilki ile Leylek fablıdır. Eski devirlerin leylek hikâyelerinden bir diğeri de Hun İmparatoru Attila’nın döneminden. Attila, Kuzey İtalya’daki Aquileia’yı (Akileya) kuşattığında, şehrin damlarına yuva kurmuş leyleklerin yavrularını alıp kentin dışına kaçtıklarını görür ve bunu şehrin düşeceğine işaret olarak yorumlar.

Osmanlı topraklarına gelince… Örneğin Balkanlar’da leyleklerin geçişiyle baharı karşılama kutlamaları yapıldığı söylenir. Ünlü yazar Jules Verne de Mathias Sandorf adlı romanında, Trablusgarp’ta leyleklerin göç vakti leylek bayramı için meydanlarda toplanıldığından söz eder. Bizim konumuz Anadolu kültüründe leylek olduğu için bu bahsi burada bırakıp, Evliya Çelebi meşhur Seyahatname’sinde leylekten nasıl bahsediyor ona bakalım. Seyyahın İstanbul’u anlattığı bölümde Molla Hayreddin Camii’nin mimari özellikleri anlatılırken söz leyleklere de gelir: “Bu cami yapılırken, Molla Hayreddin mutemetliğini yapıyormuş, bir leylek kuşu gelip lak lak diye ötmeye başlar. Molla Hayreddin Hazretleri kızarak: “Bre hey kuş İstanbul’un dışında feryat eyle!” deyince, Allah’ın emri ile inci tanesi sözleri kabul olunur ve İstanbul içindeki bütün leylekler başka köy ve kasabalara giderler. Bugüne kadar leyleğin İstanbul’da değil durduğunu, damlara bile konduğunu hiç kimse görmemiştir”.

19’uncu yüzyıl sonunda Eyüp’te halk, “hacı” leylekleri’ izliyor.

Evliya Çelebi’nin 17’nci yüzyıl ortalarında “İstanbul içi” dediği yer, bugün tarihi yarımadaya karşılık gelir. Çünkü günümüz İstanbul’unun biyocoğrafyasında leyleğin çok görülür bir kuş olduğu öteden beri yazılır çizilir. İbrahim Âlâettin Gövsa, 1938 tarihli Yedigün dergisinde, ilkbaharda İstanbul’a göç eden leylekleri ve Eyüp Sultan Camii avlusunda yaşayan Hacıbaba isimli leyleği konu edinir: “Her yerde olduğu gibi İstanbul’a gelen leylekler de daima aynı leyleklerdir, veya onların çocukları, yahut torunlarıdır. Demek ki İstanbul’un misafiri olan leylekler asırlardan beri dedelerinden kalmış yazlık yurtlarına geliyorlar. İstanbul’un hiçbir ailesi yoktur ki, onlar kadar şehirde eskimiş bulunsun. Bu itibarla asıl misafir olan biz, insanlarız. (…) Leyleklerin cazbant takırtısına benzeyen laklakasının notasını tespit ederek delaletlerini deşifre etmek kabil olsaydı muhakkak ki, radyo konferansının pek çoğundan daha faydalı şeyler dinlemiş olacaktır.”

Anadolu halkının leyleklerin göçü ve leyleği kutsallaştırması üzerine çeşitli atasözleri de günümüze taşınmış. “Leyleği kuştan mı sayarsın, yazın gelir, kışın gider”, “leyleğin ayağını kesmişler, uçuvermiş, konduğun vakit anlarsın, demişler”, “leyleğin ömrü laklakla geçer”, “leyleğin yuvadan attığı yavru gibi yakadan attı”, “leylek havada, yumurtası yuvada” Anadolu atasözleri ve deyimleri arasında yer alanlardan bazıları.

Yeri gelmişken “leyleğin attığı yavru” sözü veya eski kartpostallara kadar yansıyan “bebek getiren leylekler” mitinden de bahsetmek lazım. Bu mitin İskandinavya ve Kuzey Avrupa’dan Türk mitolojisine kadar pek çok kültürde yeri olduğu belirtiliyor. Leyleklerin bahar aylarında doğmamış ruhları dünyaya taşıdıklarına dair çok eski bir inanış, zamanla oların gagalarıyla bebek taşıdıkları mitine dönüşmüş. 19’uncu yüzyılda Danimarkalı yazar Hans Christian Andersen’in Leylekler adlı masalıyla bu efsane popüler hale gelmiş.

A. Cilliere’in 1909 tarihli fotoğrafında Bursa’da Fransız konsolosun evinin bahçesinde Gurabahane-i Laklakan adı verilen köşk.

DÜŞKÜN LEYLEKLER EVİ

Leyleklerin Afrika’dan kuzeye yaptığı yolculuk uzun ve zorludur. Kimileri bu yolculukta zayıf düşer, bazıları uçuşunu tamamlayamayıp hedefinden önce iner, bazısı sakat kalır. Anadolu toplumu bu yorgun leylekler başta olmak üzere yolculuğu yarım kalmış göçmen kuşlara yardım etmeyi gelenek haline getirmiştir. Onlara bahçesinde yuva yapar, yiyecek verir, yeniden kuvvetlenip uçacağı zamana kadar bakar. 19’uncu yüzyıl sonunda Bursa’da Setbaşı’nda yorgun, ya da yaralı leylekler için Gurabahane-i Laklakan, yani Düşkün Leylekler Evi adı verilen bir yer varmış. Edebiyatçı Ahmet Haşim, 1923 yılında Yeni Mecmua’da Fransız konsolosu Gregoire François Baille ile konuşmasını aktarır. Gregoire Bey, evinin bahçesindeki köşkün hikâyesini şöyle anlatır: “Bilmem Bursa’yı gezerken gördünüz mü? Kavaflar Çarşısı’nın ortasında bir meydan var. Bu meydan yaralı bazı hayvanların darülacezesidir. Kanadı veya bacağı kırık leylekler, bunamış kargalar, kör veya sağır baykuşlar burada halkın sadakası ile iaşe edilir. Kavaf esnafının aylıkla tutttuğu yüz yaşında, baktığı sakat leylekler kadar iş göremez bir ihtiyar, toplanan sadaka parası ile her gün bir işkembe alır, temizler, parçalar ve insan merhametine iltica eden bu zavallı hasta ve sakat kuşlara dağıtır. Kavaflar Çarşısı’ndaki sakat leyleklerden bir iki tanesini buraya aldım. Ben de artık bir ihtiyar sakat leylekten başka neyim? Bu köşe onlar ve benim için bir gurabahanedir. Son günlerimizi burada birlikte yaşayıp öleceğiz. Onun için bu bölüme “Gurabahane-i Laklakan” ismini verdim.”

Kaynakça
• Sami L. Akalın, Türk Folklorunda Kuşlar. Kültür Bakanlığı Yayınları, 1993.
• Ergün Veren, Anadolu Halk Takvimi, Doğan Kitap, 2019. • Bahattin Ögel, Türk Mitolojisi, Devlet Kitapları, 1971.
• Pervin Ergun. Bebekleri Dünyaya Leyleklerin Getirdiğine Dair İnancın Türk Mitolojisindeki Kökleri Üzerine. Milli Folklor, Sayı 89, 2011.
• Şeref Kayaboğazı, İstanbul ve Dolayı Coğrafyası, 1943, İstanbul.
• Deniz Gezgin, Hayvan Mitosları, Sel Kitap, 2007.
• Behçet Necatigil, Küçük Mitologya Sözlüğü, Varlık Yayınlanı, 1957. • Refik Topkan, Topkan’ın Sürekli Takvim’i, Ankara Neşriyat, 1962.

ATLAS NİSAN 2020

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap