Anasayfa KeşfetDoğa Coğrafya Annapurna: Öfkeli Hasat Tanrıçası

Annapurna: Öfkeli Hasat Tanrıçası

Özge Çolak

Dünyanın en yüksek 10’uncu dağı. Kayalık, buzlarla kaplı bir piramit. En tecrübeli dağcılara bile kolay geçit vermiyor. Kötü şöhreti dillere destan. Zirvesinde hemen her zaman şiddetli rüzgârın yarattığı yassı bir bulut takkesi asılı. Çığ homurtuları asla kesilmiyor. Havası sert ve elektrik yüklü. Dağcı Tunç Fındık’ın Himalayalar’ın ölümcül güzeli Annapurna’daki macerası yedi yıl sürdü. Annapurna’nın 8 bin 91 metrelik zirvesinden çevreye bakıldığında sadece bir bulut ve dağ dünyası görünüyor. Fotoğrafta arka planda Nilgiri ve Tilicho dağları yükseliyor.

YAZI VE FOTOĞRAFLAR: TUNÇ FINDIK

O daima bembeyaz. Tepesinde dönüp duran bulutlar ise ayaklarının altına yeşil bir örtü seriyor. “Annapurna” adının Nepal dilindeki anlamının neden “Hasat Tanrıçası” (veya “Bereket Tanrıçası”) anlamına geldiğini anlamak güç değil. Tabii dünyadaki en ölümcül 8 binlik dağlardan biri olması veya en zorlular liginde K2, Dhaulagiri ve Kanchenjunga gibi devlerle yer alması ise daha çok dağ sporcularını ilgilendiriyor olabilir. (En üstteki fotoğraf: Annapurna’nın 8 bin 91 metrelik
zirvesinden çevreye bakıldığında sadece bir bulut ve dağ dünyası görünüyor. Fotoğrafta arka planda Nilgiri ve Tilicho dağları
yükseliyor.)

Himalaya Dağları’ndaki Annapurna silsilesinin en yüksek noktası Annapurna 1, her yönüyle efsanevi bir dağ. Dünyanın en yüksek onuncu zirvesi; tam 8 bin 91 metre. Hiçbir yerinden kolay tırmanışa izin vermiyor. Son derece buzullu. Tırmanış rotalarının istisnasız tümünde büyük çığ riski bulunuyor. Zirvesine ilk çıkışın başarıldığı 1950’den itibaren, doruğa varan 266 kişiden 72’sinin canını almış. Zirveyi gören her üç kişiden biri çığ veya yükseklik nedeniyle hayatını kaybetmiş. Buna rağmen Annapurna, “ilk çıkılan 8 binlik” olarak tarihe geçmiş. Bu yüksek dağların “fetih çağı”nın başlangıcında, Maurice Herzog’un önderlik ettiği güçlü bir Fransız ekibi, Everest tırmanışının başarılmasından dört yıl önce Annapurna’ya çıkarak adını tarihe yazdırmış.

1950 yılındaki Annapurna tırmanışının lideri olan Fransız Maurice Herzog’un (solda) yazdığı Annapurna, bir dağcılık klasiği.

“14 x 8000” projesini gerçekleştirmek isteyen birinin yolunun Annapurna ile kesişeceği muhakkak. Ancak bu dağı sonlara saklamak ve tecrübe seviyesi iyice yükseldiğinde gitmek gerekiyor. 2012 ve 2016 senelerinde bu çıkışı denedim, ancak koşullar uygun değildi ve olmadı. Sonunda 2019 ilkbaharında tekrar kolları sıvadım.

ASABİ DAĞ

Annapurna tansiyonu yüksek, asabi bir dağ. Kuzey yönündeki tırmanış rotaları bölgesi kendine has şiddetli hava koşulları yaratır. Sıklıkla yıldırım düşer. Her öğleden sonra kar yağar, ki bu da çığ riski yaratır. Tırmanış için ana kamptan çıkıp buzula adım attığınız andan itibaren, objektif riskin ölçüsü ayarsızca kaçar; her yandan gelebilecek irili ufaklı buz ve kar çığları sizi canınızdan edebilir. 

Ayrıca Annapurna’da, başka 8 binliklerdeki gibi yüksek kamplara çok defa çıkıp inmek, yine çığ riski nedeniyle genellikle mümkün olmaz. Bu dağda, görece güvenli en yüksek kamp yeri olan ikinci kamp, yani 5 bin 500 metreden itibaren aklimatizasyon (yükseğe uyum seferleri) yapmak akıl kârı değildir ve bir tür Rus ruleti gibidir. Oysa 5 bin 500 metre, birçok 8 binlik dağda sadece ana kamp irtifasıdır. Annapurna’da ise zirve için yatılacak en yüksek kamp bu olacaktır. Annapurna’dan önce başka bir dağda yükseğe uyum sağlamak, belki de en akıllıca harekettir.

İnsan, bu kadar ileri boyutta risk içeren bir dağ için yola çıkarken, evine, sevdiklerine, bildiği dünyaya bir daha dönüp dönemeyeceğini sorgular. Ancak negatif hislerle bir dağa çıkmanın mümkün olmayacağı da aşikârdır. Sonuçta bu bir dağ tırmanışıdır; tüm güzellikleri ve tehlikeleri ile bir bütündür.

Bu ruh hali içinde, Mart 2019’da bir grup dostumla beraber Nepal’e gittim ve Annapurna’dan önce onlarla Everest ana kampına yürüdüm. 5 bin 200 metrelerde yattığımız bu yürüyüş, yüksekliğe uyum sağlamama yardım etti. Ve ay sonuna doğru, başkent Katmandu’da, Annapurna’ya beraber çıkacağımız, bir kısmını eski, bir kısmını yeni tanıdığım, her milletten dağcı ekibimle buluştum. Bu tırmanışı büyük bir ekip içinde, Makalu bölgesinden çok kuvvetli ve sempatik dağcı dostum, şerpa Tenzy Chumbi yapacaktım. Çıkış için gereken resmi belge ve izinler için uzun süredir Nepal Turizm Bakanlığı ile yazışılıyordu zaten.

Annapurna bölgesi, trekking açısından da dünyaca bilinen bir yer. Bu büyük dağ silsilesinde iki popüler trekking rotası var; güney ana kampına giden Annapurna Sanctuary ve tüm Annapurna silsilesinin çevresini dönen Annapurna Circuit yürüyüşleri. Bizim gideceğimiz kuzey ana kampı bunlara yakın değil. Ancak derin, patikasız kanyonlardan geçilerek ulaşılabiliyor. Bu yüzden tüm lojistik organizasyonu, bin 200 metredeki Tatopani Köyü’nden 4 bin 200 metredeki ana kampımıza helikopterle gerçekleştireceğiz.

Katmandu’dan kısa bir iç hat uçuşuyla batıdaki turist cenneti Pokhara’ya vardık. Yemyeşil, yarı tropik iklime sahip şehrin rengârenk sandallarla dolu pastoral Phewa Gölü kıyısından, Annapurna silsilesi boydan boya görünüyor. 600 metreden 8 bin metrelik bembeyaz dağlara bakıyorsunuz. Baş döndürücü bir manzara… Şehirden bakınca, o irtifayı düşünmek zor.

Pokhara, nemi ve yeşilliğiyle genelde Himalaya, özelde ise Annapurna silsilesiyle muazzam bir tezat oluşturuyor. Renkli kayıklarıyla ünlü Fewa Gölü de bu tezatın aktörlerinden biri.

ÇIĞ HOMURTULARI

Ertesi gün, kamyondan bozma bir otobüsle sarsıntılı ve tozlu, tüm gün süren bir yolculukla Tatopani Köyü’ne karanlıkta ulaşabildik. Ve nihayet 28 Mart sabahı, Dana Köyü’ndeki okulun bahçesinden 10 dakikalık helikopter yolculuğu ile 4 bin 200 metrede bulunan derin karla kaplı Annapurna kuzey ana kampına geldik. Bu irtifada mart sonu hâlâ kış. Annapurna’nın kayalık, buzlarla kaplı, 4 bin metrelik yamaçlardan oluşan dev cüssesi tepemizde dikiliyor ve zirvesinde şiddetli rüzgârın yarattığı yassı bulut takkesi ile ürkütücü görünüyor. Buna mı tırmanacağız?

Annapurna’nın 4 bin 100 metre irtifadaki kuzey ana kampında, taze kar yağışı ardından gelen sıra dışı şekilde parlak ve soğuk geceyi çadırların ışıkları aydınlatıyor.

İlk birkaç günü yükseğe uyum için sakin tempoda geçirdik. Çevredeki 5 bin metrelere uzanan kayalık sırtlar ve buzul boğazlarında kısa geziler yaptım. Bu rakımda azalan atmosferik basınç ve yarıya düşen oksijen seviyesi nedeniyle insan bedeni ve zihni iyi çalışmaz. Yüksekliğe uyum için zaman geçmesi gereklidir, yani çok sabırlı olmalıdır.

Kuzey ana kampından, 4 bin 200 metre irtifadan Annapurna manzarası ve ana kampta dalgalanan, ziyaretçilere iyi şans getirmesi için asılan Budist dua bayrakları.

İlerleyen günlerde, arka plandaki çığ homurtuları, günlük hayatımızın bir parçası oldu. Neyse ki ana kamp gayet korunaklı, ama bu yüzden de dağdan ve tırmanış rotasından uzaktaydı. Tırmanış günü geldiğinde, Kuzey Annapurna buzulu ile başlayan bir etapla, önce 5 bin metredeki birinci kampa, sonra da 5 bin 500 metredeki ikinci kampa çıktık. Bu aşamada sırtta yük ve ikmal malzemesi taşınıyor; yani çadır, yiyecek, ocak, gaz, giysiler, ipler, bir dağ çıkışı için akla gelebilecek her şey. Yüksek kampların kurulması ve donatılması, iniş çıkışlarda güvenlik ve hız için de ip hatlarının döşenmesi gerekiyordu.

Tunç Fındık, 2016’da da Annapurna’daydı, ama hava koşulları zirveye ulaşmasına izin vermedi. O denemede Tunç ikinci kampta, 5 bin 600 metre irtifada propan ocağı başında kar eritip su elde ediyor. / FOTOĞRAF: ALEX GAVAN

Rotamızın ilk kısmı geniş bir buzul geçişi, 400 metrelik bir kaya yüzünün çıkılması, çok geniş, fakat derin ve gizli çatlaklar içeren bir diğer buzul geçişi, ardından kısa, ama dik buz duvarları içeren bir buzul yamacı tırmanışı içeriyordu. Tüm bu etaplar, belirsiz aralıklarla büyük çığlar tarafından süpürülüyordu. Annapurna’da çığ nedeniyle tarumar olmuş birinci ve ikinci kampların hikâyeleri sıra dışı değildir. Nitekim, bir gece ikinci kampta yatarken, uzaklardan boğuk bir gümbürtü kopuverdi. Hepimiz bu korkunç sese ve devamında giderek bize yaklaşan dehşet verici homurtuya uyandık. İki dakika geçmeden muazzam bir kar fırtınası kasırga gibi geldi ve çadırlarımızı dev bir el misali yere bastırdı. Üç kilometre ötedeki kuzey yüzünden kopan devasa bir buz çığının hava akımıydı bu ve neredeyse topumuzu yok edecekti! 

KONUNUN TAMAMI ATLAS’IN EKİM 2020 SAYISINDA. SATIN ALMAK İÇİN TIKLAYINIZ 

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap