Sulak alanlardaki bitki artıklarının binlerce yıl boyunca üst üste yığılmasıyla oluşuyor turbalıklar. Karbonu depolayarak iklimi düzenledikleri, yağmuru depolayarak selleri önledikleri, suları süzüp temizleyerek doğanın böbrekleri gibi çalıştıkları için eşsiz ekosistemler onlar. Hem de doğanın ve insanın izlerini bozulmadan sakladıkları için gezegenimizin arşivleri. Prof. Alper Hüseyin Çolak ve Simay Kırca bu doğal müzeleri Atlas okurları için kaleme aldı.
Yazı: Alper Hüzeyin Çolak / Fotoğraf: Simay Kırca
Doğa ve kültür tarihine ilişkin paha biçilmez bilgiler müzelerde özenle korunur, biz de bu özel koleksiyonları görmek istediğimizde oralara gideriz. Peki, dünyanın en iyi müzelerinin aslında aklımızın ucundan dahi geçmeyecek, yolumuzun kolay kolay düşmeyeceği ürkütücü ve kasvetli “turbalıklar” olduğunu söylesek ne düşünürdünüz?
Günümüzde “turba” denildiğinde birçoğumuzun aklına fidanlıklardan ve marketlerden “torf” ya da “çiçek toprağı” adıyla satın alınabilen, koyu kahverengi hafif toprak geliyor. Bitkiler için iyi bir yetişme ortamı sunan bu toprak, doğa harikası turbalıklardan çıkartılıp işlenerek evlerimize kadar geliyor. Turbalıklar bu kadar basit bir amaç için kullanılıyor gibi görünse de aslında eşsiz ekosistemler. Turbalıklar, bataklık ve benzeri sulak alan koşullarında yetişen bitkilerin artıklarının üst üste katlar şeklinde yığılmasıyla binlerce yılda oluşuyorlar ve organik toprak barındırıyorlar.
Turba (ya da torf), dünyadaki hiçbir müzede bulunmayan bir “doğa ve kültür tarihi arşivi” barındırıyor. Turbalığı oluşturan turba parçaları arasındaki ıslak, oksijensiz ve asidik ortam rüzgârla, yağmurla veya başka yollarla taşınarak gelen her şeyi (başta bitki polenlerini olmak üzere), steril bir ortamda saklıyor. Bu nedenle turbalıklarda yapılan analizlerle, bitki türleri ve iklim tarihi bakımından önemli bilgiler elde edilebiliyor. Örneğin “buzul çağından sonra ne zaman ormanlaşma başladı”, “hangi ağaç türleri ne zaman baskın durumdaydı”, “tarım ne zaman başladı”, “hangi dönem daha sıcak, ılıman veya soğuktu” gibi pek çok soruyu turbalıklara bakarak yanıtlamak oldukça kolay.
Yağışlarla gelen ağır metaller de turba tabakaları arasında depolanır. Bu nedenle turbalıklarda çevre kirliliğinin tarihçesi, insanoğlunun geçmişteki yaşantısı ve kültür tarihine ait birçok iz bulunabilir. Üstelik bu iz sürme işlemi, bizlerin düşündüğünden çok daha eski tarihlere kadar gidebilir. Örneğin turbalıklara bakılarak kurşunun ne zaman ve ne oranla kullanıldığı sorusu yanıtlanabilir. Böylece Romalıların Viyana’dan gönderilen kurşun bardakları ne zaman kullanmaya başladığı, gümüşün ilk kez hangi dönemde eritildiği, kömürün yakılmasıyla ve maden eritmeleriyle kurşunun ne zaman yüksek miktarda serbest duruma geçtiği, kurşunlu ve kurşunsuz benzinin ne zaman kullanılmaya başlandığı ortaya konabilir.
İçlerinde bulunan her şeyi saklama özellikleri, turbalıkların kültürdeki yerine dair de pek çok ipucu veriyor. Tarih boyunca, suyun biriktiği sulak alanlar (bataklıklar ve turbalıklar) aynı zamanda verimsiz topraklar olarak görüldü, sakınılması gereken, hatta korkulan alanlar olarak kabul edildi. İnsanlar ve hayvanlar bataklık-turbalık içerisindeki ıslak çukurlara düşebilir, batağa saplanabilir ve yok olabilirdi. “Şeytan turbalığı” adı Sibirya’dan İngiltere’ye kadar çok geniş bir alanda kullanılmıştı. Üstelik Avrupa’da bulunan yüzlerce “turbalık cesedinin” kaderi de dehşet vericidir. Kimileri idam edildikten sonra buralara atılmıştı, diğerlerinin ise turbalığa düştüğü ve yukarı tırmanamadığı tahmin ediliyor. Roma öncesinde turbalıklar suçlular için bir idam ya da gömü yeriydi. Nitekim sadece Kuzey ve Orta Avrupa’da 500’ün üzerinde turbalık cesedi bulundu.
Tollund Adamı
“Tollund Adamı”, 1950 yılında Danimarka’nın Silkeborg kentinin 10 kilometre batısındaki Bjældskovdal turbalığında, Emil ve Viggo Højgård kardeşler tarafından bulundu. Bu ölü beden turba içinde öyle iyi korunmuştu ki, kardeşler yakın zamanda buraya atılmış olduğunu düşünerek polisi aradı. Polisler daha önce 1927 ve 1938 yıllarında da aynı turbalıkta insan bedenleri bulunduğu konusunda bilgi sahibiydi, bu nedenle durumu müze yetkililerine de haber verdiler. Højgård kardeşler Tollund köyünde yaşadığı için, turbalıkların koruma özelliğini gösteren en iyi örneklerden biri olan bu cesede “Tollund Adamı” adı verildi.
Tollund Adamı, bacakları karnına çekilmiş vaziyette rahat bir pozisyonda yatar halde bulunmuştu. Yüzü özellikle çok iyi korunmuştu; dudakları, burnu, gözkapakları, kaşları, cildindeki kırışıklıklar, kirli sakalı ve saçları gibi kişiye özgü özellikleri oldukça belirgindi. Çıplak beden, başında şapkası ve belinde kemeriyle turba içine adeta uyur gibi yerleştirilmişti. Ölüm nedenini, boynunun etrafındaki deriden örgü ip açığa çıkarıyordu; asılarak öldürülmüştü. Yapılan karbon-14 testi sonuçları Tollund Adamı’nın yaklaşık İÖ 350 yılında, yani Demir Çağı’nda öldüğünü gösteriyordu. Yaşı 40 olarak hesaplandı, 161 santimetre olan boyu ile o dönem için bile narin yapılı biriydi. Saçı kısa kesilmişti, ancak yaşamının son gününde tıraş olmadığı için yüzünde kirli sakal görülüyordu. Derisi turbalıkta hafif büzülmüştü. Saçının ve sakalının kırmızımsı rengi ise turbalıktaki sudan kaynaklanıyordu.
Mide ve bağırsakları incelendiğinde son yemeğinin kalıntılarına rastlandı. Bu tarihöncesi insan arpa, keten tohumu, ketencik ve çobandeğneği başta olmak üzere 30 farklı bitki tohumundan yapılmış tamamen vejetaryen bir lapa veya çorba yemişti. Tollund Adamı’nın neden asılıp turbalığa gömüldüğü hiçbir zaman tam olarak bilinemeyecek. Ancak onu asan kişilerin kendisine bir suçlu gibi davranmadığı açık: Öldükten sonra gözlerini ve ağzını dikkatlice kapamış ve huzur içinde yatması için özenle turbalığa taşımışlar. Dolayısıyla bu kişinin Tanrılara sunulan bir armağan olduğunu düşünmek mantıklı bir yaklaşım. Tollund Adamı günümüzde Silkeborg Müzesi’nin tarihöncesi eserler koleksiyonunun en önemli parçası.
Dünden Bugüne Turbalıklar
Geçmişte turbalıkların insan yaşamında nasıl bir rol oynadığına bakıldığında bu alanların “arabayla gitmek için çok ıslak, gemiyle gitmek için çok kuru” veya “sürmek için çok ıslak, balık tutmak için çok kuru” sözleriyle tanımlandığı görülür. Kuzey Denizi kıyılarında oturan insanların 4 bin yıl önce kurutulmuş turba tezeklerini pişirme ve ısıtma amaçlı olarak “yanıcı toprak” adıyla kullandığı belirlenmiştir. Bu nedenle turbalıklara “toprakaltı ağaçları” da denir. Bu alanlar tarih boyunca hem korkuyla yaklaşılan, gizemli ve ürkütücü yerler olarak algılandı, hem de insanlar buralardan küçük ölçekli olarak çok farklı şekillerde yararlanmasını bildi. Turbalıklardan elde edilen turbanın geniş çapta termik santral, tarım, bahçecilik, çiçekçilik gibi alanlarda kullanımı ise son 50, 60 yılı pek geçmez. Ancak burada belki de göz ardı edilen nokta, turba oluşumunun yavaş işleyen bir süreç olması, turbalıklardan yararlanmanın ise büyük bir hız kazanması. Turbalıkların alt katmanları ölüdür ama üst katmanı henüz canlıdır ve sistem çalışıyor ise yılda ancak 1-2 milimetre kadar büyüyebilir. Dolayısıyla 1 metre kalındığındaki bir turba oluşumu için yüzyıllar gerekir.
Dünya üzerinde yaklaşık 450 milyon hektar turbalık bulunuyor. Sibirya’daki, Baltık Denizi’nin doğusundaki, Kanada’nın kuzey kesimlerindeki düzlüklerde ağır drenaj bozukluklarına bağlı olarak dünyanın en geniş turbalıkları yer alıyor. Rusya 162,5 milyar tonluk turba rezervi ile başı çekiyor. Kanada, 127 milyon hektar kısmen turbalık olan sulak alana sahip. Finlandiya’nın turbalık alanlarının genişliği 9.3 milyon hektar. İsveç 9 milyon tonluk, İrlanda 5 milyar tonluk turba rezervine sahip. Orta Avrupa ve Baltık ülkeleri de bu yönden zengin. Türkiye’de ise özellikle iklim koşullarına bağlı olarak çok kısıtlı turbalık alan bulunuyor.
Dünyada birçok turbalık alan küçük bir iz bile bırakılmaksızın yok edildi. Birçok Avrupa ülkesinde turbalıkların yüzde 1’den daha azı geriye kaldı. Danimarka ve Hollanda’da bir zamanlar baskın peyzaj tipi olan turbalıkların tamamı yok edildi. Finlandiya bugün turbalıklarının yüzde 60’ını kaybetmiş durumda. Bugüne kadar dünyada toplam 800 bin kilometrekarelik turbalık yok oldu. Turbalıklar yönünden çok zengin kuzey ülkeleri, geçmişteki özensiz yararlanmaların pişmanlığını yaşıyor. Bunun sonucunda günümüzde birçok turbalık alan koruma altına alınmış durumda.
Türkiye’de turbalık ve turbalığa benzer oluşumlar yakın zamana kadar yaklaşık 22 bin hektardı. Ancak birçok yerde tarım alanı kazanma, yakacak için “turba tezeği” elde etme ve turba/torf üretimi gibi amaçlarla 1950’li yıllardan başlayarak sulak alanlar ve turbalıklar drenaj yoluyla kurutuldu, birçok “canlı turbalık” okside oldu ve “ölü turbalık” durumuna geldi. Buna örnek olarak Hatay’daki Amik Ovası turbalığı ve Kahramanmaraş’taki Gavur Gölü turbalığı verilebilir. Bunun dışında birçok kaynakta gerçek turbalık olarak gösterilen yerlerin çoğu da (örneğin Ağrı’daki Doğubayazıt turbalığı) humifikasyon sonucunda tamamen mineralize olmuş organik maddece zengin topraklar. Bunlar “canlı turbalık” özelliği taşımıyor.
Bütün bunların sonucunda Türkiye’de kalan gerçekten canlı denilebilecek turbalık miktarı 2 bin 500-3 bin hektar kadar. Ancak gömülü ve tahrip olmuş turbalıkların miktarı 60 bin hektar civarında. Yani turbalıklar yönünden zengin ülkelerle karşılaştırıldığında denizde bir damla olarak tanımlanabilecek turbalık alanına sahibiz. Maalesef bunların da değeri pek bilinmiyor. Ayrıca erozyonun pençesinde kıvranan Türkiye’de, yamaç arazilerden erozyon sonucu gelen topraklarla bazı turbalıklar “gömülü” duruma geldi.
Türkiye’de gerçek turbalık özelliğine sahip yerler daha çok Karadeniz dağlarında, Bolu, Denizli, Van ve Adıyaman çevresinde. Ama ne yazı ki turbalıkların önemli bir yaşam alanı ve canlı doğa tarihi müzesi olduğu anlaşılmamış durumda. Bu alanlardan elde edilen turba kültür mantarcılığına hizmet veriyor, “turba tezeği” olarak yakılıyor, organik madde olarak özellikle saksı ve bahçe toprağını iyileştirmede kullanılıyor. Bu şekilde tahrip edilen turbalıklara örnek olarak Bolu, Yeniçağa’yı verebiliriz. Birçok turbalık ise tamamen yok edilmiş durumda.
İklim Düzenleyicileri
Turbalıklar dünya kara alanının yalnızca yüzde 3’ünü kaplamalarına rağmen tüm ormanlardan daha fazla miktarda karbon depoluyor. Bu, atmosferdeki tüm karbon miktarının yaklaşık üçte ikisi. Dünya çapında yıllık 150-250 milyon ton karbondioksit (CO2) turbalıklar içerisinde depolanıyor. Bu bakımdan turbalıklar “tarihi karbon depolayıcıları”. Ancak turbalıklar, tahrip edilmeleri durumunda bu kez tersine karbon üretiyor. Kurutularak işletilen turbalıklar, dünyadaki seragazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 30’undan sorumlu. Bu nedenle turbalıkların korunması, iklim değişikliğiyle mücadelede en önemli önlemlerden biri.
Doğanın Böbrekleri
Turbalıkların çok yönlü faydalarından biri de adeta dev bir sünger gibi inanılmaz derecede su tutmaları ve yakın çevrelerindeki taşkınları önlemeleri. Bu nedenle turbalıklara “yağmur depolayıcıları” da deniyor. Üstelik içlerine sızan suyu besin maddeleri ve zararlı maddelerden temizleyerek filtre görevi de görüyorlar. Bunun ardından su, sızıntı ve üst yüzey suyu şeklinde bir akarsuya aktarılıyor. Bu dev süngerler aynı zamanda nitrat girişini azaltarak taban suyu kalitesini güvence altına alıyor ki bu, özellikle içme suyunun sağlandığı bölgelerde oldukça önemli. Dolayısıyla turbalıklar “doğanın böbrekleri” olarak da görev yapıyor.
Yanan Toprak
Bilimsel araştırmalar turbalıkların dünyanın en önemli ekosistemlerinden biri olduğunu ve karbon deposu olarak görev yaptığını gösteriyor. Öte yandan Türkiye’de turbalıkların doğal yapısıyla doğrudan ilişkili bazı olaylar, “esrarengiz” diye tanımlanarak tedirgin edici gündemler yaratılıyor. Nitekim yaklaşık iki yıl önce Van’ın Erciş ilçesindeki depremin ardından, daha önce kurutulmuş bir bataklık olduğu söylenen arazide toprağın yanması ve başka bir alanda dairemsi derin çukurlukların oluşması medyada geniş yer bulmuştu. Üstelik bu olgular doğrudan depremle ilişkilendirildi ve bunların depremin habercisi, sonuçları, artçıları olduğu şeklinde birbirinden farklı yargılara varıldı. Aceleci davranılarak yanlış yorumlarda bulunuldu ve zaten çeşitli sorunlarla boğuşan halk, esrarengiz (!) olaylarla karşı karşıya olduğunu sanarak korkuya kapıldı. Oysa Van’da yanan, turbadan başka bir şey değildi. Evet, turba için için yanabilir ve bunun tektonik faaliyetlerle hiçbir ilgisi de yoktur.
Turbalıkların yanıcı özelliği Bronz Çağı’nın başlangıcından beri, yaklaşık 4 bin yıldır biliniyor. Turbalıklar bakımından oldukça zengin olan İrlanda’da halk arasında “turbalığa gidiyorum” dendiği zaman bundan “yakacak temini için turba kesmeye gidiyorum” anlamı çıkar. Buna benzer bir durumu Türkiye’de de görmek mümkün. Kahramanmaraş’ın Gavur Gölü, Sürmene’nin Ağaçbaşı Yaylası, Osmaniye’nin Sorgun Yaylası ve Erzurum Karaçoban’ın Binpınarlar (Köşk) turbalıkları yöre halkı tarafından yakacak elde etmek için kullanılır. Turbalar yazın kesilip kurutulur ve kışın yakılarak enerjisinden faydalanılır.
Peki Van’da turbalık neden birdenbire, hem de tam deprem öncesinde yanmaya başladı? Turbalığın yanmasının çeşitli sebepleri olabilmekle birlikte, bunu belirleyen çeşitli çevresel faktörler var. Yukarıda da ifade edildiği gibi turbalık, yamaç arazilerden sızan suların birikmesi ile ıslak çayır otları, ölü kök ve gövde artıklarının birikmesiyle meydana gelen organik bir oluşum. Bu sızıntı sularının özellikle yaz aylarında azalması, kesilmesi veya alanın çeşitli amaçlarla drene edilmesiyle arazi iyice kuru hale geliyor, normalde oksijenle temas etmeyen turba okside olarak parçalanıyor, mineralize olup gerçek turba özelliğini kaybediyor. Bu biyolojik ayrışma sonucunda turbanın sıcaklığı 70-80 santigrat dereceye kadar çıkıyor, çatlaklar arasına bol hava girmesiyle önce için için ve biraz esintiyle alev alarak yanabiliyor. Bazen de insanlar tarafından yakılıyor. Yani Van’daki olayın deprem öncesinde yaşanması tamamen bir tesadüf, bu coğrafyada yüzyıllardır görülen bir olay.
Van’da görülen ikinci “esrarengiz” olayın, yani toprağın yer yer çökerek çukurların oluşmasının da basit bir fiziksel açıklaması var: Turbalıkların doğal olarak veya insan müdahalesi sonucunda kuruması ile mineralizasyon artıyor ve turbada büzüşmeler-küçülmeler meydana geliyor. Bu ise zaman zaman çökmelere neden oluyor. Van için diğer bir olası senaryo ise zamanında burada belli alanlardan turbanın kesilerek çıkarılmış olması ve zaman içinde buraların üzerinin bitki örtüsüyle kapanması. Burada depremin oynayabileceği tek rol, sonradan gelen örtüyü sarsarak çökmesine neden olması.
Ada Yüzmez!
Buna benzer bir olay da zaman zaman basında yer bulan “esrarengiz yüzen ada” haberleri: “Erzurum Zökün Gölü’nün yüzen adaları”, “Emre Gölü yüzen adaları” “Erzincan’da Ekşisu Sazlığı’nda iki kişilik yüzen ada”… Bu haberlerde de diğer iki örnekte olduğu gibi basit fiziksel süreçler göz ardı ediliyor. Bu olayların arkasında da yine turbalıkların genel özellikleri yatıyor: Saz, kamış olarak bilinen turbalık bitkilerinin üst üste birikmesinden oluşan turbayı/torfu bir nevi ahşaba veya oduna benzetebiliriz. Göl kenarlarındaki turbalıkların bir parçasının kopması sonucunda bunlar odun gibi yüzebiliyor. Medyada çıkan haberlerden sonra yüzen adaların koruma altına alınması, turizme kazandırılması gündeme gelmişti. Oysa bu basit olay “esrarengiz” değildir, olsa olsa bizim doğayı nasıl tahrip ettiğimizin göstergesidir.
Jeolojik Miras Turbalıklar
Bu örnekler Türkiye’de turbalıklara ilişkin çok az şey bilindiğini gösteriyor. Üstelik bu mucizevi ekosistemler, ticari anlamda yüksek bir gelir getirmemesine ve çok sınırlı miktarda bulunmasına rağmen küçük bir iz bile bırakılmadan yok ediliyor. Üzücü olan nokta, Türkiye’de tek bir turbalık koruma alanının olmaması. Yalnızca koruma altına alınmış sulak alanlar içerisine tesadüfen denk gelenler güvende. Bu durum turbalıkların değerinin hiç anlaşılamadığını ortaya koyuyor. Hatta “turbalık arkeolojisi”nden habersiz olarak içlerinden çıkan her şey “çöp” olarak değerlendiriliyor.
El değmemiş turbalıklar “jeolojik miras” olarak kabul edilip koruma altına alınmalı. Böylece gelecek nesiller de bu doğa harikalarını görme ve öğrenme şansı bulabilir. Hatta bugünün izlerini bin yıl sonra turbalıklarda arayabilir ve günümüzde dünyaya yaptıklarımızın etkilerini inceleyebilir…
PROF. DR. ALPER HÜSEYİN ÇOLAK, ARAŞTIRMA GÖREVLİSİ SİMAY KIRCA, İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, ORMAN FAKÜLTESİ
Kitaplık
Çolak, A.,H. (2011): Turbalıklar (Mire/Paetland-Moore). Batı Karadeniz Ormancılık Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü Yayını, Çeşitli Yayınlar Serisi No: 7, İstanbul, 471 S.
Joosten H. (2008): Peatlands and Carbon. In: Assessment on Peatlands, Biodiversity and Climate Change-Main Report. Global Environment Centre, Kuala Lumpur & Wetlands International, Wageningen, 99-117.
Joosten, H., Clarke, D. (2002): Wise use of mires and peatlands. International Peat Society, Saarijärvi, Finland, 303 s.
Rydin H., Jeglum J. (2006): The biology of peatlands. Oxford University Press, Oxford, New York.
Steiner G. M. (2005): Moor von Sibirien bis Feuerland / Mires from Siberia to Tierra del Fuego. Stafia 85, Zugleich Katloge der Oberösterreichischen Landesmusees, N.S. 35, Land Oberösterreich, Bilogiezentren/ Oberöstterreichischen Landesmuseen, Linz.
Succow M, Jeschke L. (1986): Moore in der Landschaft. Thun, Frankfurt/Main.
Türkiye’nin Turbalıkları
1. Abdülharap Gölü (Çelikhan / Adıyaman)
2. Ağaçbaşı (Sürmene / Trabzon)
3. Akgöl (Yunak / Konya)
4. Barma Yaylası (Çaykara / Trabzon)
5. Buldan Yaylagölü (Denizli)
6. Çameli (Denizli)
7. Danamandıra (Çatalca / İstanbul)
8. Elmalı (Korkutelli) / Söğüt (Antalya) Söğütlü
9. Ferizli (Sakarya)
10. Gavur Gölü (Kahramanmaraş)
11. Gölbaşı-Azaplı-İnekli (Adıyaman)
12. Göle-Ağılyolu (Ardahan)
13. Gölhisar (Burdur)
14. Karaçoban-Binpınar (Köşk / Erzurum)
15. Merkez (Kahramanmaraş)
16. Özalp (Van)
17. Saray (Van)
18. Yeniçağa Gölü (Bolu)
1. Abant Gölü (Bolu)
2. Akboran Yaylası (Maçka / Trabzon)
3. Amcabey Gölü (Aladağ / Bolu)
4. At Yaylası (Bolu)
5. Balıklı Ormanı (Hopa / Artvin )
6. Zorkun Yaylası (Dumanlı Dağ / Osmaniye)
7. Çatlı Köyü (Çardak / Denizli)
8. Çavuşçugöl (Ilgın / Konya)
9. Dumlu (Erzurum)
10. Elmalık (Bolu)
11. Gerede Gölü (Gerede / Bolu)
12. Gökova (Muğla)
13. Işıklı Göl (Çivril / Denizli)
14. Kabakboğazı (Almus / Tokat)
15. Yalnızçam Dağları (Artvin)
16. Karagöl (Kıbrısçık / Bolu)
17. Köprüköy (Erzurum)
18. Kurugöl (Gerede / Bolu)
19. Meryemana-Acısu (Akçaabat / Trabzon)
20. Mizmilli (Narlı Ovası / Kahramanmaraş)
21. Patara öreni (Kaş-Kalkan / Muğla)
22. Posof (Kars)
23. Refahiye (Erzincan)
24. Taşlık Yaylası (Arhavi / Artvin)
25. Uludağ / Bursa
26. Yokuşbaşı-Bicik (Bulancak / Giresun)
27. Yuva Köyü (Tefenni / Burdur)
1. Adabağ Köyü (Karaman / Konya)
2. Büyükderbent (Sapanca / Kocaeli)
3. Eber Gölü (Çay / Afyon)
4. Çivril (Denizli)
5. Dalyan Köyü (Edirne)
6. Doğubayazıt (Ağrı)
7. Ereğli (Konya)
8. Eşmekaya (Aksaray / Niğde)
9. Gala Gölü (Edirne)
10. Gediz Deltası (İzmir)
11. Karabulak Köyü (Doğubayazıt / Ağrı)
12. Köyceğiz Gölü (Muğla)
13. Kuyucak (Kars)
14. Naşa Köyü (Kütahya)
15. Okam Düzlüğü (Göle / Ardahan)
16. Pınarbaşı Köyü (Kemer / Burdur)
17. Saka Gölü Longozu (Kırklareli)
18. Sarıkum (Sinop)
19. Sazlıkbaşı (Muş)
20. Seyfe Gölü (Kırşehir)
21. Sultan Sazlığı (Kayseri)
22. Ulubat Gölü (Bursa),
23. Yeşildağ-Beyşehir Gölü (Konya)
24. Yumurtalık Lagünü (Adana)
25. Yüksekova (Hakkari)
1. Altıntaş Ovası (Kütahya)
2. Ambar (Kayseri) MTA
3. Amik Ovası (Hatay)
4. Balmahmut Köyü (Afyon)
5. Karamık Bataklığı (Çay / Afyon)
6. Emre Gölü (Afyon)
7. Hacıhalimler (Mudurnu / Bolu)
8. Karabucak (Tarsus / Mersin)
9. Karakuyu (Dinar / Afyon)
10. Karasaz Ovası (Kayseri)
11. Kaş-Kalkan (Antalya)
12. Ladik Gölü (Samsun)
13. Sakarbaşı (Çifteler / Eskişehir)
14. Simav Ovası (Kütahya)
15. Sinanpaşa (Afyon)
16. Sincanlı (Afyon)
17. Yüksekova (Hakkari)
ATLAS ARALIK 2013/SAYI:249
Foto Galeri