Anasayfa Gündem Yedikule Bostanları; Mirasın Talanı

Yedikule Bostanları; Mirasın Talanı

Tarihi ve kültürel bir miras olan, Bizans’tan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan da günümüze dek İstanbul’un surları boyunca varlığını sürdüren bostanlar teker teker yok ediliyor.

Yazı: Deniz Koç / Fotoğraflar: Tolga Sezgin

“Buralar hep bostandı.” Metin Bey, Yedikule Mahallesi’ndeki Hacı Piri Sokağı’nda ilerlerken apartmanları göstererek böyle söylüyor. Beraber geçirdiğimiz gün boyunca ondan en çok bu cümleyi duydum. Onunla, Yedikule Bostanları’nı Koruma Girişimi’nin düzenlediği bir toplantıda tanıştık. Yedikule Bostanları’nın içindeki tarihi İsmail Paşa Bostanı’nda bahçesini ekip biçen onlarca bostancıdan biriydi. Temmuz 2013’te İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Fatih Belediyesi’nin “Yedikule Kapı ile Belgrad Kapı Arasında Kara Surları İç Koruma Rekreasyon Projesi” için gönderdiği iş makineleri, hem onun hem de diğer bostancıların bahçelerini molozla doldurdu. Akrabalarıyla birlikte çalıştığı ve yıllardır belediyeye kirasını ödediği bahçesi, eline tahliye belgesi ulaştıktan bir hafta sonra, bir gece vakti ansızın içeri dalan iş makinelerince yok edildi. Tam turfanda zamanı, sadece Metin Bey’inkiler değil, sur içinde yetiştirilen mahsulün neredeyse tamamı moloz yığını altında kaldı, meyve ağaçları söküldü.

263ATYedikule_7654


Yedikule Bostanları’nın sur içinde kalan kısmı, süs havuzlu bir park oluşturmak uğruna 2013’te belediye tarafından molozla dolduruldu. Park projesi hayata geçirilmezken, o günden beri bakımsızlığa terk edilen ve bostan niteliğini yitiren alan, mahalleliye güvensizlik hissi veren boş bir arazi haline geldi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Fatih Belediyesi, yaptıkları açıklamalarda bir buçuk metre molozla kapladıkları bostanların parka dönüştürüleceğini söylüyor, projelerini, “park; bisiklet parkuru, süs havuzları, yürüyüş alanları, etkinlik alanları, çocuk oyun grupları gibi çok çeşitli aksiyonlarla tarihi yarımadanın en geniş ve en büyük yaşam alanı olacaktır” sözleriyle anlatıyorlardı. Fakat belediye bostanların sınırındaki parsellere üç katlı konutların inşa edilebileceği bir proje hazırlatmış ve daha bostanlara girmeden projeyi Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’nda onaylatmıştı bile.

Metin Bey’in bir buçuk yıl öncesine kadar akrabalarıyla birlikte yaşadığı, şu an metruk haldeki iki katlı evinin birkaç metre ötesinde karşılıklı duruyoruz. Bana nar ağaçlarının, incir ağaçlarının olduğu yeri gösteriyor. Birkaç yıl önce inşa edilen lüks bir sitenin bahçe duvarıyla surlar arasında uzanan alan göz alabildiğine balçıkla kaplı. 12 yaşından beri çiftçilik yapan Metin Bey, bostanında yaz kış demeden çıplak ayak çalışırmış. Şimdi aynı bahçede ayakkabılarımız bileğe kadar çamura batmış vaziyette. “Eski verimli toprak ayağa bulaşmıyordu” diyor. Hemen sağımızdaki, üzeri sac levhalarla örtülmüş kuyudan çekilen suyla bir-iki metre ötedeki havuzu doldurur, sonra havuzun vanasını açıp nane, semizotu, turp, pancar, reyhan, biber, domates, kuzukulağı ve “aklına daha ne gelirse” yetiştirdikleri minik dikdörtgen biçimindeki tarhları, ya da bostancıların tabiriyle “tava”ları sularlarmış. Bostancıların “salma” adını verdiği bu sulama tekniğinde, vana açıldığında havuzdan boşalan su, bostancıların ekose desenli bir kumaş dokur gibi açtığı toprak kanallarda ilerleyerek yayılıyor. Kenarına bir oyuk açılan tavaya su giriyor; bitkinin sulanma zamanı değilse oyuk açılmadığından tava kuru kalıyor.

UNESCO tarafından 1985 yılında Dünya Mirası olarak kabul edilen İstanbul Kara Surları’nın etrafındaki bu tarihi bostanlar, su kuyularıyla, havuzlarıyla, ahırlarıyla, ahşap yapıları ve teraslama sistemiyle bilgi birikiminin yüzyıllardır nesilden nesle aktarıldığı bir kültürel miras niteliğinde. Bugün burada yetiştirilen meyve, sebze ve otları Bizans İmparatoru VII. Konstantin Porphyrogenitus için 10. yüzyılda kaleme alınan ve Konstantinapolis’teki tarım faaliyetleriyle ilgili bilgilerin derlendiği 20 ciltlik Geoponica adlı kitapta dahi görebiliyoruz. Arkeolog Alessandra Ricci, metnin yılın farklı zamanlarında yetiştirilen ekinlerle ilgili sistematik bilgi verdiğini  söylüyor. Ricci, “İstanbul’da Manevi Kültürel Miras: Kara Surlarının Bizans Bahçeleri” başlıklı yazısında Bizans zamanında bu tür ürünlerin kara surlarının dibinde, 13 kilometrekarelik bir alanda yetiştirildiğine dair bulgular olduğundan söz ediyor.

263AT_7Kule_0825


Bostanlarda 20 senedir işçilik yapan Halil Mert, ertesi gün semt pazarına götüreceği yeşillikleri hazırlıyor.

Osmanlı zamanında, İsmail Paşa ve Bayram Paşa’ya ait olan bostanların da aralarında bulunduğu Yedikule Bostanları’na ve burada çalışan bostancılara dair en ayrıntılı bilgilere 1735 tarihli bir Kefil Defteri’nde rastlanıyor. Harvard Üniversitesi’nde Osmanlı tarım teknolojilerini inceleyen ve aynı zamanda Yedikule Bostanları’nı Koruma Girişimi’nin üyesi olan Aleksandar Şopov, Yedikule’deki bostancıların çoğunun bu işi Arnavut ve Makedon bostancılardan öğrendiğini anlatıyor. Şopov, “Dünyanın farklı şehirlerinde tarihi daha da eskiye dayanan pek çok bostan var fakat bunların çoğu ya manzara bahçesine dönüştürülmüş ya da belediyenin burada yapmak istediği gibi park haline getirilmiş durumda. Yedikule’yi eşsiz kılan, hâlâ mahsul veriyor oluşu. Hâlâ Osmanlı zamanından kalma kuyulardan çıkarılan su kullanılıyor” diyor.

Bir ayağı 10 yıldır sürekli bostanlarda olduğundan, Türkiye’nin çılgın projelerle yeni baştan inşa edildiği bu dönem boyunca Yedikule’deki değişimi gözlemleme imkânı bulmuş. Yedikule Bostanları’nın daha önce de çok defa tahrip edildiği bostancılar tarafından sık sık dile getiriliyormuş. Örneğin 1999’da bozulan bir bostan, kurban kesim yerine dönüştürülmüş. Malcı Çırağı Mehmet Paşa Camisi’nin yanındaki bostanın bir kısmı tahrip edilip yerine belediye tarafından bir restoran ve dinlenme tesisi inşa edilmiş. Yine 1980’de bir başka bostanın yerine Atılgan Sitesi dikilmiş. “Bunlar hep bostancıların anlattığı, yazılı olmayan hikâyelerdi” diyor. “Yakında bostan diye bir şey kalmayacağını söylüyorlardı hep. 2010’da Yedikule Konakları inşa edilmeye başlandı. O sırada ben de oradaydım. İsmail Paşa Bostanı sınırındaki incir ağaçları, siteye bahçe duvarı örmek için söküldü. Konakların yapıldığı yerde eskiden bir bostan ve tarihi bir su kuyusu vardı. 1990’lı yıllarda burası önce futbol sahasına dönüştürülmüş, sonra imara açılmış. Zaten bu işler böyle oluyor. Bostanlar önce park, oyun bahçesi ya da futbol sahası gibi ‘kamusal’ bir alan haline getiriliyor, ardından bunların olduğu yere binalar dikiliyor.”

263AT_7Kule_J13A8551


Mustafa Yousef El Nuri, Lübnan’dan Türkiye’ye mülteci olarak gelmiş. Sokaklarda kâğıt toplayıcılığı yaparak para biriktirip tekrar Lübnan’a dönmeye çalışıyor. Kalacak yeri olmadığından bostanların kenarındaki surlarda yaşıyor.

Şopov, 2010 ila 2013’te Yedikule Bostanları’na pek çok dostunu, yazar ve tarihçileri götürdüğünü, bu yıkıma karşı bir şeyler yapmazlarsa bu özel mekânın ve burayı özel kılan bostanların yitip gideceğini göstermeye uğraştığını söylüyor. Belediye süs havuzlu park projesini gerçekleştirmek üzere iş makineleriyle alana girdiğinde, daha önce Şopov’la birlikte bostanları gezen Cemal Kafadar ve Gündüz Vassaf gibi tanınmış akademisyen ve yazarların olayın vahametini duyurmasıyla, bostanları kurtarmak için atılan imdat çığlığı daha geniş bir kesime ulaşmış oldu. Gündüz Vassaf, belediyenin bostancıların mahsulü toplamasına bile izin vermeden moloz dökmesini “hırsın işgali” olarak duyuruyordu: “İstanbul, tarihe geçmek isteyenlerin hırsıyla, tarihi yok edilerek öldürülüyor.”

Yedikule Bostanları’nın imara açılmasının yolunu yapan, Tarlabaşı ve Sulukule örneklerinden bildiğimiz 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun. Ancak Mimarlar Odası, bir SİT alanının bütünü için koruma planı olmadan, ya da varsa bu plan hiç göz önüne alınmadan herhangi bir kesim için hazırlanacak kentsel yenileme projesinin SİT alanlarında geri dönülmez tahribatlara neden olacağı görüşünde. Mimarlar Odası, “Bu yaklaşımın, koruma kavramı ve anlayışı ile hiçbir ilişkisi yoktur” diyerek bu kanuna karşı çıkıyor.

Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Üyesi Ali Hacıalioğlu, 2005 tarihli bu kanunun tarihsel doku özelliği olan yerlerde yeni inşaatların yapılmasını düzenleme amacıyla getirildiğini belirtiyor. Fakat Yedikule’de Tarlabaşı ve Sulukule örneklerinden farklı bir durum söz konusu, çünkü buradaki bostanlar tarihi kara surlarıyla bütünleşmiş durumda. Hacıalioğlu’na göre, bostanlar bu surların bir dünya mirası olarak varlığının sürdürülebilmesinin güvencesi. “Surları koruyan bir bant olarak düşünebileceğimiz bu ekili alanların korunması, surların korunması anlamındadır” diyor. “Şayet surların dibinde inşaata başlarsanız, çok kısa sürede o surların kemirildiğini, tarihi dokunun hızla kaybolduğunu görürsünüz. O bakımdan bostanlar aslında bir tampon bölge.”

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi’nden Yiğit Ozar da, dernek olarak hem 2013’teki ilk moloz dökümünde, hem de bundan bir yıl sonra süs havuzu için kazı yapıldığında alana gidip tahribat raporu oluşturmaya çalıştıklarını anlatıyor. “İş makineleri ve dozerlerle hemen kara surlarının dibindeki bir alana girildi. İstanbul II Numaralı Yenileme Alanları Kurulu’na başvurduk. Hangi noktalarda kazı yapıldığını, nerelere moloz doldurulduğunu, nerede tarihi kuyu ve havuzlar olduğunu belirttik. Kurul bize en sonunda İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Koruma Uygulama Denetim Müdürlüğü’nden (KUDEB) gelen yanıtlarla birlikte bir cevap verdi; burada belirli yerlerin kazıldığı ve moloz doldurulduğu kabul ediliyor. Ancak burası arkeolojik bir alan ve bütün tarihi yarımadada olduğu gibi her türlü kazı, müze denetiminde yapılmak durumunda. Buralardaki dolgu kısmen moloz olsa bile, arkeolojik alanın nerede başlayıp bittiğine kepçe operatörü ya da belediye görevlisi karar veremez. Burada bir kazı, müze denetiminde ve müze uzmanının raporuyla belgelenerek yapılmalıdır. 2863 sayılı yasaya göre de bu suçtur. Bir vatandaş, örneğin, kendi evi için böyle bir kazıyı yapmış olsa bile hakkında suç duyurusunda bulunulurdu. Ayrıca, 1500 yıldır burada var olan bostan ve haliyle bostancıların kara surları ve mahalle yaşantısıyla bütünleşik şekilde korunmasını sağlamak da önemlidir. Kapalıçarşı için kuyumculuk neyse Yedikule için de bostancılık aynı şekilde sürdürülmesi gereken bir geleneksel üretim olarak kültürel mirasımızın parçasıdır.”

263AT_7Kule_0091


Yedikule Bostanları’nda az da olsa sera var. Bostancılar ertesi günkü semt pazarı için ürünlerini hazır ediyor.

Ziraat Mühendisleri Odası da Yedikule Bostanları’ndaki gelişmeleri yakından takip eden kurumlardan biri. İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2010’da yapılan Fatih İlçesi Kentsel Sit Alanı 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nın notlarında, “mevcudiyetini devam ettiren tarihi bostan alanlarının tarımsal karakteri korunacaktır” hükmünün yer aldığını söylüyor. Daha sonra bu planın gönderildiği Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun plan kararlarında çok önemli bir değişiklik yaparak, “parklar ve dinlenme alanları” maddesindeki “bostanların tarımsal niteliği korunacaktır” ifadesini “bostanlar yeşil alan olarak değerlendirilecektir” diye değiştirdiğinin altını çiziyor. Atalık durumu, “Bu çok önemli bir değişiklik. İlk başta tarım arazisi olduğu belirtilirken, ifade ‘yeşil alan olarak değerlendirilecektir’ şeklinde değiştirildiği zaman, başvuracağınız kanun, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’dur. Bu kanunda yeşil alan, tarım dışı arazi olarak görünür. Dolayısıyla ‘yeşil alan’ demesiyle ‘AVM’ demesi arasında bir fark yoktur,” sözleriyle değerlendiriyor.

Bir buçuk senenin ardından gelinen durum, Atalık’ın odasında beni kabul ederken söylediği gibi, “çok bilinmeyenli bir denklem”. Bir yanda yıllardır ailece işledikleri bereketli topraklar niteliksizleştirildiği için bir buçuk yıldır mağdur olan ve yarınını göremeyen bostancılar, öte yanda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın vetosu üzerine Belediye Meclisi’nin projeyi Fatih Belediyesi’ne iade etmesinin ardından bostanların bulunduğu alanın nasıl kullanılacağına yönelik soru işaretleri.

Umalım ki erk sahipleri, yüzyıllardır topraktan alınıp nesilden nesle aktarılan bir bilgi birikiminin el emeğiyle birleştiği bu kentsel tarım alanlarının, İstanbul’un dünyanın gelişmiş kentlerine ilham veren sürdürülebilir bir kent modeli haline gelmesine vesile olabileceğini görsünler.

Atlas Şubat 2015

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap