Atlas dergisi jeoloji editörü Yard. Doç. Dr. Yıldırım Güngör, 25 Nisan’da Nepal’i vuran depremi tüm yönleriyle anlatıyor ve beklenen Marmara Depremi hakkında beliren soru işaretlerini aydınlatıyor.
Yerbilimcilerin yıllardır dillendirdikleri Nepal depremi, 25 Nisan 2015’te gerçekleşti. Ne yazık ki ölü sayısı on binleri aşacak gibi görünüyor. Ayrıca mevsimin başlamasıyla birlikte dünyanın dört bir yanından on binlerce doğa sporu meraklısı Himalaya Dağları’na doğru yürüyüşe geçmişti. Bu görkemli zirvelerin eteklerinde yer alan olağanüstü vadilerde yürüyenler ya da bir otelde yapacakları büyülü yolculukları planlayanlar ciddi bir şokla karşılaştılar… Gelin, hep birlikte Nepal depremi ve beklediğimiz Marmara Depremi hakkında merak edilenlere bakalım…
Nepal Depremi hangi mekanizmaya bağlı olarak meydan geldi?
Uzun bir öykü bu aslında. Gondwana Kıtası’ndan yaklaşık 90 milyon yıl önce ayrılan Hindistan Plakası, milyonlarca yıl boyunca Avrasya’ya doğru hareketine devam etti. Yaklaşık 20 milyon yıl önce Avrasya Plakası’nın uzantılarıyla karşılaşınca hızı yılda 4,5 santimetreye kadar düştü. Yavaş yavaş gerçekleşmeye başlayan çarpışma zaman içinde yaklaşık 9 bin metre civarındaki Himalaya Dağları’nı oluşturdu. Çarpışma halen devam ediyor. Himalaya Dağları’nın yükselmesi sonrasında deformasyonlar kuzeye, Tibet Platosu’na doğru devam etti. Nepal’deki deprem de bu çarpışmanın sonucunda gelişen bir bindirme fayı üzerinde oldu. 15 kilometre bu tür depremler için derin sayılmaz, sığ bir depremdir. Yüzey kırığının 100 kilometre olması depremin büyüklüğünün işareti. Hindistan, Pakistan, Bhutan, Bangladeş, Nepal ve Çin bu depremleri sürekli yaşıyor, yaşamaya da devam edecek. Depreme neden olan aktif fayın kentin içinden geçmesi ve bina stokunun yanında zeminin de kötü olması hasarı artırdı. Bu bölgede son yüzyılda büyüklüğü 6,5 ile 8,6 arasında birçok deprem meydana geldi ve yüz binlerce insan yaşamını kaybetti.
Beklenen bir deprem miydi?
Kesinlikle evet. Tıpkı Tokyo’da, San Francisco’da ve İstanbul’da beklendiği gibi, orada da bekleniyordu.
Peki, burada olacak depremleri tetikler mi?
Tetiklemez. Mekanizma aynı, ama sistem farklı. Bu nedenle birbirlerini etkilemezler. Bunun tersini söyleyen olursa yapay gündem yaratmaya çalışıyordur.
Türkiye’de de böyle büyük bir deprem olur mu?
Olabilir. Daha önce de oldu. Aslında hareketin büyüklüğüne göre normal bir deprem bu. Bizdeki depremlerin en büyüğü, 1939 yılında Erzincan’da meydana gelen 7,9’luk deprem. Ancak beklenen ve en çok da İstanbul ve Tekirdağ’ı etkileyecek deprem bu kadar büyük olmayacak. Bu artık kesinleşti. Ancak 7’den de küçük olmayacak. İstanbul’un yapı stokunu düşünecek olursak durum hiç de iç açıcı değil. 17 Ağustos Depremi’nden önce yapılan evlerin durumunu ne yazık ki biliyoruz. Ama sonra yapılanların çoğunda sorun olduğunu da biliyoruz.
Bu deprem Türkiye’de olsaydı ne olurdu?
Hangi kentte olursa olsun, büyük bir afet yaşanırdı. İstanbul büyük bir olasılıkla büyük bir yıkımla karşılaşırdı. Ölü sayısı yüz binleri bulur ve Türkiye ekonomisinde tamir edilemez yaralar açılırdı.
Birileri çıkıp şu günler içinde deprem olacak diye bir açıklama yapmaya başlar şimdi. Bazı insanların depremi önceden bilebilme özellikleri var mıdır, depremi önceden kestirmek mümkün müdür?
Kendilerine “astrolog” diyen bazı kişilerin anlamsız da olsa bu denli açıklamalar yapmasını doğal karşılıyorum. İşleri bu. Ancak bilim insanı kisvesi altında böyle açıklamalar yapılırsa da inanmayın. Yıllardır depremi önceden kestirmek için çalışmalar sürdürülüyor. Ancak birçok ülke bundan vazgeçerek depreme sağlıklı binalar inşa etmenin daha sağlıklı ve doğru bir çözüm olduğunu anladı.
Depremden korunmak mümkün mü?
Sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde depremden korunmanın tek yolu vardır: Düzgün mühendislik hizmeti almış, depreme dayanıklı binalarda oturmak. Bu planlama bizi yüzde 95 kurtarır. Yıkılan bir binanın içinde kalmış kimsenin kurtulma şansı yüzde 1’den bile az. Bu nedenle bireysel önlemler almak çok doğru bir hareket, ama bu doğruyu tamamlayan en önemli şey depreme dayanıklı bir binada oturmak.
İstanbul, depreme hazır mı?
Kesinlikle hayır. Yapılan birçok çalışma var ama ne yazık ki yapılması gerekenlerin yanında devede kulak kalır. İstanbul’un deprem riskini sadece çürük binalar oluşturmuyor. Mahalle aralarındaki benzin istasyonları, bina altlarındaki tüpçü dükkânları ve fırınlar, kozmetik depolarıyla İstanbul aslında patlamaya hazır bir bomba üzerinde oturuyor. Bunlar bile deprem sonrasında çok ciddi sorun yaratacak. Köprü, viyadük, hastane ve okulların durumuysa içler acısı. Kentsel dönüşüm çalışmaları da ne yazık ki olması gereken yerlerden, örneğin Avcılar ya da Büyükçekmece’den değil de Fikirtepe’den başladı.
İstanbul’un zemin durumu ne?
İstanbul genelde sağlam zemine sahip, ama çok sağlam bir zeminde bile yer yer kötü bölümler olabiliyor. Derelerin ve alüvyonların üzerine kurulmuş yerleşim yerleriyle daha genç birimlerin görüldüğü Bakırköy’den Tekirdağ yönüne kadar olan yerleşim yerlerinin zeminleri yer yer çok kötü. Ancak sıkıntı zeminin kötü olmasıyla değil, evlerin zemine göre yapılıp yapılmadığıyla ilgili.
Bir yapı yaparken zemin etüdü yaptırmak şart mı?
Kesinlikle şart. Etüt yapmanın amacı, zeminin durumunu öğrenerek ona göre bina inşa etmektir. Yani “benim zeminim kaya, zemin etüdü yapmama gerek yok” düşüncesi çok doğru olmadığı gibi “zemin çürük, burada bina yapılmaz” demek de yanlıştır. İyi bir mühendislik çalışması ile dünyanın en kötü zeminine bile dünyanın en iyi yapısını yapmak olası. Özetle, asıl gereken, binayı ayakta tutan zeminle bina ilişkisinin iyi kurulmasıdır.
Marmara Depremi sonucunda tsunami olur mu? Olsa bize nasıl bir zarar verir? Tsunamiye karşı ne yapabiliriz?
Doğrultu atımlı faylar büyük tsunamiler yaratmaz, ancak deniz çalkantılarına neden olurlar. Beklediğimiz Marmara Depremi’nde ise meydana gelecek deniz dibi heyelanları bir tsunamiye yol açabilir. Dalgalar asla boğazı aşıp gelmeyeceğinden, tsunamiden çok büyük zarar görmeyeceğiz. Bunun nedenini, tsunami dalgalarının oluşum mekanizmasını basitçe anlatarak açıklamaya çalışayım.
Tsunamiler, Endonezya ve Japonya depremlerinde olduğu gibi dalma-batma zonlarında meydana gelir. Su, kopma noktasında oluşan devasa çukurluğa hücum eder. Bu nedenle bazı sahillerde deniz çekilmeye başlar. Çukurluğu dolduran su tekrar eski yerini almak için bir kamçı hareketi yaparak hızla hareket eder. Bu hız saatte 800 kilometre civarındadır. Karaya yaklaşınca sığ sahillere çarpan su hızını kaybeder, arkadan gelen dalgalar öndeki dalgalara yetişerek üzerlerine biner. Böylece sahile yaklaşan dalganın boyu giderek yükselir ve yer yer 15-30 metreye ulaşır. Ancak buradaki en büyük yanılgı, zararın dalga boyu yüksekliğinden kaynaklanacağının düşünülmesidir. Oysa zararı dalganın boyu değil, hızı verir. Dalgalar sahile yaklaşık 100 kilometre hızla çarpar. Asıl zararı veren de budur.
Beklediğimiz Marmara Depremi’nde bu denli büyük bir hızla çıkış olmayacak. Dolayısıyla çalkalanma sonucunda sahile çarpan dalgaların hızı da çok fazla olmayacak. Hız çok olmayacağından dalga yüksekliğinin de pek önemi kalmıyor. Peki, hiç mi zarar olmayacak? Zarar da olacak ölümler de, ama daha çok sahilde yakalananlar zarar görecek. Lodos dalgalarının verdiği zarar gibi düşünün. İç kesimlerde çok büyük hasar meydana gelmeyecek. Özetle, Marmara Depremi’nde beklenen tsunami asla Endonezya veya Japonya’daki gibi kaotik olmayacak.
Sivil toplum kuruluşları 17 Ağustos Depremi’nden sonra büyük projelere imza attılar. Bunların soncu ne oldu?
Tam bir fiyasko oldu diyebilirim. Birçok sivil toplum kuruluşu bazıları milyon doları bulan çok büyük projeler aldılar ama bu paraların çoğu danışman, çalışan ve saire ücretlerine gitti. Ellerinde ise yarım yamalak eğitim almış az sayıda insan kaldı. Bu konu çok önemli. Valilik bile ciddi paralar harcıyor ama hâlâ aklı başında bir eğitim modülü hazırlayamadılar.
Bu bir kıyamet alameti midir?
Bilgi toplumu olmadığımız için bu konuda ahkâm kesenlerin dinleyicisi de çok oluyor. Tüm dağlar, denizler ve büyük okyanuslar depremleri oluşturan mekanizma sayesinde meydana geldi. Dünya 4,65 milyar yaşında ve yaklaşık 5 milyar yıllık bir ömrü var. Bu tür depremlere de pabuç bırakmaz, hiç merak etmeyin.
Fotoğraf: Kurtulmuş Arı / Lalitpur. Nepal
30 Nisan 2015