Anasayfa Gündem Mevlana’nın Düğün Gecesi

Mevlana’nın Düğün Gecesi

Ayşegül Parlayan Özalp

İrfan diyarının hükümdarı olarak değerlendirilen Mevlana için her yıl dünyanın pek çok ülkesinde etkinlikler yapılıyor. Konya’da yapılan Şeb-i Arus törenleri bunların en önemlisi…

Büyük sufi şair Mevlana Celaleddin Rumi’nin 741. Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri 7-17 Aralık tarihleri arasında yapılacak ve Konya yine olağanüstü bir havaya bürünecek. Valiliğin, büyükşehir belediyesi, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşlarının katkılarıyla 10 gün boyunca kentte sema gösterileri, yürüyüşler, bilimsel toplantılar ve konserler düzenlenecek. Mevlana ile onun hayatında görkemli değişikliklere neden olan Şems-i Tebrizi’nin ilk kez karşılaştığı yerde kandil yanacak. Etkinliklere yerli ve yabancı binlerce turist katılacak.

Törenler, “Sevgi ve Hoşgörü Yürüyüşü” ile başlıyor. Yaklaşık 500 metre  süren yürüyüşün ardından Mevlana Müzesi’nin girişinde “gülbank” (topluca ilahi) okunuyor. Daha sonra Mevlana’nın kabri başında okunan duanın ardından da çocuk semazenler tarafından sema gösterisi gerçekleştiriliyor. Mevlana’nın Şeb-i Arus (Düğün Gecesi) olarak adlandırılan ölüm günü vesilesiyle düzenlenen etkinliklerin son gününde ise devletin üst düzey protokolü bir araya geliyor.

Mevlana, Hicri 604’te, Ay takviminin üçüncü ayının (Rebiyülevvel) 6’sında yani bugünün takvimiyle 30 Eylül 1207’de Afganistan’ın tarihi Belh kentinde doğmuş, yıllar süren bir yolculuğun ardından da Konya’ya yerleşmişti. Bolluk ve bereket dolu ömrünü de burada tamama erdirdi, ardında Mesnevi (altı cilt), Divan-ı Kebir (yedi cilt) ve Rubailer gibi yüzyıllardır okunan görkemli eserler bırakarak. Fakat sırların sözcüsünün doğum yeri dahil, hayatının birçok evresinin tartışmalı olduğunu da hemen ekleyelim; yaşam öyküsünü kaleme alanların verdikleri bilgiler birbiriyle çelişiyor. Ama ölüm tarihi kesindir. O çağda kullanılan takvime göre Hicri 672’de Cemaziyelahir ayının 5’inde (17 Aralık 1273’te) pazar günü, güneş batarken bu dünyadan göçmüştü. O zamanlarda yaşayanlara sorulsaydı Mevlana öldüğünde 68 yaşındaydı; bize göre ise 66.

Mevlana’ya göre ölüm, beden zindanından kurtulup Tanrı’ya, sevgiliye, dosta kavuşmaktır, onun deyişiyle “vuslat”tır; mekândan mekânsızlığa, zamandan zamansızlığa uzanıştır. Yedi ciltlik muhteşem eseri Divanı Kebir’deki eşsiz gazellerinden birinde şöyle seslenir:

Ölüm günümde tabutum götürülürken, bende, bu dünyanın derdi, gamı var, dünyadan ayrıldığıma üzülüyorum sanma, bu çeşit şüpheye düşme! / Sakın öldüğüm için bana ağlama: “Yazık oldu, yazık oldu” deme! … / Cenazemi görünce: “Ayrılık, ayrılık” deme! O vakit benim ayrılık vaktim değil, “buluşma, kavuşma” vaktimdir! / … / Bu hal, sana, batmak, kaybolmak gibi görünse de, aslında bu hal doğmaktır yeniden hayata kavuşmaktır! /… / Hangi tohum yere atıldı, ekildi de tekrar bitmedi, topraktan başkaldırmadı? … / Hangi kova kuyuya sarkıtıldı da dolu çıkmadı? …

“Bizim ölümümüz ebedi bir düğündür” diyen Mevlana’nın vefat gecesine “Şeb-i Arus” deniliyor. Mevlevi terimi olan Şeb-i Arus, Farsça şeb (gece) ile Arapça urs’tan (düğün) türetilen arus yani gelin kelimelerinden yapılmış bir tamlama. “Gelin gecesi”, “düğün gecesi” anlamlarına geliyor.

Mevlana, yaşamının son demlerinde ateşli bir hastalığa yakalanmıştı. Bu haber Konya’ya yayıldığında ünlü ünsüz bütün halk hatırını sormaya gelmişti. Mevlana’ya 40 yıl müritlik yapan Sipehsalar, Hz Mevlana ve Yakınları’nda anlatır: “Bütün ileri gelenler sabah akşam geçmiş olsun ziyareti için huzuruna geliyorlardı. Dönemin Calinus’u (antik çağın en ünlü hekimi) sayılan en hünerli hekimi Ekmeleddin ve Gazanferî, tedavi için uğraşıyorlardı. Bunların ikisi de Hazreti Mevlânâ’nın nabzını tutarlar, sonra gidip tıp kitaplarını inceler, hastalığına teşhis koymağa çalışırlardı.”

Cenaze törenine ise her dinden, mezhepten, halktan, yaştan ve statüden insan katılmıştı. Nefirlerin, neylerin, rebapların nağmelerine feryatlar, hıçkırıklar karışıyor, elbiseler yırtılıp başlara toprak saçılıyor, kanlı gözyaşları sel olup akıyordu. O anları oğlu Sultan Veled anlatıyor:

“O övülmeye değer padişahın göçüşü, Cemaziyelahir ayının beşinci günüydü; / Yıl, sayı bakımından, Ahmet’in hicretinin altı yüz yetmiş ikinci yılıydı. / Halka, öylesine bir göz değmişti ki o yıldırımın isabetiyle canlar yanmış -yakılmıştı, / O solukta şehre bir depremdir, düşmüştü: onun yaşıyla gök bile ağlamıştı, / Küçük – büyük, şehrin bütün halkı ah etmedeydi, feryat etmedeydi, / Rum olsun, Türk olsun, köylülerde, onun derdiyle yenlerini – yakalarını yırtıyorlardı. / Kalabalığa uyup da gelmek değil, aşkla herkes cenazeye katılmıştı, / Her mezhep ehli ona inanmıştı; her dinden, her topluluk, ona âşıktı, / Mesih’e uyanlar, onu kendilerine mabut edinmişlerdi; Musa dininden olanlar, / onu Hud gibi görüyorlardı, / İsa dinindekiler, o bizim İsa’mızdı diyorlardı: Musa dinindekiler, Musa’mız,/ Müminse, Resul’ün sırrı, nuru diyor, onu uçsuz – bucaksız, büyük mü, binlik birdeniz görüyordu. / Herkes, gamla yakasını yırtmada,  herkes,  yanıp yakılarak başına toprak serpmedeydi. / Öylesine bir feryat, bir coşkunluk kopmuştu şehirde ki gök kubbe altında kimse eşini görmemiş / Bu, kırk güne dek böyle sürdü; hiçbir kimse, bir soluk bile yanıp yakılmaktan dincelmedi, / Kırk gün sonra herkes, evine – barkına döndü…”

Her yıl olduğu gibi bu 17 Aralık’ta da güneş batarken Mevlana’nın üzerini örten yeşil kubbe parıldayacak ve törenlerin yapıldığı salonda rast makamında, tok, gür ama yumuşak bir ses “Ya Hazreti Mevlana Hak doost” diyerek göklere yükselirken Şeb-i Arus, yani düğün gecesi de başlamış olacak.

“Bu, ölüm değil, bu ikinci bir doğumdur; doğun, doğun!”

Mevleviler için sema, kalbi gafletten uyandırmaktır. Gizlenmiş sevinci, hüznü, korkuyu, ümidi ve coşkuyu arayıp harekete geçirmektir. Semazen yerle göğün, beden ile ruhun muhabbetini de temsil eder.

Fotoğraf: Hüseyin Türk
Atlas Aralık 2014 / Sayı 261

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap