Anasayfa KeşfetDoğa Coğrafya DOĞA HAKLARI DEVRiMİ

DOĞA HAKLARI DEVRiMİ

Harika Pelin Şengül

ABD’de bir fil, Fransa’da bir nehir, Yeni Zelanda’da bir orman, Kosta Rika’da bir arı… İnsan dışı varlıkların hakları için verilen mücadele tüm dünyaya yayılıyor. Yerli ulusların dünya görüşünden beslenen doğa hakları hareketi, hayvanları ve doğayı hukuk karşısında insan ile eşitleyerek, bu varlıklar için de “kişi” hakları talep ediyor.

YAZI: Cemal Tunçdemir

 

KAPLAN DUKE – Ünlü hayvan terbiyecisisi George Carresello, elinde sopasıyla Los Angeles’ta Duke adı verilen kaplana saksafon çalmayı öğretiyor. Kaplanların sirklerdeki esaretine son veren ülkeler olsa da bu dönem tamamen kapanmış değil. Ancak o günlerde daha “olağan” kabul edilen bu görüntüyü günümüzde “rahatsız edici” bulanların sayısının artması, dünyayı paylaştığımız tüm canlılar adına umut verici.

HAYVANLARIN DAVA AÇMA HAKKI VAR MIDIR?

New York Eyalet Temyiz Mahkemesi 18 Mayıs 2022 günü bir “hukuksuz tutuklama” davasının duruşmasına  başladığında, dünya medyasının gözü bu mahkeme salonuna dönecekti. Davayı ilgi odağı haline getiren ise söz konusu mağdur bireyin, Happy adında 57 yaşında bir fil olmasıydı.

Happy (Mutlu), adına yakışır bir biyografiye sahip değil. 1970’lerin başında Tayland’taki doğal yaşam alanında diğer altı yavru fille yakalanıp 800 dolara ABD’de bir şirkete satıldı. Altı yavru içinde 70’lerin ortasından beri tutulduğu Bronx Hayvanat Bahçesi’nde hayatta kalan tek fil. 2006’da, aynada kendisini tanıyan ilk fil olarak ünlenen Happy, son 15 yıldır izole bir yaşama mahkûm. Günün belli saatlerinde çıkarıldığı küçük bahçe dışında, bedeninin iki katı büyüklüğünde beton, penceresiz bir yerde tutuluyor. Bu yaşam koşullarından dolayı yıllardır ağır bir depresyon yaşıyor. 

Happy adına davayı açan İnsan Olmayanların Hakları Projesi (NhRP) avukatları, Happy’nin, kiminle olmak, ne yemek, ne zaman yemek ve nereye gitmek istediğine karar verme kapasitesi ve tercihlerine sahip akıllı bir fil olarak, haklara konu olma açısından bir “kişi” olduğunu, haksız yere hapsedildiğini ve ABD’de fillerin özgürce yaşadığı bir doğal koruma alanına salıverilmesi gerektiğini savunuyor. Çok sayıda felsefeci, bilimci ve hukukçu da Happy’nin kompleks psikolojik kapasitesinin onu özgürlük hakkına yetkin kıldığına ilişkin bir bilirkişi raporu hazırladı.  

Davalı Bronx Hayvanat Bahçesi ise, “Happy, hukuksuz yere tutuklu bir ‘kişi’ olarak görülemez, çünkü bir kişi değil. İyi bir bakım gören bir fil” savunmasını yapıyor. Onlara göre bireyleri hak sahibi yapan, moral görevlerini yerine getirebilme kapasiteleri. Davacılar bu bakış açısını, çocukları veya zihinsel engellileri de hak sahibi olmaktan çıkaran temelsiz bir savunma olarak görüyor. 

Hukukçu düşünür Steven Wise liderliğinde 2007 yılında kurulan NhRP, goril ve şempanze gibi büyük maymunlar ile fil, yunus ve balinaların öz farkındalık sahibi otonom hayvanlar olduğunun ispatlandığına dikkat çekerek, hukuk karşısında “mülk” değil, “kişi” olarak tanınmaları gerektiğini savunan, kâr amacı gütmeyen bir organizasyon. “Kişi” statüsü kazanmalarıyla, bu hayvanların bedensel özgürlük (hapsedilememeleri) ve bedensel bütünlük (bilimsel araştırmalarda kobay olarak kullanılamamaları ve alınıp-satılamamaları) hakları koruma altına alınmış olacak. 

NhRP’ın mücadelesinin hukuksal hareket noktası, 18’inci yüzyıldan Somerset v. Stewart başlıklı dava. 1772 yılında Londra’da görülen davada, James Somerset adlı kölenin yargılanmadan hapsedilmeme hakkına (habeas corpus) sahip olduğuna karar verilince, köleler ilk kez hukuken “mülk” değil, “kişi” olarak görülmüş oldu. Wise aradaki nüansı, “Bu hayvanlara insan hakları tanınmasını istemiyoruz. Bunlara, bilim insanlarının onlara atfettiği farkındalık düzeyleriyle orantılı hukuksal haklarının tanınmasını talep ediyoruz. Böylece, şempanzeler şempanze haklarına, filler fil haklarına, balinalar da balina haklarına sahip olacak” sözleriyle açıklıyor. 

HAK ARAYIŞI DÜNYAYA YAYILIYOR 

Happy davası bir ilk değil. Brezilya’da 2006 yılında Suíça adlı şempanze adına dava açıldığında, yargıç Edmundo da Cruz “şempanzenin davaya ehil olduğu”na hükmetmiş ve Suíça tarihte, bir mahkemenin “kişi” olduğunu kabul ettiği ilk insan dışı canlı olmuştu. 2013 yılında Hindistan, yunus ve balinaları “insan dışı kişi” olarak niteleyerek, yakalanmalarını ve kapalı havuzlara kapatılmalarını yasakladı. 2015’te Arjantin’de bir mahkeme, 31 yaşındaki Sandra adlı orangutanın hukuksal anlamda “hayvan” olmadığına ve “insan dışı kişi” olduğuna hükmederek özgürleşmesinin yolunu açtı. 2016 yılında başka bir Arjantin yargıcı da, Cecilia adlı şempanze adına açılan davada, “Cecilia bir ‘şey’ değil, ‘hak sahibi bir canlı birey’. Medeni Kanun ile koruma altına alınmış insan haklarından söz etmiyoruz. Türünün kendi haklarından, yani doğal gelişme hakkı ve kendi habitatında yaşama hakkından bahsediyoruz” diyerek şempanzenin özgür bir koruma alanına tahliyesine karar verdi. ABD’de de birçok eyalet, yasaları değiştirerek, boşanma durumunda evcil hayvanların kimde kalacağını bir velayet konusu haline getiriyor. 2020 yılında da Pakistan’da İslamabad Yüksek Mahkemesi, “dünyanın en yalnız fili” olarak bilinen Kaavan’ın “kişi” olduğuna hükmederek, hayvanat bahçesinden özgürce yaşayacağı koruma alanına transferine karar verdi. Başyargıç Athar Minallah, hayvanlara bu yeni bakışın okullarda öğretilmesi gerektiğini savunacaktı. 

Bu, bir yönüyle modern dünyanın hayvanlara bakışının son 400 yılda geldiği noktayı yansıtıyor. René Descartes, 1630’lu yıllarda hayvanları ruhu, aklı ve özgür iradesi olmayan makineler gibi niteleyecekti. Bu bakış açısı sonraki yüzyılda Voltaire ve Jeremy Bentham gibi düşünürlerce ağır şekilde eleştirildi. Bentham’ın görüşleri, ırkçılık ile aynı olumsuz anlamda “türcülük” tabirinin doğmasına neden oldu. Hayvanlara Dekartçı bakışın yok olmasında en ölümcül darbe ise, Darwin’in türün sabit bir nitelik değil, bir süreç olduğunu gösteren teorisiyle gelecekti. İnsanların özel bir statüsü ve farklı bir kaynağı yoktu. İnsan da hayvan ailesinin bir üyesiydi. 

New York Eyalet Yüksek Mahkemesi, 14 Haziran 2022 günü ikiye karşı beş oyla Happy’nin “kişi” olmadığına, yargısız tutuklanmama hakkının insan dışı hayvanlara uygulanamayacağına hükmetti. Ancak NhRP, muhalif iki oyun umut verdiğine dikkat çekiyor. Yargıç Jenny Rivera muhalif oyunda, “Happy’nin tutukluluğu uygar toplum idealine bir hakaret. Tutuklu kaldığı her gün, biz insanlar da küçüleceğiz” derken, yargıç Rowan Wilson da “Çoğunluk ‘hayvanlar hak sahibi olamaz’ dediğinde, bu yanıt, insanlığın şefkat, anlama ve empati kapasitesini inkâr edip aşağılaması yönüyle de endişe verici” diye yazıyordu. 

ŞEMPANZE SANDRA : Buenos Aires Hayvanat Bahçesi’nde tutulan Sandra, mahkeme kararıyla artık özgür.

AĞAÇLARIN DAVA AÇMA HAKKI VAR MIDIR?

Fil Happy davası tekil bir dava değil. Genel olarak insanın doğadaki özgünlüğü ve hiyerarşik üstünlüğü üzerine kurulmuş modern etik, hukuk ve politika sistemlerinde yaşanmakta olan sessiz devrimin küçük bir yansıması.

EEylül 1971’de Güney California Üniversitesi’nin 33 yaşındaki genç profesörü Christopher Stone, sahiplik haklarının tarihteki evrimini anlatırken öğrencilerinin sıkıldığını fark etti. Dikkatlerini çekmek için o an aklına gelen “Hukuk, insan olmayan doğa objelerine de, örneğin kayalara ve hatta ağaçlara da hak tanıyacak kadar evrilirse ne olur?” sorusunu ortaya attı. Soru, öğrencilerin ilgisini tetiklemişti. Aynı zamanda o güne kadar bunu düşünmeyen Stone’un da…

Sonraki günlerde ABD’de gündeme gelecek bir dava, konuya ilgisini daha da pekiştirdi. Çevreci dernek Sierra Club, Walt Disney’in Yosemite Milli Parkı’nda kuracağı kayak tesisine ulaşım için Sekoya Ulusal Ormanı içinde bağlantı yolu açmasına izin veren ABD İçişleri Bakanı aleyhine dava açmıştı. Temyiz mahkemesi, orman ile dernek arasında doğrudan bir ilişki olmadığı gerekçesiyle bu davayı açamayacaklarına hükmetmiş, Stone’un sorusu da her zamankinden daha fazla bir yanıta muhtaç hale gelmişti: O halde içinde hiç insan yaşamayan sekoya ormanı adına kim dava açabilirdi?  

İşte Stone, 1972 yılında Güney California Hukuk Dergisi’nde “Ağaçların Dava Açma Hakkı Olmalı mı?” başlıklı makalesi ile bu soruya bir yanıt veriyordu. “Çok ciddi olarak, ormanlara, okyanuslara, nehirlere, çevrede ‘doğal obje’ diye anılan diğerlerine ve elbette doğanın bütününe yasal kişi hakları tanımayı öneriyorum” diye yazıyordu Stone. Duyan herkesin başlangıçta yadırgayacağı bir öneride bulunduğunun farkındaydı. Ama bütün haklar ilk dile getirildiklerinde yadırganmıyor muydu zaten? Örneğin, Roma hukukunda çocuk “kişi” değil, babanın “mülk”üydü. O çağda çocukların da hak sahibi olması gerektiği teklifine yeltenmek, aklıselime aykırı, kaos yaratıcı bir çaba olarak görülürdü. Tıpkı kölelerin ve kadınların da “kişi” olduğunun ilk savunulduğu zamanlarda olduğu gibi. 

Ne var ki akademik bir dergide yayımlanan bu uzun makaleyi pek okuyan olmamıştı. İlerleyen aylarda ABD Yüksek Mahkemesi de temyiz mahkemesi kararını onaylayarak, Sierra Club’ın doğa adına dava açamayacağına hükmedecekti. Fakat Yüksek Mahkeme üyesi William Douglas, karşı oy yazısında Stone’un makalesine atıflarda bulunuyordu. Örneğin, “Hukuksal süreçlerin işleyebilmesi için gemilerin, şirketlerin, devletlerin ‘yasal kişi’ kurgusuna saygı gösterebiliyorsak, aynı saygıyı, vadilerin, yaylaların, nehirlerin, göllerin ve hatta modern teknolojinin yıkıcı baskısı altına girmiş havanın hukuksal haklarını tanımaya da gösterebiliriz” diye yazacaktı. Böylece kamuoyu Stone’un makalesinden haberdar olacaktı. Ancak ana akımın, yargıcın bu görüşlerine ve Stone’un makalesine ilk tepkisi aşağılama oldu. Medya, Stone’u “çalıya çırpıya hak tanımak isteyen bir hukuk profesörü” gibi alaycı ifadelerle anıyordu. Hukukçuların çoğu için bile bu gülünç bir fikirdi. Amerika Barolar Birliği dergisinde şu dörtlük yayımlanacaktı: 

“Gelmesin öyle rezil günler. 

Ama Stone’un dediği olduğunda,

Bize tazminat davası açabildiğinde göller ve tepeler,

Nasıl gölgeleneceğiz artık altında,

Ağaçlar hemen bize dava açmaya koştuklarında.”

Hukuksal engel kalmamasına rağmen Disney’in projeden vazgeçmesiyle, Stone’un makalesi de gündemden düştü ve unutuldu. Stone bile, yarım yüzyıl sonra bütün küreye yayılacak bir devrimi tetiklediğinin farkında olmaksızın başka konulara yoğunlaştı. Ta ki 2005 yılında Pennsylvania eyaletinin Tamaqua kentinde iki çocuğun ölümüne, 10 kadar kişinin hastalanmasına zehirli atıkların döküldüğü kuyuların neden olduğu ortaya çıkana kadar. Belediye Meclisi üyesi Cathy Morelli, yerel ölçekte çevre koruma mücadelelerine hukuk desteği sağlayan bir dernekten yardım istedi. Derneğin o günkü başkanı avukat Thomas Linzey, o buluşmadan birkaç gün önce Stone’un makalesine denk gelmiş ve çok etkilenmişti. Onun danışmanlığında hazırlanan belediye anayasası ile Tamaqua Belediyesi,  tarihte doğayı “kişi” olarak kabul eden ilk resmi idare oldu. Stone’un fikri artık sadece teorik değildi.

1950’ler… Yosemite Milli Parkı’nda dev bir sekoya ağacının gövdesinde arabaların geçmesi için geçit açılmış. 1970’lerde ise sekoyalar bir kayak tesisine kurban gitmekten son anda kurtulmuştu

Doğa ve çevre konusunun politik kutuplaşmayı kıran bir gücü olduğu artık biliniyor.

DOĞA ADINA BİR İLK: EKVADOR ANAYASASI

Ekvador Amazon’unda arazilerinin satılmasına karşı açtıkları davayı kazanan Waorani yerlileri

Ekvador, anayasasının 71’inci ve 72’nci maddeleri ile doğayı “kişi” kabul ediyor. Doğaya kendini yenileme, varlığını koruma ve evrimini sürdürme gibi anayasal pozitif haklar tanıyan ilk ülke. Son 10 yıldır bu haklar
kapsamında açılan davaları takip eden avukat Marianella Jaramillo, Atlas’ın sorularını cevapladı.

Tamaqua Belediye Meclisi’nde elde edilen tarihi başarıdan yaklaşık bir yıl sonra avukat Linzey’nin telefonu çaldı. Hiç düşünemeyeceği bir yerden aranıyordu. Ekvador’da ülkenin yeni anayasasını yapacak anayasa meclisi Linzey’i Ekvador’a davet ediyordu. Linzey’nin de yazımına katkıda bulunduğu ve 2008 yılında kabul edilen Ekvador Anayasası, bütün doğayı “Paçamama” adıyla “hak ve yetki sahibi kişi” ilan eden ilk anayasa oldu. (Paçamama, ülkenin en büyük yerli dili olan Keçuacada “Yer Ana” demek.) Ekvador Su Kaynakları Kamu Enstitüsü’nün hukuk direktörü avukat Marianella Jaramillo, son 10 yıldır bu çerçevede açılan davaları takip ediyor. Atlas’ın sorularını cevaplayan Jaramillo, Ekvador Anayasası’nın iki açıdan tarihi olduğuna dikkat çekiyor. Öncelikle Ekvador, anayasanın bugün küresel üne kavuşmuş 71’inci ve 72’nci maddeleri ile doğayı “kişi” kabul eden, ona kendini yenileme, varlığını koruma ve evrimini sürdürme gibi anayasal pozitif haklar tanıyan ilk ülke oldu. İkinci olarak da anayasa, davaya konu doğa öznesi ile somut bir bağı ve ilgisi aranmaksızın, herkese, her topluluğa, her kuruma, doğanın haklarını talep etme yetkisi veriyor. 

Bu anayasa maddelerinin uygulamaya ne kadar yansıyacağı tartışma konusuydu. İlk test, 2011 yılında bir yerel mahkemede yaşandı. Ekvador’un güneyindeki Loja bölgesinde Vilcamba Nehri yakınında yaşayan bir Amerikalı çift, bölge mahkemesine, Loja Belediyesi’nin yol inşaatında çıkan moloz, kaya ve atıkları gelişigüzel dökerek nehre karşı suç işlediği gerekçesiyle dava açtı. Mahkeme, yol inşaatını “nehrin var olma, yaşam döngüsünü yenileme, hareket gibi kişilik haklarını ihlal ettiği” gerekçesiyle durdurdu ve belediyeden alternatif bir proje gerçekleştirmesini istedi. Dünyada ilk kez bir mahkeme, doğa hakları lehinde karar veriyordu. 

Ekvador’da, sonraki yıllarda birkaç düzine dava daha açıldı. Bunların çoğunda mahkemeler, doğa özneleri lehinde kararlar verdi. Bugüne kadar en önemli ve çığır açıcı mahkeme kararı ise ülkenin en yüksek hukuk organından geldi. Doğa hakları savunucuları, ülkenin kuzeyindeki Los Cedros bulut ormanında madencilik ve diğer yatırımların bu benzersiz ormanın varlığını tehlikeye sokarak anayasaya karşı geldiği gerekçesiyle 2020 yılında Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu. Mahkeme, maden ve diğer iş ruhsatlarının tamamını, “ormandaki ağaçların, nehirlerin ve hayvanların haklarını ihlal ederek anayasayı çiğnediği” gerekçesiyle iptal etti. Bu lisansların çoğunluğunun Ekvador hükümetinin maden arama kurumuna ait olması ise en çarpıcı detay. Mahkeme, ülkeye parasal gelir kazandıracak bir yatırım bahanesiyle bile ihlal edilemeyeceklerini vurgulayarak, anayasanın 71’inci ve 72’nci maddelerini doğaya jest yapan sembolik maddeler olarak görmediğini gösterdi. Daha da önemlisi mahkeme, endüstri yatırımlarında ekosisteme zarar verilmediğini ispatlama yükünü yatırımcılara yükledi, ki bu da tarihi bir makas değişimi kabul ediliyor. 

Ekvador’dan sonra Bolivya da, Yer Ana Yasası ile doğa haklarını yasal koruma altına aldı. Ardından Yeni Zelanda’da da benzeri yasalar çıkınca doğa hakları küresel bir dalgaya dönüşmeye başladı. Yeni Zelanda genel bir yasa yerine, doğa objelerine tek tek kişi statüsü verip hak tanıma üzerine kurulu bir strateji izliyor. Bazı hukukçulara göre bu, hukuksal olarak uygulaması daha etkili bir yöntem. Bu görüştekilere göre, Ekvador ve Bolivya düzenlemelerinin edebi ve mistik genelleyici dili muğlaklık yaratıyor.

NEHİRLERE VE ORMANLARA HAKLAR

2012 yılında Yeni Zelanda hükümeti ile Maori yerlileri arasındaki 175 yıllık hukuk uyuşmazlığının uzlaşmayla sona ermesi, ülkede doğa haklarının tanınma sürecini başlattı. 2014 yılında Whanganui Nehri, “Te Awa Tupua” adıyla hak, yetki ve sorumluluk sahibi bir “kişi” ilan edildi: “Te Awa Tupua, Whanganui Nehri’nin, yaşayan ve bölünemez bir bütün olarak, dağlardaki kaynaklarından denize döküldüğü yere kadar, nehir kollarının yanı sıra bütün fiziksel ve metafizik unsurları ile kapsar.” Sonrasında Urewera Milli Park Ormanı da “kişi” ilan edildi. Adından “milli park ormanı” unvanı çıkarıldı ve sadece kişi ismi ile “Te Urewera” olarak anılıyor.

Yeni Zelanda’nın kararları, doğa hakları akımını bütün dünyada daha da konuşulur hale getirdi. 2017 yılında Hindistan’da bir eyalet yüksek mahkemesi, Yeni Zelanda’daki yasal düzenlemelere referansla, Ganj Nehri’ne “kişi” statüsü verdi. Ancak Ulusal Yüksek Mahkeme, bu kararı uygulanma zorluğu gerekçesiyle birkaç ay sonra bozdu. 2019 yılında nehirler ülkesi Bangladeş’te, yüksek mahkeme yaklaşık 700 nehre “kişi” statüsü verip, bu kişilerin kendilerine zarar verenlere karşı dava açma hakkına sahip olduğunu kabul etti. 2018 yılında Kolombiya Yüksek Mahkemesi, 25 çocuk ve gencin Amazon yağmur ormanları adına hükümete karşı açtıkları davayı kabul etti ve ormanların ülke sınırları içindeki bir bölümünü “kişi” ilan etti. Davayı yakından takip eden doğa hakları savunucusu, BM çevre hukuku özel raportörü David Boyd, mahkemenin doğaya bakışımıza vurgu yapmasının önemine işaret edecekti: “Çok uzun zamandır biz insanlar doğayı bir ürün paketi veya insanın kullanımına sunulmuş doğal kaynak gibi görüyoruz. Mahkeme, doğanın, faydalanmamız gereken ürün değil, bizim de üyesi olduğumuz bir toplum olduğunu söylüyor.” Yine Kanada, 2021 yılında Magpie Nehri’ne “Mutesheku Shipu” adıyla “kişi” statüsü verdi ve haklarını tanıdı. ABD’de doğa haklarını kabul eden en büyük belediye olan Orange County’deki (Florida) Mary Jane Gölü, bu yıl, çevresindeki ormanlık alanın bir bölümüne inşa edilmesi planlanan alışveriş merkezinin varoluşunu tehdit ettiği gerekçesiyle Florida eyalet mahkemesine dava açtı. Davaya, komşuları Hart Gölü, Crosby Adası Bataklığı ve iki küçük çamurlu dere de müdahil olarak katılıyor. ABD’de insan ve hayvan dışı doğa objelerinin açtığı ilk dava olarak yeni bir sürecin başlangıcı görülüyor.   

Darwin’in türümüze bakış açımızı değiştiren teorisini geliştirmesine kaynaklık eden Galapagos da Ekvador’a bağlı.

Amazon yerlilerinin ormanı koruma mücadelesine Sting gibi ünlüler de destek vermişti

 

Arılar, yarasalar ve ağaçlar da şehir sakini “kişi”

Biyolojik çoğulculuğuna saygı konusunda dünyanın en örnek ülkelerinden birine dönüşen Kosta Rika’nın başkenti San José’nin Curridabat ilçe belediyesi, 2020 yılında dünyada bir ilke imza atarak, şehirde yaşıyan arı, yarasa, kelebek gibi bütün polen taşıyıcıları ile ağaçları ve yerli doğal bitkileri de “şehir sakini kişi” ilan etti. Bu sadece sembolik bir jest değildi. Şehirleşme ve imar planları artık sadece insanların değil, kentin “bütün sakinleri”nin de yaşam kalitesi gözetilerek yapılacak. Belediye Başkanı Edgar Mora, “Her sokağı ve caddeyi biyo-koridora dönüştüreceğiz, her mahalleyi ekosistem olarak göreceğiz” diye konuşuyor ve ekliyor: “Kent planlaması, toprağa uyum göstermeli, toprak kent planlamasına değil”.

YERLİ HALKLAR DÜNYAYI DEĞİŞTİRİYOR

Yüzyıllarca aşağılanan ve bastırılan yerli kültürlerin son çeyrek yüzyılda politik güçleri ve  ağırlıkları arttıkça, kültürleri de ağırlık kazanmaya başladı. 

Doğa haklarını konu eden her tartışma, yazı ve davada “radikal” sözcüğünün sıklıkla geçmesi boşuna değil. Konunun bütün tarafları radikal bir öneriyle karşı karşıya olduğumuz konusunda hemfikir.  

Christopher Stone da 1972 makalesinin sonunda, insanlığın doğaya bakışında radikal bir devrimin gerekliliğini çıkar yol olarak görecekti: “İhtiyaç duyulan şey, insanın doğa ile ilişkisinde sadece akledilebilir değil, hissedilebilir de olan radikal yeni bir bakış veya mit. Jeofizik, biyoloji ve evren konusunda artmış bilgimize de uygun bir mit. Bu çerçevede, Yer’i, yaşayan tek bir organizma olarak görmek çok uçuk bir bakış değil. İnsanlık, bu bedenin çok fonksiyonel bir parçası, aklı. Belki insan doğanın geri kalanından farklı olabilir ama bu fark, bir bedende beynin, ciğerden ve diğer organlardan farkı gibi…” 

Maori kökenli iki hukuk bilgini James Morris ve Jacinta Ruru ise, 2010 yılında “Nehre Sesini Vermek” adlı ortak makalelerinde Stone’un fikrinin Batı düşüncesi için “radikal” olduğunu, dünyaya zaten böyle bakan Maoriler ve diğer yerli uluslar için yeni olmadığını yazdılar. Dünyanın yerli ulusları, birbirlerinden çok farklı olsa da, genel olarak dünyayı ve evreni sosyo-doğal bir yapı olarak gören bir ortak bakışa sahipler. Dağlardan ağaçlara, göllerden nehirlere, hayvanlardan insanlara kadar hepimiz gök babanın ve toprak ananın çocuklarıyız. Hayvanlar, bitkiler ve bütün doğa oluşumları akrabamız. Bu nedenle, yaşadıkları coğrafyayı bütünüyle, kendilerinin de parçası oldukları tek bir beden gibi düşünüyorlar. Örneğin Maorilerin artık ünlenmiş, “Ko au te awa, ko te awa ko au”, yani “Ben nehirim, nehir de ben” deyimi de bunu anlatıyor.

Kolombiya’da Amazon ormanlarının ülke sınırları içindeki bir bölümü “kişi” ilan edildi.

Atlas için görüştüğümüz avukat Marianella Jaramillo da, dünyanın biyolojik çeşitlilik açısından en zengin ülkelerinden biri olan Ekvador’un öncü olmasında, ülke nüfusunun önemli kısmını oluşturan yerli halkların kültürlerinin etkisine dikkat çekiyor. Ekvador’un, devleti ve hukuku “eko-sentrik” bir bakışa kavuşturmadaki amacı 2008 Anayasası’nın başlangıcında şu cümle ile ifade ediliyor: “İş bu anayasa ile, ‘buen vivir’ amacına ulaşmak için, doğanın çeşitliliğini gözeten ve onunla uyum içinde yeni bir kamusal ortak yaşam kurmaya karar verdik”.

“Buen vivir”, diğer dillere basitçe “iyi yaşam” veya “müreffeh yaşam” şeklinde çevriliyor. Aslında, Keçua yerlilerinin dünyaya ve hatta evrene bakışını yansıtan “sumak kawsay” deyiminin İspanyolcaya çevrilmiş hali. Toplumun (bütün doğanın) iyiliğine saygı duyan, ekolojik dengeyi gözeten, kültürel duyarlılığa sahip bir yaşamı ifade ediyor. Jaramillo’ya göre, buen vivir’in özündeki asıl konsept ise “farklılıkların uyumu”. İnsanın kendisi gibi olmayan insanlarla, diğer canlı türleriyle ve diğer doğa özneleriyle uyumlu yaşayabilmesi. 

Yüzyıllarca aşağılanan ve bastırılan yerli kültürlerin son çeyrek yüzyılda politik güçleri ve ağırlıkları arttıkça, kültürleri de ağırlık kazanmaya başladı. Yer Hukuku Merkezi’nden hukukçu Michelle Bender, “Doğa hakları hareketi yerlilerin dünya görüşünden besleniyor, yoksa yerliler, doğa hakları hareketinden değil” sözleriyle bu düşünceye katılıyor.

Yeni Zelanda yerlilerinin kutsal kabul ettiği Whanganui Nehri, hukuk önünde artık bir “kişi”.

Yerli dünya görüşünden gelmeyen hukukçuları, düşünürleri ve karar alıcıları bu yeni paradigmaya ikna eden temel şey ise, konunun aciliyeti. Doğa konusunda ödüllü ve önemli kitaplarıyla bilinen gazeteci Elizabeth Kolbert, Nisan ayında New Yorker dergisinde Mary Jane davasının öyküsünü anlattığı yazısında, insanın doğadaki hiyerarşik üstünlüğünün tarih boyunca teorik bir fikir olarak kaldığına dikkatimizi çekiyor. Ancak bu fikir son birkaç yüzyılda, ormanları yok edebilecek, bataklıkları ve sulak alanları doldurabilecek, dağları patlatıp yok edebilecek teknik imkânlara kavuştu. Bu güç uzunca süre insan refahını, doğanın geri kalanı aleyhine genişlettiği için tepki çekmedi ve normal görüldü. Fakat buzulların hızla eridiği, denizlerde ölü bölgelerin oluştuğu, türlerin soylarının hızla tükendiği, iklim değişikliği gibi bir küresel ekolojik afetin türümüzün de varlığını tehlikeye attığı bir çağda, doğanın, insanın yıkıcı gücüne karşı korunmasının yaşamsal önemi ortaya çıktı. Başlangıçta, çevre koruma mevzuatının, çevre düzenlemelerinin yeterli olabileceği düşünülüyordu ama bunların koruma sağlayamayacağı anlaşıldı. 

Stone’un ünlü makalesinde dile getirdiği gibi, doğal objeler, sadece insanlar için ifade ettikleri anlam üzerinden değer gördükleri sürece, hukuksal olarak yok edilmeleri de mümkün. NhRP Başkanı Wise da bu gerçeğe şu sözlerle dikkat çekiyor: “Bütün tarih, insanları korumanın tek yolunun, insanları hak sahibi hale getirmek olduğunu gösteriyor. İnsan dışı varlıklar da insanın yıkıcılığından ancak bu yolla, hak sahibi kişi ilan edilerek korunabilir” 

OKYANUSLARA BM’DE KOLTUK VERİLEBİLİR Mİ?

Doğa objeleri “kişi” kabul edildiğinde, sınırları aşan varlığa sahip doğa objeleri, örneğin okyanusların haklarını savunmak çok daha büyük bir sorun gibi görünüyor. Okyanus Hakları savunucusu Michelle Bender’a göre ise çözüm aslında çok daha kolay, çünkü büyük denizlerin hukuksal sahibi yok. Ona göre okyanusların haklarını mahkemelerde savunacak uluslararası bir okyanus konseyi kurulabilir. Bender, Birleşmiş Milletler’de (BM) okyanuslara yasal temsilcisi atanması ve BM Genel Kurulu’nda bir sandalye verilmesi gerektiğini savunuyor. Bu, doğa hakları devriminin, doğa öznelerine sadece mahkemelerde kendini savunma olanağı yaratmakla kalmayıp, uzun vadede karar alma mekanizmalarında aktif bir paydaş olma yolunu da açacağı görüşüne uygun. Buna göre, BM, Avrupa Parlamentosu gibi kurumlarda devletlerin yanı sıra okyanusların, Amazon gibi önemli ormanların, ekosistemlerin temsilcileri de oturacak. 

Bir başka tartışma ise, dağlar, ormanlar, nehirler ve hayvanlar “kişi” haline geldiklerinde, ekonomilerini nasıl yönetecekleri üzerine. Doğa öznelerine “kişi” statüsü vermek, onların tazminatlardan veya bünyelerindeki ticari faaliyetlerden elde edecekleri parasal varlıkları da tanımayı gerektirecek. Bu paralar, kendileri için hukuk davaları yürütülmesi masrafları veya örneğin bir yerdeki arı nüfusunu korumak için kiralanacak bekçilerin giderleri için kullanılabilir. Yine bu fonlar, tahrip edilmiş doğa öznelerinin restorasyonu için de kullanılabilecek.

İnsan dışı kişiler nasıl temsil edilecek?

Haklara sahip kişi haline gelen doğa öznelerinin çok aşikâr bir eksiği var: Kendi adlarına konuşamıyorlar. Hindistan Yüksek Mahkemesi de “Ganj Nehri’ni ‘kişi’ kabul edersek, sel mağduru biri nehre karşı dava açarsa ne olacak?” gibi sorular ile eyalet mahkemesinin nehri “kişi” olarak tanıma kararını bozmuştu. Bazı itirazcılar da doğa objelerinin ne istediğini gerçekte bilemeyeceğimiz görüşünden hareket ediyor. Bunların “kişi” oldukları kabul edilse bile yine insanlara ihtiyaçları var. Mahkemelik olduklarında temsilcileri de, haklarında karar verecek yargıç veya jüri de insan. Bu da, “davalar insanlar arasında dönecekse, doğayı ‘kişi’ olarak görmenin ne gereği var?” sorusunu gündeme getiriyor. 

Doğa hakları savunucuları ise modern hukukta “kişi” ve “insan”ın aynı anlama gelmediğine dikkat çekiyor. Hukukta birçok insan dışı varlık “kişi” kabul ediliyor. Christopher Stone’un 1972 makalesinde belirttiği gibi, “Şirketler de konuşamıyor. Devletler, vakıflar, bebekler, zihinsel engelliler, üniversiteler de… Böyleyken bütün bu kişiler, mahkemelerde bolca, hatta bazıları fazlasıyla temsil ediliyorlar.” 

Dünyanın ilk Türler Adası Meclis’i kurulabilirse, Loire Nehri’nin kirli sularında yaşam mücadelesi veren sudak balığına da söz hakkı doğmuş olacak.

Yeni Zelanda, “kişi” ilan ettiği doğa varlıkları için seçimle belirlenecek yasal temsilciler öngörürken, Ekvador ve Bangladeş bütün vatandaşlarına doğa veya nehirler adına dava açma yetkisi veriyor. Fransız yazar-hukukçu Camille de Toledo’nun öncülük ettiği komite ise kirlilik vb. nedenlerle tehdit altında olan Loire Nehri’nin bütün paydaşlarını (insanlar, balıklar, bitkiler, nehir yatağı, kayalar vs.) bir araya getirecek dünyanın ilk Türler Arası Meclis’ini oluşturmaya çalışıyor.

Yeni Zelanda, Urewera Milli Park Ormanı’nı “kişi” ilan etti. Ormanın adından “milli park ormanı” unvanı çıkarıldı ve sadece kişi ismi ile “Te Urewera” olarak anılıyor.

 

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap