İnkaların torunları, Peru Andları’nın tepelerinde gıda krizine sürüklenen dünyayı doyurabilecek mütevazı bir bitkinin gen bankasını zenginleştiriyor. “Patates Muhafızları” deniyor onlara. Topraklarını biyokorsanlığı karşı koruyor ve gezegenin başka hiçbir yerinde görülmeyen bin 500’e yakın yerli patates türü yetiştiriyorlar. Ancak kadim yöntemleri değişen iklimle sınanıyor.
Yazı: Özlem Numanoğlu – Fotoğraflar: Leonardo Fernandez
Üstteki fotoğraf: Yedi yaşındaki Luz Clarisa Pacco, geleneksel olarak sıcak taşta pişirilen huatia’yı gösteriyor.
Perulu köylüler, And Dağları’nın sisli, dik yamaçlarında yetiştirdikleri patateslere türlü türlü isim vermişler. Bir köylü çamurlu elleriyle ıslak topraktan çıkardığı gri bir yumruya “alpaka burnu” diyor, öbürü girintili çıkıntılı sarı bir şekle “puma patisi”… Bir de kötü şöhretli bir çeşit var ki; “gelin ağlatan” takmışlar onun adını. Yamru yumru bir şey. Kaynanalar gelinlerinin ellerine bu patatesi tutuşturur, ne kadar iyi soyabildikleriyle imtihan edermiş onları. Bu köylüler, bir zamanlar bu dağlara hükmeden İnka medeniyetinin mirasçıları. Atalarının kültürü, gelenek ve yöntemleri bugün onlarla And Dağları’nda yaşıyor.
15’inci yüzyılda İspanyol istilasıyla tarihe karışan İnkalar son derece becerikli çiftçilerdi. Sert iklim koşullarının hüküm sürdüğü dağlık arazilerde verimi artırmak için teras ve kanallar açmış, sulama ağları oluşturmuş, topraklarını lama, kuş dışkısı ve balık kafasıyla gübrelemişlerdi. Bugün Peru sınırlarında yer alan İnkaların Kutsal Vadisi de İnkalardan kalan doğal bir tarım müzesi, aynı zamanda gezegenimizin en özel tohum bankalarından biri. Dünyadaki en zengin patates çeşitliliği hâlâ bu vadide, Patates Parkı denilen çok özel bir bölgede yaşatılıyor. And Dağları’nın merkez noktası sayılan bu bölgede bildiğimizden bambaşka şekil, ebat, doku, renk ve aromalarda bin 400 yerli patates türü ekilip biçiliyor. Sarı, kırmızı, mor, hatta mavi ve pembe patatesler! Bu patatesler boya olarak bile kullanılıyor.
Andlar’ın binlerce metre yükseklikteki bu köşesinde, bir yanda yünden rengârenk dokunmuş geleneksel giysileri içinde 80’lerindeki bir çiftçi yeni hasat edilmiş patateslerden chuño yapmaya uygun olanları seçiyor. Öbürü seçilen acı patatesleri ayaklarıyla, bir diğeri taşla eziyor. Daha sonra bu patatesleri dağların yükseklerine serecek, gece soğuklarında donduracak ve ardından yüksek güneş ışığına maruz bırakarak kurutacaklar. Ortaya çıkacak chuño yıllarca dayanacak ve çorba ve yemeklerde bir tür un görevi görecek. Başka bir köşede işe mola vermiş köylüler pachamanca yapmaya hazırlanıyor. Toprağı biraz kazıp taşlarla derme çatma bir ocak yapıyor, içini tutuşturup üzerine patatesleri seriyor, onun da üstüne saman örtüyor ve hepsini bir toprak tepecikle kapatıyor. Patates sıcak taşlarla bir güzel pişiriyor, sonra da dumanı tüterken sıcak sıcak yeniyor.
Patatesin kıtaları aşan yolculuğu, İnka medeniyetinin sonunu getiren İspanyol işgaliyle başladı. Avrupalılar bu otsu bitkiyle 16’ncı yüzyılın ikinci yarısında tanıştı ve tadını sevdi. 17’nci yüzyılın sonunda patates İrlanda’nın, 18’inci yüzyılın sonunda ise Kıta Avrupası’nın, özellikle Almanya ve İngiltere’nin başlıca mahsullerinden biri olmuştu. 19’uncu yüzyılın ilk yarısında doğuya ve batıya yayılımı devam etti. Patatesten ihya olan İrlanda, bir müddet sonra bağımsız ekonomisini yaratacak ve Britanya’da adeta politik bir kimlik kazanacaktı.
Günümüzde Antarktika hariç her kıtada yetişen patates, bilindiği kadarıyla 7 bin yıl önce bu köylülerin ataları tarafından bugünkü Peru-Bolivya sınırında yer alan Titicaca Gölü kıyılarında evcilleştirildi ve bin 800 yıl önce İnkalarca yaygın biçimde yetiştirildi. Günümüzde Pisac şehri sınırlarında kalan Patates Parkı ise dağlık ve muhtemelen ikincil yetiştirme sahasıydı.
KONUNUN TAMAMI ATLAS’IN AĞUSTOS SAYISINDA. ALMAK İÇİN TIKLAYIN!