Anasayfa Genel Doğa enkaz altında

Doğa enkaz altında

Harika Pelin Şengül

Doğa bu kadar hırpalanmamış olmasaydı, deprem bölgesindeki can ve mal kaybı bu kadar yüksek olur muydu? Doğa üzerindeki her yanlış müdahale, yeni felaketlere zemin hazırlıyor. Milyonlarca metreküp molozun doğal alanlara dökülmesi günün sonunda doğanın bir parçası olan insanı da etkileyecek.

YAZI: YÜCEL SÖNMEZ

Üstteki fotoğraf: Hatay’ın Defne ilçesine bağlı Koçören mahallesinde bir doğal alana, depremden geriye kalan molozlar dökülüyor. Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından ilde devam eden enkaz kaldırma çalışmalarında günde yaklaşık 45 bin ton molozun hafriyat sahalarına döküldüğü belirtiliyor. – AYŞE NUR GENÇALP/GREENPEACE AKDENİZ

Afrika’nın eski Akdeniz’in (Tetis) tabanındaki tortuları itip yükseltmesiyle yaklaşık 12 milyon yıl önce oluşmuş Toros Dağları, Tuz Gölü, Ağrı Dağı, Gediz ve Menderes nehirlerinin vadileri gibi birçok doğa harikasına sahibiz. Dağ oluşum kuşağındaki Anadolu’nun hareketi ve buna bağlı olarak şekillenmesi günümüzde de devam ediyor. Ne var ki Anadolu’yu dağıyla, gölüyle, üzerinde yaşayan cümle canlısıyla Anadolu yapan bu hareketliliğin sonuçlarından biri olan depremler can da alıyor. Nedeniyse en temelde doğaya uyum sağlayamamış olmamız. 6 Şubat depremlerinin yaşandığı coğrafya, Afrika etkilerinin görüldüğü yarı çöl iklimi özelliğine sahip. Çöl koşarı, sırtlan, ceylan, Arap tavşanı, çöl varanı gibi Afrika belgesellerinde görebileceğimiz canlıları bu nedenle bu bölgede de görmek mümkün. Doğa Derneği’nin yaptığı bilimsel çalışmalara göre depremden etkilenen illerde 37 Önemli Doğa Alanı (ÖDA) var. Bu alanların önemli bir bölümü de yıkımın en ağır yaşandığı illerin sınırlarına dağılmış durumda. Bu alanlar daha hassas ve sayısı birkaç düzine kadar olabilen dar yayılışlı endemik canlılara da ev sahipliği yapıyor. Şu anda bu alanları ve canlıları bekleyen en büyük tehlikeyse enkazlarla ortaya çıkan milyonlarca metreküplük moloz ve sahipsiz kalan tarımsal faaliyetler.

Dünya Doğayı Koruma Birliği’nce (UCN) yok olma riski altındaki türlerden biri olarak tanımlanıp Kırmızı Liste’ye alınan küçük karabatak (Phalacrocorax pygmeus) deprem bölgesindeki sulak alanların en nadir kuşlarından biri. – KAZIM ÇAPACI / DOĞA DERNEĞİ ARŞİVİ

ÖDA’ların önemli bir kısmı meralar ve tarım alanlarını içeriyor. Buradaki tarımsal üretim biyolojik çeşitlilikle doğrudan ilişkili. Dolayısıyla tarımsal üretimin biyolojik çeşitliliği destekleyecek şekilde devam etmesi önemli. Örneğin mera hayvancılığının buradaki yırtıcı kuşlar, yabani memeli hayvanlar ve endemik bitkileri gözeterek sürdürülmesi gerekiyor. Geleneksel ve zehirsiz tarım uygulamaları aynı şekilde pek çok canlı türünü besliyor. Bu uygulamaların sona ermesi ya da endüstriyel tarıma dönüşmesi bu türleri de olumsuz etkileyecek. Depremlerle oluşan enkazlarla ortaya çıkan moloz ve atıklarsa daha şimdiden ciddi tehditler oluşturmaya başladı. Örneğin Samandağ ilçesindeki Mileyha Sulak Alanı moloz dökümünden nasibini alan ilk yer oldu. Son yıllarda kuş gözlemcilerinin çabalarıyla “Mahalli Öneme Haiz Sulak Alan” ilan edilen Mileyha, 280’in üzerinde kuşa ev sahipliği yaptığı gibi kıyısında yer aldığı bölge de tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan yeşil denizkaplumbağaları için yaşamsal öneme sahip bir üreme alanı.

Mileyha Sulak Alanı demişken, konumu itibariyle biyolojik çeşitlilik açısından çok daha özel bir yere sahip Hatay özelinde bir parantez açmak gerekiyor. Dağ ceylanı ve sırtlan gibi Afrika türlerine ev sahipliği yapan il, Amanos Dağları’nda kayın ağacı gibi Karadeniz bitki çeşitliliğinden izler taşırken kıyısında yer aldığı Akdeniz ikliminin özelliklerini de barındırıyor. Ancak ne var ki bölgenin zengin doğası uzun süredir baskı altında ve oldukça yaralı. Hatay’ın doğası daha önce hırpalanmamış olmasaydı, belki de can kaybı da bu kadar yüksek olmayacaktı. Örneğin bir zamanlar gezginler, kuş gözlemcileri ve doğa bilimcileri açısından adeta bir açık hava müzesi olan Amik Gölü bugün artık yok.

BİR DOĞAYLA İNATLAŞMA ÖYKÜSÜ

1940’lardan 1970’li yıllara kadar sıtmayı ortadan kaldırmak ve pamuk üretim alanı elde etmek için tüm itirazlara karşın inatla ve azimle suyu boşaltılarak kurutulan gölle oluşan boşluk sadece suyun yokluğuyla sınırlı değil. Suyla birlikte yılanboyun gibi birçok canlı türü de ülkemiz sınırları içinde ya kıyameti yaşayarak tükendi ya da bölgeyi terk ederek bir daha uğramaz oldu. Bir zamanlar yaklaşık 350 kilometrekarelik bir alanı kaplayan gölün tabanında günümüzde artık tarım arazileri ve göl yatağının merkezinde de 2007 yılında hizmete açılan havaalanı var. Depremden büyük zarar görerek günlerce kullanılmaz hale gelen Hatay Havaalanı aynı zamanda kimi yıllarda günlerce su altında kalmasıyla da ünlü. İnsan doğayla nasıl inatlaşıyorsa, göl de onunla inatlaşıyor ve döngüsünü olabildiğince sürdürüyor.

Depremin doğurduğu en büyük tehlikelerden biri de hiç kuşku yok ki suyla ilgili yaşanabilecek sıkıntılar. Barajlarda ciddi bir tehlike olmadığı açıklandı. Ancak depremle birlikte atık suların yeraltı ve içme sularına karışması, yeraltı sularının yön ya da yer değiştirmesi, türlü gazların sulara karışarak özelliklerini farklılaştırması gibi tehditler halen geçerliliğini koruyor. Bu da insanlar için olduğu kadar sucul canlılar için de büyük riskler içeriyor.

Deprem bölgesi, Kahramanmaraş Andırın yakınlarındaki bu doğal güzellik gibi birçok sulak alana sahip. Artık molozların tehdidi altında olan bölgede acilen önlem alınmazsa yeraltı suları kirlenecek ve felaketin boyutları büyüyecek. – TURGUT TARHAN

Uzmanlık alanı su kaynakları yönetimi olan Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, bölgede şu anda bir risk görülmemesine karşın, bunun ileride birtakım sıkıntılar yaşanmayacağı anlamana gelmeyeceğini belirtiyor: “Fay hareketlerinin sonucunda çeşitli gaz ve kirleticiler açığa çıkıyor ve bunların sulara karışma ihtimali var. Aynı gaz ve kirleticilerin doğal su kaynaklarına karışması da elbette ki mümkün. Nehir göl, ırmak, çay ya da denizdeki canlılar da bu durumdan olumsuz yönde etkilenir. Neyse ki bu konulara şimdiye kadar çok dikkat edildi. Ancak şu ana kadar bir olumsuzluk yaşanmamış gözükse de durum kontrol altında tutulmaya devam edilmeli. Depremin akut fazı geçtikten sonra bölgenin su kaynaklarının detaylıca incelenip analiz edilerek yeniden değerlendirmesi yapılmalı.”

Depremleri izleyen günlerde çok sayıda milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı, yaban hayatı koruma sahaları, ormanlar ve büyük ovaları bulunan bölgeden gelen haberler doğa adına sevindirici değildi. OHAL kapsamında yayımlanan kararnameyla afet bölgelerinde yeni yerleşim alanları için mera ve orman alanlarında yapılaşmaya izin verildi. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na da iskan alanlarında vasıf değişikliği yetkisi verildi. Bugünden ders çıkaramazsak ağır bedeller ödemeye devam edeceğiz…

Milyonlarca Ton Atık

Uzmanlar molozlarda asbest gibi zararlı atıkların da bulunduğunu ve atıklar yüzünden havadaki zararlı partükül sayısının arttığını belirtiyor. – AYŞE NUR GENÇALP/GREENPEACE AKDENİZ

Hasar tespit çalışmalarına göre 16 Şubat 2023 itibariyle Kayseri ve Niğde’nin de dahil edildiği 13 şehirde, 62 bine yakın binada yer alan 264 bine yakın bağımsız birimin acil yıkılması gerekiyor. Bu tespit, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na ait. Peki, bu ne kadar deprem atığı anlamına geliyor ve bu atıklar ne yapılacak?

İstanbul Teknik Üniversitesi’nin (İTÜ) inşaat mühendisliği, jeoloji, jeofizik gibi alanlardaki uzman isimlerden oluşan akademisyenleri gruplar halinde deprem bölgesinde inceleme ve gözlemler yaparak Kahramanmaraş Depremleri Ön İnceleme Raporu’nu kaleme aldı. Raporda, bakanlığın yaptığı hasar tespiti doğrultusunda yapılan bir ön hesap da paylaşılıyor. Buna göre bu şehirlerdeki toplam deprem atıkları miktarının yaklaşık 50 milyon ton ile yaklaşık 110 milyon ton aralığında olacağı öngörülüyor.

Rapora göre deprem atığının en fazla oluşması beklenen iller olan Hatay, Kahramanmaraş, Malatya, Gaziantep ve Adıyaman’da deprem atıkları için gerekli geçici ve nihai depolama alanına ihtiyaç var. Mevcut sahaların kalan kapasitesinin belirlenmesi ve gerekiyorsa yeni geçici ve nihai depolama alanlarının oluşturulması önem taşıyor. Atık miktarına göre bu illeri Osmaniye, Diyarbakır ve Elazığ takip ediyor. Adana, Kayseri, Kilis, Niğde ve Şanlıurfa için nispeten düşük deprem atığı miktarı nedeniyle, mevcut sahaların yeterli olabileceği düşünülüyor ancak mevcut saha kapasitelerinin kontrolü kaçınılmaz. Çıkan atıkların geri kazanımı üzerinde de duruluyor. Deniyor ki, “Yıkılan veya yıkılacak betonarme yapılardan, beton/donatı ayrımı yapılarak demir geri kazanılmalı, beton ise ara depolama sahalarındaki mobil kırıcılar ile dolgu malzemesi ile geri kazanılmalı. Ayrıca diğer atık türleri de (cam, plastik, elektronik eşya vb.) uygun geri kazanım çalışmaları yapılarak depolama alan/hacim ihtiyacı azaltılmalı, olası emisyonlar minimize edilmeli ve maddi değeri olan atık bileşenlerinin ülke ekonomisine geri kazandırılması sağlanmalı.” Aslında maliyet ve doğa açısından en uygun çözüm, geri kazanım faaliyetlerinin bulundukları yıkıntı alanlarında gerçekleştirilmesi olarak görülüyor. “Ancak bu türden bir çalışma daha uzun sürelere ihtiyaç duyacağından yerleşim yerlerindeki yeni imar ve restorasyon çalışmalarının gecikmesine neden olacak ve şehrin yıkıntı görüntüsünün devam etmesi nedeniyle bölge halkı üzerinde de olumsuz psikolojik/sosyolojik etkileri olabilecektir” deniyor. Dolayısıyla en yakın çözüm olarak geçici depolama alanları gösteriliyor. Bu alanlarda gerikazanım işlemi sonrası kalan atıkların ise tehlike seviyesine göre ilgili yönetmeliklerde belirtilen hükümler çerçevesinde bertaraf edilmesi gerekiyor.

Halihazırda bölgedeki atık alanlarının yetkileri valiliklere verilmiş durumda.

TAMAMI ATLAS’IN NİSAN 2023 SAYISINDA. ALMAK İÇİN TIKLAYIN

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap