Isparta’da Toroslar’ın kucağında, karaçam, ardıç ve sedir ağaçlarının çevrelediği sarp kayaların yamacındaki Kapıkaya harabeleri doğa sporu âşıklarına kucak açıyor. Doğanın binlerce yılda oluşturduğu kaya duvarları üzerinde çalışan sekiz kişilik ekip, farklı zorluk derecelerinde yeni rotalar açtı.
Yazı: Mustafa Kalaycı / Fotoğraflar: Servet Dilber
Kelimenin sese dönüşerek dudaklardan çıkıp kulaklarıma ulaştığı an gibi, hep aynı his: Doluluk! Aktığı kaba sığmayıp taşan su, derinlere ilerledikçe daha da sıklaşan bir orman gibi. Her dönemeçte yenilenen, yinelenen Anadolu. İnsanların binlerce yıldır her şeye inat yaşatmaya çalıştığı hayatlarla dolu Anadolu. Binlerce yıldır, yüzlerce uygarlığa yatak olmuş bu topraklar, günü gelince yorgan gibi üstlerini de örtmüş.
Kendi adımıza Kapıkaya’nın üstünü örten yorganı kaldırmamız için yılların geçmesi gerekmişti. Oralarda bir yerlerde açılmayı bekleyen örtüyü işaret eden, ok biçiminde bir kahverengi tabelaydı. Tabelanın gösterdiği yolun ucunda, gelecek her türlü tehdidi önceden görebileceğiniz bir konumda, iki tarafı yüksek kayalıklarla çevrili antik kent, bir kartal yuvası gibi güneyi gözlüyordu. İçine yüzlerce insanın sığabileceği devasa bir mağara, tarım yapmaya uygun teraslar, içi hayvanlarla dolu karaçam, ardıç ve sedir ormanları, rahatlıkla tutabileceğiniz küçücük bir kapı şeklinde giriş ve bugün bile dudak uçuklatacak büyüklükte bir yerleşimi ortaya çıkarmaya yetecek bollukta kayalar… Sabırla işlenmiş ve biçim verilmiş, ağırlığı tonlara varan kaya parçaları üst üste konarak duvarlar yaratılmış. Kentin amfiteatrı günümüzde bile ayakta. Pürüzsüz kayaların içlerinde ostotekler, yani ölenlerin yakılan bedenlerinden geriye kalan külleri koymak için bölmeler göze çarpıyor.
Bugün Kapıkaya adıyla bildiğimiz ve Helenistik dönemde inşa edilmeye başlandığı düşünülen kentin antik adı, zamanında burada yaşamış yüzlerce kavim olmasına, bugün eriştiğimiz teknolojik düzeye ve bilgi birikimine rağmen bilinmiyor. Arkeolog ve tarihçilerin yaptığı araştırmalara göre bu bölgede bulunduğu anlaşılan, ama yeri tespit edilemeyen üç antik kent var: Sandalion, Minassos ya da Tityassos. Kapıkaya antik kentinin bunlardan biri olması muhtemel.
Ne zaman bir antik kent görsem, yüzümde hep aynı şaşkınlık ifadesi belirir, zihnime sayısız soru hücum eder. Neden burası seçilmiş? Bunca emek ne için harcanmış? Bu yaratma gücünü ortaya çıkaran güdüler neler? Klasikleşen cevaplar doyurucu gelmez. Saklanma, savunma ve beslenmenin büyük rol oynadığı doğru, evet, ama ben bütün bir medeniyet yaratma sürecinin günlük telaşını merak etmeden duramıyorum. Kapıkaya’da dolu dolu geçirdiğimiz bir ay boyunca da etrafıma hep bu gözle bakmaktan alamadım kendimi.
Türkiye’de belli başlı birçok tırmanış bölgesinin yaratılmasında başrolü oynayan ekip, Toroslar’ın ardındaki bu muhteşem coğrafyada da yeni tırmanış rotaları oluşturmak için bir araya gelmişti. Geyikbayırı, Olympos, Karakaya, Ballıkayalar, Anavarza, Çakıt, Aladağlar, Doğankaya, Dedegöl, Faralya ve Kaş gibi birçok lokasyonda 2 binin üstünde rota açmış, yeni bölgeler keşfetmiş, emniyet almış, rehber kitap ve tırmanış filmlerine imza atmış bu ekip sekiz kişiden oluşuyordu: Öztürk K. Kayıkcı, C. Güneş Ergüden, Mümin Karabaş, Murat Sevindik, Volkan Özkan, Murat Okur, Mustafa M. Kalaycı ve Servet Dilber.
Pisidia bölgesinin sınırları içerisinde kalan Isparta ve çevresinde Lydialılar, Phrygialılar, Persler, Helenler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar iz bırakmış. Tüm uygarlıklar geçmişten bugüne buradaki verimli ovaların ve su kaynağı bol dağların keyfini sürmüşler. Hıristiyanlığın Anadolu’da inat ve sabırla yayılmaya çalışıldığı dönemlerde İsa’nın önemli havarilerinden Aziz Paul yöreyi üç defa ziyaret etmiş, günün değişik zamanlarında farklı renklere bürünen Eğirdir Gölü’nün yakınlarında yer alan ve Pisidia’nın başkentliğini yapmış Antiokheia ya da şimdiki adıyla Yalvaç’ta uzun süre kalmıştır. Bugün tüm Yörük dünyasının başını soktuğu, altında büyüdüğü, gölgesinde dinlendiği keçi kılından çadırları dokuyarak ustalığını icra ettiği yerlerde Aziz Paul, o dönemler henüz yazıya dökülerek kalıcı hale getirilememiş Hıristiyanlık öğretilerini belki de benzer çadırların altında fısıldayarak kulaktan kulağa yaydı.
Tarihini bile çıkaramadığım denli eski günlerden kalma bir istek vardı içimizde. Anadolu’nun güneyinde, Akdeniz’in maviliğine bir çerçeve çeken, binlerce yılda şekillenerek tırmanış ve doğa sporları için muhteşem bir mekân oluşturan kıyılar ve artlarındaki dağlar sıcaktan yanıyor; denizden gelen nemin de etkisiyle bizi hep daha kuzeyde serin yerler bulma arayışına itiyordu.
Fotoğraf: Kaya tırmanış sporunu insanlarla buluşturmayı ve tırmanışla uğraşan turistleri bölgeye çekmeyi amaçlayan “Kayadaki Eller” projesi kapsamında Kapıkaya’da pek çok tırmanış rotası açıldı. Hazırlanan 80 civarı rotanın uzunluğu 10 metre ile 150 metre arasında değişiyor. Öztürk Kayıkcı’nın tırmandığı “Kapıkaya” rotası, IX zorluk derecesinde.
Atlas Kasım 2015 / Sayı 272