Atlas’ın unutulmaz fotoğrafçısı Cüneyt Oğuztüzün, onu kaybettiğimiz
2015 yılına dek yaklaşık 150 dosyaya imza attı, fotoğrafçılık yaşamını tamamen Anadolu’nun doğasını, kaybolmaya yüz tutan geleneklerini belgelemeye adadı. O, insanın, yaban hayatın, akarsuların, dağların büyük hikâyesinin fotoğrafçısı, hatta bizzat parçasıydı.
YAZI: MUSTAFA TÜRKER ERŞEN
FOTOĞRAFLAR: CÜNEYT OĞUZTÜZÜN
Bozdağlar’a kış mı, ilkbahar mı olduğuna karar veremediğim bir dönemde gitmiştik. Mart başıydı, silsilenin 2 bin 150 metrelik zirvesi Kırklar Tepesi ve yüksek bölgeler hâlâ bembeyazdı ama alçaklarda tomurcuklar patlamaya, dallar çiçeklenmeye başlamıştı. İzmir ve Manisa il sınırlarına yayılan, hem heybetli hem bereketli bir coğrafya parçası olan Bozdağlar’ın sakinlerinden bir genç geldi ve “Cüneyt Abi, hadi hareket zamanı” diye söze giriverdi. Silsilenin sarp tepelerinden birine çıkacaktık, kafamı kaldırıp hedefimize doğru şöyle bir baktım, “Buraya mı tırmanacağız?” diye sormaktan kendimi alamadım. Genç adam durumu pek de gerçekçi bulmadığımı anladı, “Tırmanırız” dedi kendinden emin, “göze zor görünen ele kolay gelir, hele bir başlayalım”. Cüneyt Oğuztüzün malzeme çantasını omuzlamıştı bile. Genç rehberimizin ardından kaç dakika sürdüğünü kestiremediğim bir tırmanışın ardından tepenin en üst noktasına vardık. Orada “gördün mü?” diye gülümsedi Cüneyt Abi. Ben “gördüm” dediğimde o çoktan fotoğraf çekmeye başlamıştı…
Cüneyt Oğuztüzün’ün 1994’te başlayan Atlas yolculuğu, onu kaybettiğimiz 2015’e kadar sürdü. Bu süre boyunca dergide yaklaşık 150 dosyası yayımlandı, Anadolu’da kat ettiği mesafe kendi hesaplamasına göre 500 bin kilometreyi buluyordu. Atlas’ın en üretken fotoğrafçısı olan ve zamanın çoğunu evinde değil, Anadolu yollarında geçiren Cüneyt Oğuztüzün, Atlas yazar ve editörlerinin de birlikte en çok yola düşüp konu hazırladığı fotoğrafçıydı. Onun hakkında söylenecek başlıca şeylerden biri şudur; bir yere tırmanmak gerekiyorsa tırmanır, ışığı beklemek gerekiyorsa bekler, akarsudan atlamak gerekiyorsa atlar. Yaşının benden büyük olmasına rağmen hiç üşenmeden ve cesaretle Bozdağlar’da ya da konu çalışmak için gittiğimiz herhangi bir başka yörede kayadan kayaya atlayıp dağ bayır tırmanmasında hem hayranlık uyandıran hem ders çıkarılması gereken yanlar vardı. Eğer yola çıktıysan yolcu gibi olmalısın.
BALIKÇILIN GÖZÜNDEN ANADOLU
Bir Atlas dosyasının hazırlanması sırasında fotoğrafçı genellikle bölgede yazara göre daha uzun süre kalır. Birlikte hazırladığımız onca konu sırasında benim yaşadıklarım da derginin diğer yazarlarıyla aynıydı. Cüneyt Oğuztüzün ben vardığımda orada zaten günler geçirmiş, insanlarla tanışmış, patikaları öğrenmiş, yörenin haritasını ezberlemiş olurdu. Nereye gitse “Cüneyt Abi” diye saygıyla karşılanırdı. Fotoğraflarının bu kadar etkileyici ve belgeleme gücünün yüksek olmasının sebebi bu olsa gerek; bir “ziyaretçi” olmaması, oranın hayatına gerçekten katılması, oraya oralıların gözünden bakması, coğrafyayı bir çobanın, hatta bir balıkçıl kuşunun gözleriyle görmesi…
Cüneyt Oğuztüzün kendi ifadesiyle bir “coğrafi foto röportaj” hazırlarken “postu serip orada gerçekten yaşamanın, oralıları çalışmaya dahil etmenin” öneminden söz ederdi konuşmalarında. Yakın arkadaşı fotoğrafçı Ali İhsan Gökçen de “İyi bir coğrafya röportajı, oralarda gezmekle yapılabilecek bir iş değildir” diyor onu anarken. “Alanın kimliğini bilgiye dayanarak doğru analiz etmek, oradaki hayatı özümsemek, iyi gözlem yapmak, zaman harcamak, mütevazılık, zekâ, insanlarla doğru ilişki kurmak, iyi plan yapmak gerekir. Cüneyt’in başarısı çok farklı coğrafya ve koşullarda bunu çok iyi başarabilmesiydi.”
Ali İhsan Gökçen, Anadolu’nun birçok köşesine onunla birlikte gitmiş, fotoğrafçılık anlayışına da bizzat yanında bulunarak şahit olmuş bir isim. “Karmaşık fotoğraf teknikleriyle soyutlamayı, deformasyonu, gerçeküstü bir algı yaratmayı değil, yaşadıklarını doğrudan anlatmayı tercih ederdi. Bu sade ve doğrudan anlatımda etkili fotoğraflar üretmek ancak son derece iyi bir teknik ve anlatım diliyle mümkün olabilir. Cüneyt’i farklı kılan da buydu. O, coğrafyada yaşadığı, hissettiği her şeyi fotoğraflarına ayna gibi yansıtma becerisini gösterirdi. Doğru zamanda, doğru yerde olurdu. En iyi mevsim, ay, gün, hatta an. En iyi ışık için günlerce beklediği olurdu. En iyi nasıl çekilecekse ondan vazgeçmezdi.”
Bir röportajında Cüneyt Oğuztüzün çalışma tarzını anlatırken “şans” faktörünün, aslında kendini doğaya bırakıp onu en yalın haliyle belgelemenin üzerinde de duruyordu. “Şunu da unutmamak lazım ki fotoğrafta şansın büyük rolü var. Benim çalışma tarzım daha çok şansa yer vermek şeklinde. Bu, her şeyi tamamen şansa bırakmak anlamında değil, kendini olağan olayların akışına bırakıp neler çıkacağını gözlemlemek ve hazır olmak anlamında…”
Doğu Karadeniz’in yaylacıları, Gediz Deltası’nın flamingoları, Tuz Gölü’nün bembeyaz düzlükleri, Toroslar’ı yararak Antalya’dan Akdeniz’e dökülen Alara Çayı’nın görkemli vadisi… Bir fotoğrafçı olarak Cüneyt Oğuztüzün’ün ayırt edici yanlarından biri tüm bunlara, Anadolu’ya karşı derin bir bağ hissetmesi, yabancı dil bilmesine ve yurtdışında yaşama tecrübesine rağmen konu hazırlamak için bir-iki istisna hariç diğer ülkelere ilgi duymamasıydı. Ali İhsan Gökçen onun bu özelliğiyle ilgili şöyle diyor: “Adım adım gezdikçe, insanlarla birlikte oldukça Anadolu’yu daha çok seviyor ve tutkulu bir şekilde fotoğraflıyordu. Coğrafya röportajları Atlas’ta yayımlandıkça okurların o yerlere gidip görmesi, sevmesi Cüneyt’i çok mutlu ederdi, bu sanki onun o coğrafyaya teşekkürüydü..”
ATLAS’LA TANIŞMA
1950 doğumlu Cüneyt Oğuztüzün, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümü mezunu, bir Mülkiyeli. Kızı Cansu Oğuztüzün Kurnaz, “Annemin anlattığına göre, evlendiklerinde eski bir fotoğraf makinesi varmış. Ben üç aylıkken, yani 1977 başında ilk iyi makinesini almış ve benim bebeklik fotoğraflarımı çekmeye başlamış” diyor. Oğuztüzün, bankacı olarak çalıştığı yıllarda da keşif turlarına çıkıyor ve fotoğraf çekiyordu. “Babam her tatilini, her iznini yeni bir yer keşfetmek ve fotoğraf çekmek için kullanırdı, Atlas’a başladığı zaman coğrafya bilgisi zaten oldukça gelişmişti” diyor Cansu. Kızının Oğuztüzün hakkında anlattıkları bize onun daha farklı yanlarını tanıtırken, fotoğrafçılığın hayatının merkezine nasıl oturduğunu da gösteriyor.
“Babam ‘nevi şahsına münhasır’ olarak nitelendirilebilecek, özel bir insandı. Küçükken çok karşılaştırma şansım olmadığı için anlamazdım ama büyüdükçe daha iyi fark ettim ki o, kimsenin babasına benzemiyordu. Birlikte geçirdiğimiz vakitlerde ders çalışırdık. O kitaplarının arasına gömülür, İngilizce çalışırdı, ben daha yazmayı bilmediğim için aynı ciddiyetle yanına oturur, resim çizerdim. Pikabımızdan The Who’nun melodileri dökülürdü. Bazen de Children of Sanchez filminin soundtrack’inde inanılmaz bir iş çıkarmış Chuck Mangione dinlerdik son sesle.
Geçen yıllar babamın okuma sevdası ya da müzik zevkinde bir değişiklik yaratmadı ama o, bu süreçte kimsenin cesaret edemeyeceği bir değişim yaşadı. Bankada üst düzey yöneticilik yaparken, makam arabasıyla evden alınıp konforlu hayatına devam ederken bir varoluş seçimi yaptı. İşini bıraktı, büyük keyif aldığı fotoğrafçılığı seçti. Bankacılığı oldum olası sevmemişti, her sabah giymek zorunda olduğu takım elbise ona pranga gibi geliyordu. Her şeyi göze alıp hayatını değiştirmeye karar verdikten sonra, bir daha asla takım elbise giymedi. Benim düğünümde bile…”
Atlas’ın 1993’te yayın hayatına başlaması birçok fotoğrafçı gibi Cüneyt Oğuztüzün’ün de ilgisini çekmişti. Bir yıl sonra, 1994’te derginin kapısını çalması uzun sürecek dostlukların da ilk adımı olacaktı. Yine bir röportajında bu tür kritik karar anlarının önemini şöyle anlatacaktı:
“Atlas gibi misyonu olan bir coğrafya dergisinde fotoğrafçı olmanın şartları da çok kolay değil aslında. Belirli bir misyona, belirli bir kariyer inşasına bir yerden başlayıp onu sürdürmek, böyle bir hayati seçim yapmak, varoluşsal bir seçim yapmakla karşı karşıyayız fotoğrafçılar olarak. Her şeyden önce Atlas’ın kendi misyonuyla uygun, kişinin kendi kaderi hakkında, kendi kariyeri hakkında, hayatı hakkında bir karar vermesi lazım.”
Kızı Cansu, babasının bu hayati kararı alışına ve sonuçlarına en yakından şahit olmuş kişilerden. “Atlas’ın ilk sayısını görmesi, babam için bir dönüm noktası oldu. Fotoğrafçılık, mesleği haline gelebilirdi! Artık bunu destekleyecek bir mecra vardı: ‘Keşfetmek için bak’ diye yola çıkan Atlas, önünde yeni ve heyecanlı bir yol açmıştı. Babam, Atlas’ın Anadolu’daki gözü; insanın, yaban hayatın, akarsuların, dağların büyük hikâyesinin fotoğrafçısı, hatta bizzat parçası oldu. Bir ‘yol adamı’ olduktan sonra ‘amacımı buldum’ demişti, bu ‘amaç’ kavramı, insanın dünyaya gelme nedeni hakkında da uzun uzun konuşurduk. Onunla, cesaretiyle, yeteneğiyle, çalışkanlığıyla, zekâsıyla, insan ilişkileri ve naifliğiyle, müzik zevkiyle, dur durak bilmeyen enerjisi ve iç motivasyonuyla her zaman gurur duydum…”
KONUNUN TAMAMI ATLAS’IN ŞUBAT 2025 SAYISINDA. ALMAK İÇİN TIKLAYIN!