Anasayfa KeşfetDoğa Coğrafya Okyanusun yaralı güzeli: Fiji

Okyanusun yaralı güzeli: Fiji

Özge Çolak

Dünyanın her yanında sömürgeciliğin sembolü isimlerin heykelleri kırılıp dökülürken, Fiji’nin batılı kâşifleri de bu protesto zincirine dahil edildi. Bu ay bağımsızlığının ellinci yılını kutlamaya hazırlanan ada ülkesinde bugün yüzler gülüyor, ancak 96 yıllık İngiliz sömürgesinin açtığı derin yaralar çabucak iyileşecek gibi görünmüyor.

YAZI: OKAN OKUMUŞ   

Büyük Okyanus’un sonsuzluğunda, Polinezya ve Melanezya’nın birleşiminde 300’den fazla ada, 540’tan fazla adacık… Kendi aralarındaki ulaşımı bile zahmetli, 100’ünde insan yaşamı bile bulunmayan bu bakir adaları tek tek gezmeye kalkarsanız yıllar sürecektir. (En üstteki fotoğraf: Fijili çocuklar, geleneksel sallarıyla eğlenmenin yolunu bulmuş. 900 bine yakın kişinin yaşadığı adalarda nüfusun dörtte biri 15 yaşın altında. MARK CONLIN/VW PICS/UIG-GETTY IMAGES)

1980 yılında, başrollerini Brooke Shields ve Christopher Atkins’in paylaştığı Mavi Göl (The Blue Lagoon) filmi  gösterime girdiğinde, dünyanın gözü filmin çekildiği iki ülkeye; Fiji ve Jamaika’ya çevrilmişti. Ancak dünyanın bu ücra köşesindeki Fiji için durum biraz daha farklıydı... Güney Pasifik Üniversitesi’nden sürüngenler üzerine çalışan Dr. John Gibbons sinemada filmi izlerken, zümrüt yeşili dev bir iguana gördü. O günlerde Fiji’nin çizgili iguanası üzerine çalışmaktaydı ve bu “yeni” türü hiç görmemişti. Derhal, Nanuya Levu Adası’na giderek film yıldızı sürüngeni buldu. Bugün nesli tehlike altında olan Fiji tepeli iguanası, böylece bilim dünyasına Dr. Gibbons tarafından tanıtıldı.

Fiji adalarının, insanlığın kolektif bir rüyasına dönüşmesi de o günlere denk geliyor. Mamanuca ya da Yasawa ada gruplarından birine uçmak, filmde de görülen harikulade sahillerde uzanmak, palmiyelerin altında kokteyl yudumlamak, hiçbir şey yapmaksızın tropikal manzaraların keyfine varmak… Yarını unutmak, dünü hafızadan silmek…

Bölgede yaklaşık üç ay sürecek bir yolculuğa hazırlanırken, Fiji benim için de en heyecan verici duraklardan biriydi. Ama benim gözüm o rüya adacıklarda değildi. Tatil paketi sunan çok yataklı oteller yerine, “Fiji’nin bahçesi” diye bilinen Taveuni Adası’nda karar kıldım. Endonezya’dan yola çıkacak, Papua Yeni Gine ve Vanuatu’dan sonra Solomon Adaları’nda aktarmayla Fiji’nin uluslararası havaalanı Nadi’ye (Viti Levu Adası) inecektim.

Uçak, Fiji’nin üçüncü büyük yerleşimi Nadi üzerinde alçalırken, gökyüzünde havaifişekler patlıyordu. Sebebini az sonra, beni havaalanında karşılayacak Fijili yeni arkadaşımdan öğrenecektim. Couchsurfing (uluslararası ücretsiz misafir ağırlama uygulaması) aracılığıyla ulaştığım Finau, ülke nüfusunun yüzde 38’ini oluşturan Hintlilerin ışık festivali Divali’yi kutladıklarını söylüyor.

Finau ile 20 dakikalık bir yolculuktan sonra Viseisei köyüne varıyoruz. Eşyalarımı bana ayırdıkları odaya bırakır bırakmaz, “hadi” diyor arkadaşlarının tabiriyle Fi, “Hintli dostlarımıza davetliyiz, Divali’yi birlikte kutlayacağız.”

Körün istediği bir göz! Fi, eşi Api ve 11 yaşındaki kızları Kalesi’yle birlikte lambalarla ışıl ışıl donatılmış bir evin bahçesine giriyoruz. Hindular bu en büyük bayramlarında, karanlığa karşı ışığın, kötülüğe karşı iyiliğin, cehalete karşı bilginin, umutsuzluğa karşı umudun zaferini kutluyorlar. Tanrıça Lakşmi’nin en parlak evi ziyaret edeceğine inanıldığı için de evler olabildiğince ışıltılı. Herkes bağdaş kurmuş, yerde oturuyor. En uçta üç çocuk babası, 60 yaşlarındaki Dawen, kava’yı herkese yettirmeye çalışıyor. Yerel dilde “yaqona” denilen kava, Fiji’nin milli içeceği ve burada ona “hayır” deme şansınız yok. Tadını beğenmeseniz dahi, size uzatılan küçük kava tasını geri çevirmemelisiniz, aksi takdirde ev sahibinizi gücendirirsiniz.

Biber ailesine ait bir bitki olan kavanın kökleri kurutulup toz haline getiriliyor ve soğuk suyla karıştırılarak içiliyor. Alkol oranı düşük olsa da fazla içildiğinde dili uyuşturup kasları gevşetiyor.

Fiji sahillerinde kıyı hattının büyük kısmı mercan resiflerinden ve kayalardan oluşuyor. Mangrov bataklıkları daha çok doğu sahillerinde yer alıyor. GETTY IMAGES.

Bir İngiliz kolonisi olarak Fiji / KEŞİF, SÖMÜRÜ VE KÖLELİK

Avrupalı kâşifler 1600’lerde Fiji’yi tesadüfen keşfetmişti. Ama Fiji’nin mercan resifleriyle kaplı kıyılarından canlarını zor kurtardıkları için, sonraki 130 yıl boyunca hiçbir denizci bu sulara gelmeye cesaret edemedi. Ancak 1800’lerde işler değişti. Beraberinde Fiji’nin kaderi de…

FİJİ NASIL KEŞFEDİLDİ?

Hollandalı kâşif Abel Tasman, 1642 yılında, bugünkü Endonezya’nın başkenti Cakarta’dan denize açılırken, güneyde yeni adalar bulmayı hayal ediyordu. Başardı da; bu keşif yolculuğundan döndüğünde, bugün onun adıyla anılan Tazmanya, Yeni Zelanda ve Tonga’yı bulmuştu, ama az kalsın geri dönemiyordu. Dönüş yolunda gemileri, Fiji sahillerinin tuzaktan farksız
resifleri ve mercan adalarıyla karşılaşmıştı. Üstüne bir de fırtına çıkmıştı. Gemilerinin okyanusun dibini boylaması an meselesiyken bir şekilde kurtuldular. Ama bu resif labirenti denizcileri öyle korkutmuştu ki, Avrupalılar bölgeye ancak 130 yıl sonra geri döndü. 1774’te, ünlü İngiliz kaptan James Cook, Fiji’nin Vatoa, yani Kaplumbağa Adası açıklarında demirledi.
Fiji yerlileri, gemiden kıyıya gelen botu görünce korkup kaçtı. Ama Cook fazla kalmadı.

KONUNUN TAMAMI ATLAS’IN EKİM 2020 SAYISINDA. SATIN ALMAK İÇİN TIKLAYINIZ 

ATLAS · EKİM 2020

Benzer Yazılarımız

Yorum Yap