İzmir gibi büyük bir metropolle iç içe yaşayan bir delta sistemi Gediz ve bu özelliğiyle de dünyada tek. Denizle karanın kenetlendiği bu bereketli yaşam alanı, başta flamingolar olmak üzere pek çok türün de yuvası. Aslında delta kent için büyük bir zenginlik ama İzmir bu benzersiz sulak alanı faaliyetleriyle boğuyor; acil önlem alınmalı.
Yazı: Güven Eken / Fotoğraf: Cüneyt Oğuztüzün
Önce denizin içinde küçük midye kabukları vardı. Nehirden gelen çamur onların üzerini yavaş yavaş örttü. Derken, çamurun üzerinde bir denizbörülcesi çimlendi. Deltada hayat, işte böyle başladı…
Gediz Deltası’ndan İzmir Körfezi’ne uzanan geniş çamur düzlüğündeydim. Birden gözüme tuzlu çamurun üzerinde çimlenmiş bir denizbörülcesi çarptı. Sonra onun önündeki sığ denizi fark ettim. Sonra arkamdaki tuzlu çayırları, ılgın çalılıklarını gördüm. En sonunda bir kez daha o denizbörülcesine ve çevresindeki diğer börülce filizlerine baktım.
Bu deltada çok uzun zaman geçirmiş olmama rağmen, ancak o sabah idrak etmiştim. Denizbörülcesi adı verilen bu bitki, deltadaki yaşamın başlangıç noktasıydı. Onunla birlikte denizdeki yaşam son buluyor, yaşam denizden karaya taşıyordu.
Karanın ve denizin arasında iyi anlaşılması gereken bir bağ olduğunu işte o gün, Gediz Deltası’nda öğrendim. Bu öyle bir bağ ki, atomu bir arada tutan veya dünyayı güneşin, ayı ise dünyanın etrafında döndüren bağ gibi görünmez ama çok güçlü.
Bir deltada bu kadar çok canlının ve kuşun yaşamasının asıl nedeni de bu. Deltalar, karayla denizin birbirine kenetlendiği, yaşamın her an yeniden tazelendiği üretim yerleri. Yazık ki pek çoğumuz bir deltanın ne demek olduğunu bilmiyoruz. Deltalar, olsa olsa coğrafya dersinde ezberlenmesi gereken yer isimleri. Oysa deltalar, doğanın ana rahmi.
Doğanın Hayat Felsefesi
Bazen küçük ama sağlam bir adım, bütün dünyayı değiştirebilirmiş. Denizbörülcesinin hikâyesi işte tam da buna benziyor. Deltanın kıyısında bu cılız bitkilerle başlayan hayat iç kesimlere uzandıkça renkleniyor, önce tuzcul çayırlara, sonra ılgın çalılıklarına, sazlıklara, kındıra düzlüklerine, hatta makiye ve kızılçam ormanlarına dönüşüyor. Yüzlerce yıl süren, yavaş ama kararlı bir başkalaşma… İşte bir deltanın hayat felsefesi.
Gediz Deltası da diğer pek çok Akdeniz deltası gibi denizden karaya doğru yaşlanan, yaşlandıkça başkalaşan bitki örtülerini bir arada barındırıyor. Hemen her bitki örtüsü, kendi canlı türüne ev sahipliği yapıyor: Denizbörülcelerinin arasında cılıbıtlar, tuzcul çayırlarda kocagözler, ılgın çalılarında saksağanlar, sazlıklarda ördekler, kındıralarda düdükçünler ve makide ötleğenler. Et ve tırnak gibi bir arada duran ama her biri ötekinden farklı yaşam birlikleri, deltada uyum içinde yaşıyor.
Gediz Deltası’nı kuşlar için vazgeçilmez kılan en önemli şey ise deniz ve kara arasında uzanan çamur adacıkları. Gediz, bugün dünyanın en önemli sulak alanlarından biri kabul ediliyorsa, bunun ana nedeni bu adalar. Zaman zaman birleşerek dalyanlar oluşturan, zaman zaman ise denize dik ve dağınık bir şekilde uzanan bu adalar, Gediz Nehri’nin biriktirdiği çamur ve kumla oluşmuş. Üzerinde yeşeren denizbörülceleri, çamur adalarını fırtınalara ve denizin dalgalarına karşı koruyarak onların sağlamlaşmasını sağlamış. Gediz’in çamur adalarını aslında deltadaki kuşların evi olarak görmek gerek.
Gündüz saatlerinde körfezin ve deltanın hemen her yerine dağılan kuşlar, akşam olunca adalara, yani evlerine dönüyor ve geceyi burada güvenli bir şekilde geçiriyor. Körfez vapurundan ekmek attığınız martılardan, İnciraltı İskelesi’ne tünemiş karabataklara kadar neredeyse tüm kuşlar, akşam olunca deltadaki adalarda buluşuyor. Günbatımında binlerce kuşun sözleşmiş gibi Gediz Deltası’ndaki adalara doğru uçuşu, belki de doğada görebileceğimiz en muazzam şölenlerden biri. Her günün sonunda ve binlerce yıldır tekrarlanan bir şölen…
Deltanın kalbi çamur adaları, aynı zamanda kuşların yumurtalarını bırakıp yavrularını yetiştirdiği yerler. Her yıl bahar geldiğinde, Ege Denizi’nde yaşayan binlerce deniz ve kıyı kuşu nesillerini sürdürebilmek için Gediz Deltası’nın çamur adalarına geliyor.
Deltada çamur adalarının birleşerek denize açık göller oluşturduğu üç de dalyan var: Homa, Çil Azmak ve Kırdeniz. Dalyanların en önemli özelliği, balıkların yumurtlama, dolayısıyla da kuşların temel beslenme alanı olması. Deltanın ortasında yer alan tuzlalar Gediz Nehri’nin dalyanlara tatlı su ve çamur taşımasını engellediği için, yazık ki Gediz’in dalyanları hızla eriyor ve canlılığını kaybediyor.
Tuzcul Çayırlar
Çamur adalarının ve dalyanların hemen arkasında ise Gediz’in dünya ölçeğinde önemli tuzcul çayırları uzanıyor. Bilmeyen bir gözün ilk bakışta “boş arazi” diyebileceği bu alanlar, Gediz Deltası’nın dünyaca önemli olmasının ikinci ana nedeni. Kocagöz, çayır delicesi gibi çok sayıda kuşun yuva kurduğu ve çakalların en yoğun olarak görüldüğü bu düzlükler, Ege ve Akdeniz’de neredeyse tümüyle yok olmuş. İzmir’in Gediz Deltası’nda ise son geniş örnekleri bulunuyor.
Tuzcul çayırların asıl önemi, deniz yaşamını tetikleyen minerallerin kaynağı olmaları. Yağmurlar tuzcul çayırlardan denize doğru sürüklenirken beraberinde, burada yer alan mineralleri de taşıyor. Denizdeki besin zincirini mikroorganizmalar yoluyla işte bu mineraller tetikliyor. Başka bir deyişle, tuzcul bozkırlar ve deniz arasındaki ilişki korunmazsa, denizdeki canlılar da besinsiz kalıyor.
Yazık ki bu alanların dörtte biri son on yıl içinde körfezden çıkan çamurun depolanması için kullanıldı ve doğadaki işlevini yitirdi. İzmir Büyükşehir Belediyesi şimdilerde daha da ileri giderek tuzcul çayırların tamamının üzerinde çamur depolamayı planlıyor. Doğa Derneği ve pek çok başka gönüllü kuruluş, deltadaki yaşama zarar verecek bu projenin karşısında.
Flamingonun Yuvası
Gediz’in diğer deltalardan farklarından biri, yüz yılı aşkın süredir işletilen geleneksel bir tuzlaya sahip olması. Çamaltı Tuzlası’nda Türkiye’nin tuz üretiminin dörtte biri gerçekleşiyor. Deltanın güneybatı kıyılarında uzanan tuzlalar, flamingolar başta olmak üzere birçok kuşun yuva kurma yeri. Tuzlaların arasındaki adacıklarda, her yıl binlercesi yuva kuruyor. İzKuş bölgedeki flamingo nüfusunun artırılması için yoğun olarak çalışan kuruluşlardan biri.
Üç Tepeler denen bölge ise deltanın orta kesimlerinde yer alıyor. Bir zamanlar Gediz’in taşıdığı alüvyonların arasında kalan ve aslında “Üç Ada” olan tepeler zamanla karaya bağlandı. Şayet bu tepeler doğal karakterini koruyabilseydi, Türkiye’de bir bataklığın içinde yer alan en büyük geçici ada sistemi ve eşsiz bir doğa mirası olacaktı. Ne yazık ki, geçen yüzyılın içinde bu adalardan biri tümüyle dinamitle patlatıldı ve elde edilen malzeme tuzlaları genişletmek için kullanıldı. Böylece adalar, deniz ve bataklık arasındaki su akışları durdu, yerine yollar geçti. Deltayı en iyi gören Abdul Tepesi’nden ovaya baktığımda bazen şunu düşünürüm… Keşke bir gün deltada bir restorasyon projesi yapılsa ve aralardaki taş yollar kaldırılarak “Üç Tepeler” yeniden “Üç Adalar” olsa. Bu belki de dünyanın en önemli ve büyük doğal alan restorasyon projesi olurdu.
Dünyada Tek
Gediz Deltası için şu ana kadar söylediklerimin benzerlerini dünyadaki pek çok başka delta için de söylemek mümkün aslında. Ne var ki deltanın öyle bir özelliği daha var ki, bu yalnızca Gediz’e özgü. Bunu sona sakladım…
Gediz, İzmir kadar büyük bir metropolle iç içe yaşayan tek delta sistemi. Düşünün, bir yanda Mavişehir’in gökdelenleri, öte yanda onların arasında uçan flamingolar. Pelikanları şehrin içinde martı gibi besleyen kıyı balıkçıkları. Dünyanın başka neresinde bunları görebilirsiniz? Gediz’den başka hiçbir yerde bu mümkün değil.
Hemen şunu sorabilirsiniz. Madem İzmir’in böylesine önemli bir özelliği var, biz neden bilmiyoruz? Bu sorunun yanıtını ben de bilmiyorum. Bildiğim, İzmir’i yöneten kurumların bu alanı otuz yıldır yalnızca kâğıt üzerinde koruduğu. İzmir’deki milyonlarca insanı, deltadaki doğal yaşamla buluşturmak için hiçbir anlamlı adımın atılmadığı. Tersine, deltanın tam kalbinde milyonlarca metreküp çamur depolandığı. Daha da fazlasının depolanması için projeler yapıldığı. Bu konudaki eleştirilere karşı bilimsel temeli olan hiçbir tepki verilmediği…
Gediz Deltası’nda 1995 ve 1996 yılları içinde toplam 212 gün yürümüştüm. Aynı güzergâhı, dört mevsim boyunca yürüyerek gördüğüm tüm kuşları kayıt altına almıştım. Bu yolculuk bana doğanın düşünme biçimiyle ilgili çok şey öğretmişti. Doğa sadece bir ekosistem değildi. Doğanın bir zekâsı ve bir adalet anlayışı vardı. Okuyup görebilenler için tek başına Gediz Deltası bile bugüne kadar yazılmış bilgilerden daha fazlasını anlatıyordu. Ne var ki bu izi sürenler pek azdı. Delta, günden güne yok ediliyordu.
Deltadaki durumun er ya da geç değişmesi gerekiyor. Şehir ne pahasına olursa olsun Gediz Deltası’nı yok etmemeli. İzmir bugün bulunduğu yerde ise, bunun nedeni Gediz Deltası ve yüzlerce yıldır şehre sunduğu nimetler. Aslında şöyle de denebilir; İzmirli, delta, şehir ve flamingolar, birbiriyle bir an önce barışmalı. Çünkü en eski İzmirli flamingolar, en eski İzmir ise Gediz Deltası.
GÜVEN EKEN, DOĞA DERNEĞİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI
ATLAS MART 2013/SAYI:240
Foto Galeri